Bilindiği üzere Kur'an-ı Kerim 114 sure ve 6666 ayet-i celileden ibarettir. 86 sure Mekke-i Mükerreme'de, 28 sure de Medine-i Münevvere'de nazil olmuştur. 

Kur’an-ı Hakîm’in kaç ayet olduğu hakkında âlimler arasında ihtilaf vardır. Fakat bu ihtilaf sadece numaralandırma hususundadır. Kur’an-ı Mecîd’in tamamı için herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir.

Ayetlerin adedi hakkındaki ihtilâfın bazı sebepleri vardır ve onları maddeler halinde şöyle açıklayabiliriz:

1) Ayetlerin tamamında veya Kur'an-ı Hakîm’in umumunda herhangi bir sıkıntı yoktur. Yani Kur'an-ı Kerim'in tamamı bellidir. Fakat âlimler arasında, ayet sayısında bir görüş farklılığı mevcuttur. Şöyle ki: Kur'an-ı Kerim'i açtığınızda ayetlerin yerini tayin eden yuvarlak işaretler vardır. İşte bazı âlimlere göre, bu iki yuvarlak arasındaki ifadeler ayettir. Fakat bazı âlimlere göre, bu iki yuvarlakların aralarındaki ifadelerin bazısı bir ayet değil, iki veya daha fazla ayettir. Bu görüş farkından dolayı, ayet sayısında değişik rakkamlar söz konusu olabilir. Yoksa Kur'an-ı Kerim'in tamamında veya ayetlerin kendilerinde herhangi bir anlaşmazlık veya farklılık bahis mevzuu değildir.

2) Şâfiî âlimleri Besmele-i şerifeyi, başında zikredilen sure ile bir bütün olarak saydıkları halde Hanefî âlimleri Besmele’yi ayrı bir ayet olarak saymışlardır. Sure başlarındaki “Yâsîn, Hâ Mîm” gibi Hurûf-i Mukattaa için de benzer durum geçerlidir.

3) Kezâ, Kur’an-ı Kerim’de bulunandurmayınızmanasına gelen لَا" (lâ)" işaretinin olduğu yerlerin de birer ayet sayılıp sayılmayacağı bu farklılığın başka bir sebebi olabilir.

Bu ve buna benzer sebeplerle Kur’an-ı Kerim'in bir harfinde bile değişiklik olmadığı halde, ne kadar ayet olduğu mevzuu tam netlik kazanmamıştır. Elinizde bir kitap olsa kaç parağraf veya cümleden meydana geldiği sorulsa, değişik anlayışlara göre farklı rakamlar çıkacaktır. Bu anlayış farklılığı, kitabın azalacağı veya fazlalaşacağı anlamına gelmez. İşte Kur’an-ı Kerim de esas olarak içindeki her şey ile meydandadır. Ancak değerlendirme farklılığından dolayı ayet sayıları da farklı çıkmaktadır. Bu farklı sayımın bir neticesi olarak;

- İbn Abbas (r.a.) 6616;

- İmam Nâfi (rh.), 6217;

- İmam Şeybe (rh.), 6214;

- Mısır âlimleri, 6226;

- Allâme Zemahşerî, İbn Huzeyme, Şeyhulislâm İbn Kemal (rahımehumullah), son devir dersiâm ve mutasavvıflarından vâris-i Rasûl Üstâzünâ Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazerâtı  ise 6666 ayet olduğunu ifade etmişlerdir.

Bugün elimizde olan ve dünyanın her tarafında bulunan Mushafların nizâmı, Küfî ekolü âlimlerinin Hz. Ali’den (r.a.) rivayetle Rasûlullah Efendimiz’e (s.a.v.) dayandırdıkları bir tertiptir. Bu Kur’an-ı Hakîm'deki mevcut ayet sayısı, 6236’dır.  Bu, bugün de bizzat ayetleri sayarak elde ettiğimiz bir adettir.

