Es-Selamu Aleykum Hocam..

Cemel vakasında hz Aişe validemiz, Hz Ali efendimizle İhtilafa düşmüştür diye anlatılır..Bununla beraber sıffin savaşında iki taraftanda ölenler şehit ve Müslümandır diye bilinir.. . hatta Veysel karani de bu savaşta şehit düşmüştür diye söylenmiştir..Bu mübarek hadis-i şerif ile bu tür yaşanan konular arasındaki mana nedir hocam?

Bize silah çeken bizden değildir” (Buhari, Sahih, Kitab Diyat)

Ve yine buyurur: “İki Müslüman kılıçlarıyla karşılaşsalar, öldüren de ölen de ateştedir”
Ya Rasülellah, öldüreni anladık, ölenin suçu ne ki ateşte olsun?” dedim, “Öldürülen de arkadaşını öldürme konusunda hırslı idi” buyurmuş. (Buhari, Sahih, Kitab İman, hadis no 30)

Allah razı olsun.. Mehmet Fazıl

*******

Ve aleykümü’s-Selam.

1- Evet, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) “Bize silah doğrultan bizden değildir.” [Buharî, Sahih, Fiten, 7] buyurmuşlardır.

Bu hadis-i şerifte, Müslümanların birbirinin hak ve hukukuna saygı göstermeleri imanlarının bir icabı olduğuna işaret edilmiştir. “Bizden değildir” ifadesi, tekfir anlamında olmayıp, işin çirkinliğini ve böyle bir zulmün büyüklüğünü göstermeye müteveccihtir. Çünkü, Müslümanın vazifesi, Müslüman kardeşinin haklarını savunmak, ona yardım etmek, kâfirlerin ve zâlimlerin zulmünden onu korumaktır. Binaenaleyh, sadece korkutmak niyetiyle dahi olsa ona karşı kırıcı, yaralayıcı, öldürücü herhangi bir silah çekmek, silah doğrultmak büyük bir vebâldir.

Bu hadisin “bizden değildir” ifadesi, “Bizi aldatan bizden değildir.”  (Müslim, Îmân 164) hadisinin ifadesi gibidir. Yani bu gibi ifadeler, bu tür İslâm’a uygun olmayan davranışların çirkinliğini zihinlere yerleştirmek için kullanılan ağır bir azarlama üslûbudur. Nitekim, Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

“Bize silah çeken bizden değildir. Bize hile yapıp aldatan da bizden değildir.” [Müslim, Sahih, İman, 164, Fiten, 16; Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Sünen, Büyû, 50; Tirmizî, Sünen, Büyû 72; İbn Mâce, Sünen, Ticârât, 36]

Buna göre Müslümanlara eziyet vermenin apaçık günah olduğu anlaşılmaktadır. Hatta bunun şakası bile yasaklanmıştır. Şakayla da olsa, bir Müslüman'a silah doğrultmak veya bıçak çekmek doğru bir şey değildir. Her şeyden önce, o insanı korkutmaya ve yaralamaya sebep olabilir. Haksız yere bir Müslüman'ı yaralamak ne kadar günahsa, yaralamaya giden yolları yapmak da o kadar tehlikelidir. Böyle bir davranışın yanlış olduğunun başlıca iki sebebi vardır. Birisi, o insanı korkutmaktır. Diğeri de onun zarar görmesi ihtimalidir.

Bir Müslüman'ı korkutmanın hadis-i şeriflerde yasaklandığını okuyoruz. Bu mevzuda Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

“Kim bir mü'mini korkutursa, onu kıyamet gününün korkunç manzaralarından emin kılmamak Allah'ın hakkıdır.” [el-Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, 3:484]

Bir başka hadis-i şerifte ise, “bir Müslümana korkutucu bir gözle bakmanın” bile yasaklandığı ifade edilerek şöyle buyrulur:

“Her kim bir Müslümana haksız olarak korkutucu bir gözle bakarsa, kıyamet gününde Allah Teala da onu korkutur.” [Bkz. el-Münzirî, a.g.e. ilgili bölüm]

