ankaralı, antep, mehmet altsoy farklı rumuzları altında aynı üslûp ve aynı saçmalıkları mündemiç sözde soruların, aslında okunmaya, değerlendirilmeye ve cevaba da liyakatleri olmadığı açık. Onun için yazının başlığında "Saçmalama özgürlüğü!" terkibini kullandım. 

O bakımdan açıkça ifade edeyim ki; eğer selef-i salihîn bu ve benzeri sorulara cevap / cevaplar vermemiş olsalardı, tek kelimeyle karşılık vermez, hepsini de derhal çöpe havale ederdim. Ancak başta İmam-ı Azam (rh.) hazretlerinin bir dehrî ile olan münazarasını ve diğer pek çok ulemanın bu familyadan yaratıklara verdikleri cevapları, kaleme aldıkları reddiyeleri-risaleleri göz önünde bulundurup, bu “saçmalıklar”a da münasip tarzda, uygun bir üslûpla cevap verip karşılıksız bırakmamanın muvafık olacağını düşündüm. Böylece, dokuz farklı soru tarzındaki fakat hemen hepsi de birbirine benzeyen ve inanç zafiyetinden kaynaklanan sözde soruları birleştirip, aynı sayfada sırasiyle maddeler halinde cevaplamaya çalıştım. İnşaallah mâlâyâniye girmez, faydadan halî olmaz. “Ey Rabbimiz! Unuttuk yahut yanıldıysak, bizi tutup sorguya çekme”. [Bakara suresi, 286]

Öncelikle bu ve benzeri eğri-büğrü düşüncelerle, vesveselerle mâlûl kişilere tavsiyemiz; İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerinin usûliyle ilim-amel-ihlâs sacayağını ayakta tutmaya çalışmalarıdır. Bunun için de evvela sağlam ilmî temellere dayalı olarak Ehl-i Sünnet esaslarına göre itikadlarını, sonra da amellerini tashih edip ardından da ihlâs’a sahip olmaya gayret göstemelidirler. Tabii bu sahada yol alırken, mevcut vesveselerine de son vermeleri, onlardan tamamiyle kurturlamak için azami çabayı sarf ederek, kurtarması için de Cenab-ı Mevlâ’ya iltica etmelidirler. 

Sorular ve cevapları

1- “Tasavvuf: tarikatta tarikata girenleri boy abdesti almaları lazım diyorlar bazılarıda diyor ki sanki cunübüz öyle diyorlar.islamiyette ne kadar yeri var

Mesele tasavvuf âdap ve usûliyle alakalıdır, binaenaleyh şer’i bir emir değil tavsiyedir. Yoksa fıkhî açıdan bir cünüplük söz konusu olup da yıkanmak farzdır anlamına değildir. Elbette ki boy abdesti normal abdestten daha faziletlidir. Hakiki mü’min, daima her şeyin en iyisine, en üstününe talip olmalıdır. Söz konusu ettiğiniz meselenin İslamiyet’teki yeri, biraz önce belirttiğimiz gibi, âdapla-edeple alakalıdır. Edebe riayeti gereksiz görenlere söylenecek bir şey de yoktur. Dinimizde ve bahusus tasavvuf yolunda, âdap yoksunluğuyla elde edilebilecek pek de fazla bir şeyden söz edilemez. Her şey edeple güzeldir. Bu hususta ciltler dolusu kitaplar yazılır. Ama önemli olan o yazılanları hazmederek okumak, mucibince âmil olmaktır.

2- “kuranda melekler: kuranda ruhanilerin varlığından bahsediyor ama akılla ispatı yapılıyomu?yapılmıyorsa bu kuranın eksik olduğunu göstermez mi?”

Melekler gaybî varlıklardır, latiftirler, basar’la görülmezler, basiretinle ahirette görebilirsin ama, o zaman da iş işten geçmiş tavşan yamaca ulaşmış olur. O bakımdan meleklere iman meselesi, gayba iman mevzuuna girer. Mü’minleri münkirlerden temyiz ve tefrik eden vasıf ve hasletlerin önde gelenlerinden biri, gayba inanmaktır. Görünene kim olsa inanır, inanmak mecburiyetindedir; zira gözünün gördüğünü inkâr, ahmaklık ve eblehliktir! Yeis halindeki imanın kabul edilmemesinin sebebi de, o anda kişinin, daha önce göremediği ölüm meleğini ve Cehennemde gideceği yeri ekranda seyreder gibi görmesinden, yani gördükten sonra inanmasından dolayıdır. Kısacası şuhûdî iman makbul değildir, iman gaybe olacak…

