hocam kusura bakmayın sitenize ekleyemediğim için resimleri mail yoluyla sorumu ulaştırmak ilminizden istifade etmek istedim. bu resimler de gecen hadiseleri nerden bulabiliriz allah yolunda cihadın fazileti olan kıssanın arapça metni hangi kitapta mevcuttur diğeride hangi kitap da dır bunlarla alakalı cepları iştiyakla bekliyorum. hocam mevlam hizlmtlerinizden razı olsun tekrar dan bura-dan yolladığım için kusura bakmayın hocam. mehmet hilmi aktas

 

 

*******

Selamün aleyküm kardeşim.

Estağfirullah, fark etmez; önemli değil. Mesajın oradan veya buradan olması bir şeyi değiştirmez. Rabbim (c.c.) cümlemizi son nefesimiz dahil yolunda daim, rızasına muvafık hizmetlerde kaim kılsın.

Sorduğunuz hadisleri ve kıssayı nereden, hangi kitaptan kopyaladığınızı belirtmemişsiniz. Onu bilsek iyi olurdu. Ayrıca orada hiç mi tahrice yer verilmemiş? Merak ettim. İşte hitabet ve kitabette ilmî usullere (metodoloji) uyulmayınca bu gibi sıkıntılarla karşılaşmak da kaçınılmaz oluyor -maalesef-! Metinleri tedkik imkânı zorlaşıyor, sıkıntılı oluyor. Her neyse… Bakalım, araştıralım; bulabildiklerimizi paylaşalım.

1- “Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış; cennet ise, nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.” [Buhârî, Sahih, Rikak, 28; Müslim, Sahih, Cennet, 1; Tirmizi, Sünen, Cennet, 31]

2- Evet, Allah yolunda Cihad’ın Fazileti ile alakalı Ebu Umame’den (r.a.) mervi öyle bir hadis var. Lakin şu an nerede gördüğümü, hangi kitapta rastladığımı tam olarak hatırlamıyorum. Zahmet edip biraz araştırırsanız, mutlaka bulursunuz. Ya da kopyaladığınız kitabı veya makaleyi hazırlayan kişiden de sorup öğrenebilirsiniz elbette… Bu arada şayet zikri geçen rivayetle karşılaşırsam, ben de -inşâallah- sizi haberdar etmeye çalışırım.

3- Bahis mevzuu kıssa, Mümtehıne suresinin nüzûlüne sebep olan hadisedir. Tefsirlere bakılabilir. Maamafih, Elmalı’lı merhumun tefsirinden bu kısmı nakledebiliriz. Esteîzü billâh…

“…. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ

Meali: "Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin…." [Mümtehıne suresi, 1]

Bu âyetin iniş sebebi Hâtıb b. Ebî Beltea'nın bir mektubu olmuştur. Bu mevzuda tefsir ve hadis kitablarında zikredilen rivayetlerin özeti şöyledir: Rasûlullah (s.a.v) Mekke fethine hazırlık yaptığı sırada halk arasında bunun Hayber (yahut Huneyn) için bir hazırlık olduğu haberi yayılmış, fakat Rasûlullah (s.a.v.) sahabilerden bazılarına maksadının Mekke olduğunu gizlice söylemişti. Hâtıb b. Ebî Beltea da bunlardandı. Abdulmuttalib oğullarından birinin [Amr b. Abdulmuttalib b. Haşim b. Abdi Menaf’ın kölesi Sâre. Bkz. Kenzü’l-Ummâl] azadlısı olan Sâre adındaki bir kadın Mekke'den Medine'ye Rasûlullah’a (s.a.v.) gelmişti. Rasûlullah (s.a.v.) ona,

- "Müslüman olarak mı geldin?" dedi. Kadın,

- "Hayır." diye cevap verdi. Sonra ona,

- "Muhacir olarak mı geldin?" dedi. Kadın buna da,

- "Hayır." diye mukabelede bulundu. Bunun üzerine Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.),

- "O halde niçin geldin?" dedi. Kadın,

- "Sahib, efendi ve aşiret sizsiniz. Benim efendilerim gittiler, ben de şiddetli yoksulluğa düştüm." dedi.