Ayetlerin sayısı elbette pek çok hikmeti de mutazammındır, içinde barındırmaktadır. Fakat bu hikmetler, sadece yekûn olarak 6236 sayısına değil, aynı zamanda Kur’an-ı Kerim'de kullanılan kelimelerin tekrarı, bu tekrarların yapıldığı ayetlerin sayısı, bir suredeki ayetlerin belli kıstaslara / kriterlere göre ayarlanması, Allah’ın (c.c.) isim ve sıfatlarının belli bir adede uygun olarak belli bir sayıdaki ayetlerde yer alması gibi birçok ince hikmetleri vardır. Mesela ayetlerin yekun sayısına uygun olarak deriz ki, surelerin başında geçen Besmele’lerden birisiyle birlikte bu ayetlerin sayısı 6237 olur. Bu sayı Allah Teala’nın 99 Esmâ-i Hüsnâsı ile Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) ömrü olan 63 sayısının çarpımından (99 x 63 = 6237) çıkan bir yekûndur. Ayrıca bu rakam, daha tam olarak vahiy bitmeden Kur’an-ı Mecîd'de buna işaret edilmiş olması, gaybî ihbar nev’inde bir mûcizedir.

Velhâsıl günümüzde de Müslümanlar arasında ekseriyetle, son grup ulemanın görüşleri istikametinde Kur'an-ı Kerim'in ayet adedi, 6666 olarak bilinip kabul görmektedir. Gerek bunun gerekse öbür görüşlerin kabulünde de herhangi bir sıkıntı ve mahzur söz konusu değildir. Çünkü asla taalluk eden bir şey yoktur. Fakat günümüzde âdeta mürekkep icmâ halini almış olan görüşe uymak da, haliyle hem güzel hem muvafık olur.  

Kezâ âlimlerimiz bu ayetlerin tasnifini de, yuvarlak ifadelerle şöyle açıklamışlardır:

- 1000 ayet emir,

- 1000 ayet nehiy,

- 1000 ayet vaad,

- 1000 ayet vaîd,

- 1000 haber ve kıssa,

- 1000 mesel ve temsil,

- 500 ayet ahkâma dair,

- 100 ayet “Nâsih ve Mensûh"a ait,

- 66 ayeti de Tesbih ve duaya aittir, demişler. Böylece 6666 ayet kabul etmişlerdir. [Dr. Osman Keskioğlu, Kur’ân-ı Kerim Bilgileri, s.128-129]

***

“Fâidetün cemîletün”

(Çok hoş, pek güzel ve faydalı bilgiler)

"Her bir ayet-i celile dahi 'Ve innâ lehuu le-hâfizuun (Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız)' [Hıcr suresi, 9] sırrına sahip olmakla kıyamete kadar Hz. Mevlâ'nın himayesi altındadır.

"Bir sure vardır; bir defa Mekke'de, bir defa da Medine'de nazil oldu. O da Sure-i Fatiha'dır.

"Bazı ekâbir, Sure-i Fatiha kable'l-vahy lisân-ı İsrâfîl'den me'hûz idi, (vahy inmezden önce İsrafîl aleyhisselâmın dilinden/konuşmalarından alınmıştır) dediler. Çünkü İsrâfîl (a.s.) kable'n-nübüvve (peygamberlikten önce), Fahr-i Kâinat Efendimiz'e mukarenet edip (yaklaşıp) bazı sözler söyler; fakat kendini göstermezdi. Maneviyatta bu gibi sözlere 'Hâtif' derler. İsrâfîl'in (a.s.) Fahr-i Kâinat Efendimiz'e olan bu yakınlığı, kable'l-vahy üç sene devam etmiştir." [Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.)hazretlerinden nakleden, Ziya Sunguroğlu, Notlarım, s. 116]

***

Kur’an-ı Kerim’in hattı / yazılışı ve zamanımıza kadar gelişi

Allah Teala’nın son mukaddes kitabı, bütün insanlığa İlâhi fermanı olan Kur'an, 23 senede âyet-âyet, sûre-sûre nâzil olmuştur. Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) kendisine nâzil olan âyet ve sûreleri yanında bulunan sahabelerine okur, sahabeler de onu ezber ederler, bir kısmı da yazardı. Bundan ayrı olarak, Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) vahiy kâtipleri vardı. Bunlar özel olarak nâzil olan âyetleri ve sûreleri yazmakla vazifeli idiler. Gelen âyet ve sûrenin nerede yer alacağı, Kur'an'ın neresine gireceği de bizzat Sevgili Peygamberimize (s.a.v.) Cebrail (a.s.) vasıtasıyla bildiriliyor; o da vahiy kâtiplerine tarif ederek, gerekeni yaptırıyordu. Böylece Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sağlığında Kur'an-ı Kerim'in tamamı yazılmış, nereye neyin gireceği belli olmuştur. Aynca Cebrail (a.s.) her Ramazan ayında gelir, o güne kadar nâzil olmuş âyet ve sûreleri Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) yeni baştan okurdu.