İslâm sadece akıl dini değildir, akılla beraber “nakil” de vardır. Aklın durduğu, gidemediği-kavrayamadığı bu ve benzeri noktalarda devreye nakil girer. Nakil’de haber verilenlere ise “inanmak” iktiza eder. Çünkü o saha, aklın sahası değil, naklin ve imanın-inanmanın sahasıdır. Bu husus, Kur’an’nın -hâşa- eksikliğini değil, kendisinde hiçbir noksanın bulunmadığının ve tenakuzun bahis mevzuu olamayacağının bariz bir isbatıdır. Bkz. http://halisece.com/islam-ve-sosyal-meseleler/1097-islam-mantik-dini-midir.html

3- “kuran evrensel mi: kuranın bütün ayetleri evrensel diyorlar ahzap 50-55 ayetleri evrensel mi?çok eşlilik sadece peygamberimize izin verilmiş o zaman bu ayet evrensel değil bu ne kadar doğru bu ayetlerden alacağımız ders yok mu?”

Hemen belirtelim; bu ayetlerden alacağınız çok ama çoook dersler var!.. Ama o derslerden evvel tedris etmeniz gereken pek çok temel İslâmi ilimler, kavramlar mevcut. O basamakları çıkmadan sözünü ettiğiniz noktalardan istifade edebilmeniz muhâl! Bunları burada size sayıp dökmekse sanırım abesle iştigâl!

Unutmayın ki, her şeyden evvel Kur’an-ı Kerim Allah kelâmı olması hasebiyle tabii ki cihanşümûldür (sizin uyr. deyiminizle evrenseldir).

Ahzâb suresi 50-55’inci ayetler, başta Efendimize (s.a.v.) mahsus hüküm olmak üzere, nikâhla-evlenmeyle alakalı pek çok meseleyi tavzih etmektedir. Ayrıca “taaddüd-i zevcât”ın helâlliği sadece Rasûlullah Efendimiz’e (s.a.v.) mahsus bir hüküm değil, adâletle muamele kaydı ve şartları gereği ümmetin bütün erkeklerine şâmildir. Fark yalnızca sayıdadır; O’na dokuza kadar helâldir, ümmet içinse dörde kadar... Bu durum da “Hasâisü'n-Nebî”ye dahil bir husustur. Yani Peygamber Efendimize (s.a.v.) hâs bazı hükümler vardır. Bu hususiyetlerin bir kısmı ümmetine haramdır. Aynı anda dörtten fazla (dokuz) kadınla evli olmak da Rasûl-i Ekrem’e (s.a.v.) ait hususi hükümlerdendir. Onun gücü efrâd-ı ümmetten farklıdır. [Bkz. Râmûzu’l-Ehâdis, Hadis no: 85; Marifetname, s. 1094] Bu sebeple bir başkası bu noktada Sevgili Peygamberimizi (s.a.v.) örnek alamaz, bu caiz değildir. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) bu hususta müstesnadır. Nitekim bundan başka hususlar da vardır ki, O’na haram olduğu halde ümmetine helal kılınmıştır. Mesela O'na ve ailesine zekât-sadaka helâl değildir. Ayrıca diğer peyganberler gibi Peygamberimiz (aleyhimüsselâm) de miras bırakmamıştır. Teheccüd namazı O’na farz olmasına rağmen ümmetine sünnettir ve saire…

Hasâis ve Hasâisü’n-Nebî nedir? Bunu da bir nebze anlatmaya çalışalım, çünkü bu meselenin de cahili olduğunuz anlaşılıyor.