Hatta bazı hadislerde, bir Müslüman'ı korkutmak için eşyasını almak (saklamak) bile yasaklanmıştır:

“Sakın, sizden biriniz şaka ve korkutmak maksadıyla arkadaşının eşyasını almasın.” [Ebu Davud, Sünen, Edeb, 9]

Bir insanı endişeye sevk etmenin en tehlikeli yolu, kesici ve ölümüne sebep olacak bir âletle korkutmaktır. Çünkü bazı insanlar, silah ve bıçak gibi şeylerden çok korkarlar. Bazı hastalıkların, korku sonucu meydana geldiği de düşünülürse, yapılan hareketin ne denli tehlikelere yol açacağı kendiliğinden anlaşılır. Bu mevzuda da Fahr-i Kâinat Efendimizin (s.a.v.) ikazları mevcuttur. Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyururlar:

“Bir kimse, Müslüman kardeşine bir demirle işaret ederse, bırakıncaya kadar muhakkak melekler ona lânet eder. İsterse anne ve baba bir kardeşine olsun.” [Müslim, Sahih, Birr ve's-Sıla, 125]

“Sakın, sizden biriniz kardeşine silahla işaret etmesin. Çünkü işaret eden kimse bilmez ki, belki şeytan o silahı elinden kaydırır. İşaret edilen adamı vurur da, bu yüzden Cehennem’den bir çukura yuvarlanmış olur.” [el-Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, 3, 484]

Halk arasında şaka yoluyla silah çeken kimseye, “Yapma, içini şeytan doldurur” denmesinin sebebi, bu hadis-i şerif olsa gerektir.

Evet, şaka yoluyla da olsa bıçak ve silah çekmenin birçok yaralama ve cinayetlere sebep olduğunu hepimiz biliriz. Çevremizden, basından ve medyadan duyuyor ve görüyor, okuyoruz. Zaten bunun yasaklanmasının en önemli hikmeti de budur; böyle kötü bir neticeyi doğurduğu içindir.

Yine bu sebeplerden dolayıdır ki, İbn Hacer (rh.), “ez-Zevâcir” isimli eserinde bir Müslüman'ı korkutmayı ve ona silah çekmeyi haramlar arasında saymaktadır.

2- Ve yine Efendimiz (s.a.v.), sizin de naklettiğiniz üzere buyurmuşlardır ki:  İki Müslüman kılıçlarıyla karşılaşsalar, öldüren de ölen de ateştedir”Ya Rasülellah, öldüreni anladık, ölenin suçu ne ki ateşte olsun?” dedim, “Öldürülen de arkadaşını öldürme konusunda hırslı idi” buyurmuş. (Buhari, Sahih, Kitab İman, hadis no 30)

Kardeş kavgaları hususunda Rabbimiz (c.c.), Atamız Hz. Adem’in iki oğlunu misâl verir ve şöyle buyurur:

Onlara Âdem'in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyle oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine), ‘Seni öldüreceğim’ demişti. Diğeri ise şöyle cevap vermişti: ‘Allah, (kurbanı, ibadet ve  iyilikleri) yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder. Allah'a yemin ederim ki, sen beni öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben âlemlerin Rabb'i olan Allah'tan korkarım. Ben isterim ki sen, benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip ashâb-ı nârdan (ateş halkından / Cehennemliklerden) olasın! Zalimlerin cezası budur. Bunun üzerine kurbanı kabul edilmeyenin nefsi kendisini, kardeşini öldürmeye teşvik etti ve onu öldürdü. Böylece hüsrana düşenlerden (maddî-manevi zarara-izyana uğrayanlardan) oldu.” [Mâide suresi, 27-30]

Buradaki kan bağıyla alakalı kardeşlik meselesinin içine, elbetet ki iman-İslâm kardeşliği de evleviyetle dahildir.

Sa’d ibni Ebî Vakkas (r.a.) anlatıyor: Rasû-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:

Yakında fitne çıkacak, o zaman oturan yürüyenden hayırlıdır, yürüyen koşandan hayırlıdır”.