Hâtemü’l-enbiyâ Efendimizin (s.a.v.) dâr-ı bekaya irtihalinden evvelki son Ramazan ayında Hz. Cibrîl (a.s.) yine gelmiş, ancak bu sefer Kur'an-ı Kerim'i Sevgili Peygamberimizle (s.a.v.) iki sefer okumuşlardı. Birinci sefer Hz. Cibrîl okumuş, Rasûlümüz dinlemiş; ikinci seferde ise Efendimiz (s.a.v.) okumuş, Hz. Cibrîl dinlemişti. Böylece Kur'an son vaziyet ve şeklini almıştı.

Bununla beraber, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) hâl-i hayatında Kur'an-ı Kerim, henüz müstakil bir cilt hâlinde bir araya toplanmış değildi. Sayfalar halinde sahabeler arasında dağınık olarak bulunuyor, hâfızalarda ezberlenmiş halde duruyordu. Fakat neyin nereye gireceği gayet kesin ve net şekilde bilinmekteydi.

Nihayet Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) hilâfeti zamanında görülen lüzum üzerine Zeyd bin Sâbit'in (r.a.) riyasetinde / başkanlığında vahiy kâtiplerinden ve kuvvetli hâfızlardan müteşekkil bir hey’et / komisyon kuruldu. Kur'an-ı Kerim'in bir cilt hâlinde bir araya toplanma işi, bu komisyona havale edildi. Ashaptan herkes, elinde yazılı bulunan Kur'an-ı Hakîm sayfalarını getirip bu komisyona teslim ettiler. Hâfızların ve vahiy kâtiplerinin elbirliği ile çalışmaları neticesinde sayfalar, sûre ve âyetler Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) tarif ettiği şekilde yerli yerine kondu. Böylece Kur'an-ı Kerim, “Mushaf” adıyla tek kitab hâline getirilmiş oldu.

Artık Kur'an-ı Kerim için unutulma, kaybolma, tahrif ve tebdîle uğrama diye bir şey söz konusu olamazdı. Zira aslı, Fahr-i Âlem Efendimize (s.a.v.) gelen şekliyle eksiksiz-noksansız, hatasız-kusursuz bir şekilde tesbit edilmişti.

Hz. Osman (r.a.) zamanında görülen lüzum üzerine, bu Mushaf’tan yeni nüshalar çoğaltılıp çeşitli memleketlere gönderildi. Bugün elde mevcut olan Kur'an-ı Kerimler, işte bu Kur'an'dan çoğaltılmıştır.

Kur'an-ı Kerim, tesbit edilişindeki sağlamlık itibariyle, diğer ilâhi Kitablar’dan farklı olarak, hiçbir tahrifat ve değişikliğe uğramadan vahiy mahsûlü olan şekliyle tesbit edilip ortaya konmuş; 1400 senedir de muhafaza olunarak gelmiştir. Bunda;  

- Kur'an-ı Kerim'in edebî i’câzı ve bu i'câzın ezberleme kolaylığının

- Hiçbir insan sözüne benzememesinin…

- Kelâm / söz olarak hiçbir taklidinin yapılamamasının

- Edebî yönden, fesâhat ve belâgatine erişilememesinin…

- Ve zaptında a'zamî dikkat ve titizlik gösterilmesinin büyük rolü olduğu kesindir.

Fakat asıl sebeb;

Kur'an-ı Kerim'i bizzat Cenâb-ı Hakk'ın hıfz ve himâyesine alması, onu kıyamete kadar lâfız ve mânâ bakımından bir mûcize olarak devam ettirmeyi taahhüd etmesidir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur:

Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları (muhafaza edecek, devam ettirecek de olanı) da elbette biziz.” [Hıcr suresi, 9]

Bugün yeryüzündeki bütün Kur'an-ı Kerim'ler aynıdır. Hiçbir farklılık ve değişiklik yoktur. Ayrıca binlerce-milyonlarca hâfızın ezberinde bulunmakta, her an milyonlarca dil ile kırâet edilip okunmaktadır. Bu hususiyet, Kur'an-ı Kerim'den başka herhangi bir beşerî kitaba kısmet olmadığı gibi, semavâ kitaplardan hiçbirine dahi nasip olmamıştır. Allah Teala'nın son kitabı, hükmü kıyamete kadar bâki olan Kur'an-ı Kerim'in, böyle eşsiz bir makam ve ulvi bir şerefe nail olması da, elbette zarurîdir, lüzumludur. 

Go to top