Kadını dinledikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) ona yardımda bulunmak üzere Abdulmuttalib oğullarını teşvik etti. Böylece onu giydirdiler, kuşattılar, erzak tedarik ettiler ve yolcu etmek üzere hazırladılar. Hâtıb b. Ebî Beltea (r.a.) da kadının yanına varıp ona on dinar vermiş, bir aba giydirmiş ve Mekke halkına hitaben yazmış olduğu gizli bir mektubu da onunla göndermişti... Kadın yola çıktıktan sonra Cibrîl aleyhisselâm gelip durumu Rasûl-i Ekrem’e (s.a.v.) haber verdi." Bunu Buhârî, Müslim, Tirmizî ve diğer kaynaklar çeşitli yollarla Hz. Ali’den (r.a.) şöyle rivayet etmişlerdir:

"Hz. Ali demiştir ki; Rasûlullah (s.a.v.) benimle Zübeyr ve Mikdad'ı gönderdi (Diğer bazı rivayetlerde; gönderilenlerin Ömer, Ali, Talha, Zübeyr, Ammar, Mikdad ve Ebu Mirsed olduğu söylenmiştir. Müellif)… Bize,

- ‘Hemen gidin, ta Ravza-i Hah'a kadar varın, orada bir zaîne (yani hevdec içinde yolcu bir kadın) vardır, onda bir mektup bulunmaktadır. Çabuk o mektubu alıp bana getirin’. buyurdu. Hemen çıktık, atlarımızı koşturarak tam Ravza'ya vardık. Bir de baktık ki, zaîne'nin yanındayız. Ona,

- ‘Mektubu çıkar’. dedik,

- ‘Bende mektub yok’. dedi.

- ‘Ya mektubu çıkarırsın, yahut elbiselerini soyunursun’. dedik. Bunun üzerine kadın; ıkasından, yani saç bağından (İbnü Cerir ve İbnü Asakir'deki rivayetlerin bazısında hüczesinden, yani uçkurluğundan diğer bazısında da ön tarafından) çıkardı. Biz de mektubu alıp Rasûlullah’a (s.a.v.) getirdik.

Bu mektubunda o, "Min Hâtıbi’bni Ebî Belteate ilâ ünâsin mine’l-müşrikîne bi-Mekkete: Hatib b. Ebî Belte'a'dan Mekke Müşrik halkına" diyor ve onlara Rasûlullah’ın (s.a.v) bazı işlerini haber veriyordu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.),

- ‘Bu ne ey Hâtıb?’ dedi. O da,

- ‘Acele buyurma yâ Rasûlallah! Ben Kureyş'e nisbet edilmiş bir kişiyim, kendilerinden değilim. Beraberinizde olan Muhâcirler'in onlara akrabalıkları vardır. Mekke'deki ailelerini ve mallarını o sebeple korurlar. Benim ise içlerinden birine neseb cihetiyle münasebetim olmadığı için yakınlarımı korumalarına bir vesile olmak üzere, onlara bir iyilik yapmak istedim. Yoksa bunu ne bir küfür, ne dinimden irtidat, ne de Müslüman olduktan sonra küfre rıza maksadıyla yaptım’ dedi. Rasulullah (s.a.v.) da,

- ‘O, dosdoğru söyledi’ buyurdu. Hz. Ömer (r.a.),

- ‘Yâ Rasûlallah! Bana müsaade buyur, boynunu vurayım’ dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da buyurdu ki:

- ‘O, Bedir'de bulundu; ne bilirsin, Allah Teâlâ'nın Bedir ehli hakkında bildiği var ki, ‘Onlara, dilediğinizi yapın; ben sizi mağfiret ettim’ buyurdu. [Buhârî, Sahih, Megâzî, 9; Müslim, Sahih, Fedâilu's-Sahâbe, 161] Bunun üzerine, ‘Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin’. [Mümtehıne suresi, 1] âyeti nazil oldu’. Buharî, bu rivayette ‘el-âyeh’ tabirini zikretmemiş, ancak bazı rivayetlerde ‘el-âyeh’ tabirinin hadisten mi, yoksa ravilerden Amr b. Dinar'ın sözü mü olduğunu ‘Lâ-edrî: bilmiyorum’ diyerek rivayet etmiş, bu yüzden ‘zikri geçen âyet nazil oldu’ sözünden bir veya bir kaç âyetin mi, yoksa bütün sûrenin mi kasdedildiğini kestirememiştir. Aynı şekilde Müslim de bu hadiste ‘el-âyeh’ yok demiş, fakat bazı rivayetlerde bulunduğuna da işaret etmiştir. İbnü Cerîr, yukarıda anlatılan hadise üzerine sûrenin baş tarafındaki âyetlerin nazil olduğunu ifade ederek, bir kaç rivayeti nakletmiştir. Bu rivayetler şunlardır:

1) Habib b. Sabit'ten

2) Muhammed b. Sa'd'den

3) Mücâhid'den

4) Süfyân'dan

5) Muhammed b. İshak'tan

6) Zührî'den (rahımehumullah)

Daha önce de geçtiği üzere bu gibi yerlerde ‘el-âyeh’ tabiri, bir kıssaya kadar birkaç âyeti içini alabileceğinden, buradaki rivayetlerin tamamı, ‘el-âyeh’ tabirinin, sûrenin başındaki bir bölümü, bir kıssayı teşkil eden âyetler mânâsına olduğunu ifade ettiği için Taberî (rh.), ‘Sûrenin baş tarafındaki âyetler’ demiştir. Mânâ itibariyle bu kıssa veya fâsılalarından herhangi biri olabilirse de, tamamının ‘ülâike hümü’z-zâlimûn’e kadar olması daha uygundur. Böylece bundan sonraki âyetlerin inişine sebeb, başka bir hadisenin olması gerekir. Nitekim o mevzudaki rivayetler de nakledilecektir. Fakat Tirmizî mektup hakkındaki Hz. Ali hadisini rivayet ettikten sonra ‘el-âyeh’ yerine ‘hâzihi’s-sûre: bu sûre nazil oldu’ diye açıkça ifade ederek, söz konusu hadiseyi, bütün sûrenin nüzul sebebi olarak göstermiş ve bu hadis için, ‘hasenun sahîhun" tabirini kullanmıştır. Ebu Hayyân (rh.) da el-Bahru'l-Muhit'te, ‘Bu sûre Medenî'dir ve Hatib b. Ebi Belte'a sebebiyle indirilmiştir’ demekle bunu tercih etmiştir. Müfessirlerin çoğu, mutlak mânâda söz etmişlerdir. Yani ‘Söz konusu âyet, Hâtıb b. Ebî Beltea hakkında nazil oldu’ deyip hadiseyi nakletmekle yetinmişlerdir ki, nakledilen bu rivayet, hem bu âyetin hem sûrenin tamamının nüzûl sebebi olabilir. Muhacirlerden ve Bedir ehlinden olan Hâtıb'ın vâlidesi, oğulları ve kardeşleri Mekke'de kalmış, mektup sebebiyle korumak istediği de onlar olmuştu. Mektubun muhtevasını, Alûsî (rh.) bazı rivayetlere göre şöyle nakletmiştir: ‘Yani haberiniz olsun Rasulullah (s.a.v.) size doğru gece gibi bir ordu ile yöneldi ki, sel gibi akıyor. Allah'a yemin ederim ki, yalnız başına da gelse Allah mutlaka onu size karşı galib kılacaktır. Çünkü ona olan sözünü yerine getirecektir’.

Görülüyor ki bu mektubun mündericatında (muhtevasında, uyd. içeriğinde) esas itibariyle yanlış ve imana ters düşen bir şey yoktur, bilakis kuvvetli ve dosdoğru bir iman delili vardır. Ancak bunun en büyük mahzuru / sakıncası; gizli tutulması gereken bir sırrı, bir harb hedefini düşman tarafına gizlice ulaştırmış olmasaydı. Mektubu gizlice götüren kadın da, Rasûlullah Efendimizden (s.a.v.) gördüğü lütuf ve yardıma rağmen bir casusluk yapıyordu. Bu sebeple Rasûlullah’ın (s.a.v.) açık bir mûcizesi göründü ve böylece yolda deve üzerinde hevdec denilen mahfel içinde giden o kadının yakalanacağı, Ravza-i Hah mevkii ile aynen haber verilerek sahabilerin büyüklerinden koşturulan süvarilerle mektup çıkartılıp getirtildi ve okundu.

Sonra da mektubu yollayan Hâtıb b. Ebî Beltea (r.a.) muhakeme edildi. Maksadını dosdoğru söylediği ve mağfiretle müjdelenen Bedir ashabından olduğu için affedildi. Ayrıca kendisine mektup verilen kadının getirilmesi hususunda da ısrar edilmedi. Ancak Mekke'nin fethinde eman verilmeyip öldürülen üç erkek ile iki kadından birisi, bazılarına göre bu kadındı.”  [Elmalı’lı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, 1971, 1, 4890-91-92]

Go to top