Sa’d (r.a.) soruyor, diyor ki: “(Yâ Rasulallah!) Bir adam evime girse ve beni öldürmek için elini bana doğru uzatsa ne dersin? Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) şöyle cevap veriyor: “Âdem’in oğlu (Habil) gibi ol. (Onun davrandığı gibi davran)”. [Tirmizi, Sünen, Fiten, Hadis no: 2354] Buradaki nasihat, sadece soruyu soran sahabiye değil, kıyamete kadar gelecek bütün mü’minlere şâmildir.

Kezâ, sadedinde olduğumuz hadis-i şeriflerinde Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “İki Müslüman kılıçlarıyla karşılaşsalar, öldüren de ölen de ateştedir”. Râvi, ‘Yâ Rasülellah, öldüreni anladık, ölenin suçu neki ateşete olsun?’ diye sorduğunda, ‘Öldürülen de arkadaşını öldürme hususunda hırslı idi’ buyurmuştur”. [Buhari, Sahih, İman, Hadis no: 30] Yani onun da niyeti, şayet elinden gelse, becerebilse öbürünü öldürmek idi.

Velhâsıl, ehl-i küfür için hazırladığımız silahı Mü’min kardeşimize doğrultmadığımız-sıkmadığımız gibi, zâlimler-kâfirler için kullanacağımız üslûpla, dil kılıcıyla Müslüman yüreğinde yaralar açmamalı, birbirimize karşı kalemlerimizi ok gibi, füze gibi kullanmamalıyız. Binaenaleyh, Muhammed Allahın Rasûlüdür. Onun maiyyetinde (beraberinde, yolunda) bulunanlar da kâfirlere karşı çetin (ve metîn), kendi aralarında (gayet) merhametlidirler”… [Fetih suresi, 29] ayet-i kerimesindeki tarif ve tavsife uygun davranmalıyız.

Kardeşlerimize karşı Yunus Emre’nin (k.s.) dediği gibi, “Dövene elsiz gerek / sövene dilsiz gerek” olacağız… Bize düşmanlık yapan kardeşlerimize karşı bile beddua değil, hayır-dualar okuyacağız.

3- Söz konusu tarihî hadiseler ise, bizi yani efrâd-ı ümmeti aşan meselelerdendir. Her iki tarafın da kim olduğu, İki Cihan Serveri Efendimize (s.a.v.) yakınlıkları, hangi manevi derece ve mertebelerin sahipleri bulundukları Ehl-i Sünnet müntesipleri nezdinde müsellemdir.

Ayrıca gerek zâhir gerekse bâtın ilimler bakımından da müçtehittirler. İçtihatları üzere hareket etmişlerdir, öyle de olması gerekirdi elbette… Çünkü her müçtehit kendi içtihadı üzere amel eder. Müçtehit de malumunuz, içtihadından dolayı muahazeye tâbi tutulmaz. Eğer hükmünde isabet etmişse iki sevap, hata etmiş ise azap değil bir sevap kazanır.

Bu sebeple diğer insanlara, bizim gibi sıradan-mukallit Müslümanlara düşen ise, onların arasında cereyan eden hadiselerde -hâşâ- haddi aşıp hakemlik yapmaya kalkışmak, haklı-haksız gibi tehlikeli ayrımlara cür’et etmek değildir.

Yapmamız gereken şey; biraz önce onlar hakkında zikrettiğimiz değerler manzumesini göz önünde bulundurup sükût etmektir. Şairin dediği gibi, “İdrâk-i meâli bu küçük akla gerekmez  / Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez” deyip kendi hata ve kusurlarımızın tashih ve telafisiyle meşgul olmaktır. Hasılı, İmam Şâfii (rh.) hazretlerinin o güzel ifadeleriyle, “Allah (c.c.) bizim elimizi o kana bulaşmaktan muhafaza etmiş, biz de dilimizi koruyalım”!

 

 

Go to top