Bilindiği gibi canlıların her nev’inin kendine mahsus bir davranış şekli ve hayat tarzı vardır. Bu hayat tarzı, o cinsin her ferdinin de hayat tarzıdır. Fertler, neviler ve cinsler başkalarında olmayıp, sadece kendilerine mahsus şeylerle diğerlerinden ayrılırlar. [Esîru'd-Din el-Ebherî, Îsâğûcî, İstanbul 1987, s.17-19]

Mevzumuzun adını teşkil eden hasâis kelimesi, "hâssa"nın cem'idir. Hâssa, bir nesnede bulunup diğerlerinde bulunmayan şeylere denir. [Âsim Efendi, Kamus Tercümesi, İstanbul 1305, II, 1167] Ayrıca bir şeyi başkalarından ayıran sıfatlara da el-Hasîse denir. Bunun cem'i de, "hasâis" gelir. [Hey’et, el-Mu’cemü'l-Vasit, Tahran, yyy., I, 237]

Mantık âlimlerine göre, "hâssa"; arazî (geçici) bir söz olup bir şeyin hakikatına dahil fertlerin (cüzlerin) sahip olduğu bir hükümdür. Bu hüküm, onun bütün fertlerinde olacağı gibi bazı fertlerinde de olabilir. [el-Cürcânî, Kitâbu't-Tarifat, İstanbul Ofset, yyy., s.95]

Ancak bizim burada "hasâis"ten kastımız, sürekli-devamlı sıfatlardır...

"Hâssa"nın (özelliklerin) bir esas olduğunu kabul edersek, peygamberliğin de kendine mahsus sıfat ve hususi davranışlarının olduğunu, bu sıfat ve davranışların peygamberlikten ayrılmayacağını anlamış oluruz. Yine peygamberlerin Allah'tan emir alacak -kendilerine mahsus- bir kabiliyette yaratılmış olduklarını müşahede etmiş bulunuruz. [Mevlanâ Şibli, Asr-ı Saadet (sade. O.Z. Mehmedoğlu), İstanbul 1974, 11, 383]

Ümmetine ve diğer peygamberlere, Allah Teala'nın verdiği meziyetlerin hemen hepsi Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) verilmiştir. Bunlar da Allah'ın (c.c.) bildirdiği emirler, nehiyler ve ikramlardır. Hâtemü’n-Nebî Efendimiz’e (s.a.v.) bu meziyetlerde kimse ortak olamamıştır, işte bunlarda O'nun hasâis'i olmuştur.

Hasâis, Efendimizin (s.a.v.) yapması veya yapmaması gerekli yahut yapması mubah olan fiilleri ve halleridir. Bir fiili bir kişi yapar da ona, o işte bir başkası ortak olursa buna hasâis denmez. [el-Kastâllânî, el-Mevâhib I, Beyrut, yyy., 391]

Unutulmaması gerekir ki; peygamberlik vazifesi, peygamber olarak seçilen zâtı beşer olma hususiyetinden çıkarmaz. Umumi manada diğer insanlar için caiz olan veya olmayan şeyler O'nun için de geçerlidir. Ancak bunlarla beraber, peygamberlerin birtakım özelliklere sahip olması daima söz konusudur. [Çakan, İsmail Lutfi, Hadislerde Görülen İhtilaflar, İstanbul, 1982, s. 111]

Hasâis'in varlığı tesbit edilip buna inandıktan sonra, onun diğer hallerle beraber vücuda getirdiği ahlâkî, ferdî vasıfları da bilmek için, mevzuyu kısa da olsa dile getirmek gereklidir. Bu cümleden olarak Nebî’ye mahsus haslet ve hükümlerin diğer haller ile münasebeti şöyle özetlenebilir:

Hasâisu'n-Nebî'nin muhtevası, bazı meseleler itibariyle diğer hallerini de ihtiva etse dahi, hasâis'inin gereği olarak onların dışında kalması lazımdır. Zira hasâis, başkalarının ortak olmadığı şahsa mahsus hükümler ve vazifelerdir.

Hasâis müellifleri Rasûl-i Ekrem Efendimize (s.a.v.) münhasır kılınan ilâhî hüküm ve lûtufları umumiyetle farzlar, haramlar, mubahlar ve sadece ona lütfedilen üstünlükler olmak üzere dört grup halinde incelemişlerdir. Şöyle ki:

Yalnız Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) münhasır kılınan farzlar…

Sadece O’na haram kılınan hususlar…

Resûl-i Ekrem'e (s.a.v.) hâs bazı mubahlar…

Fahr-i Kâinat’a (s.a.v.) lütfedilen üstünlükler (Fezâilü'n-Nebî… Hem Kur'an'da hem önceki semavi kitaplarda O’nun dünyevi ve uhrevi faziletine delâlet eden pek çok âyet vardır.) Merak ediyorsanız mevzuun detayı için ana ve temel İslâmî kaynaklara bkz.

4- kuranda lafzı nesh: kuranda lafzı nesh var ama hala hükmü devam ediyor madem hükmü kalkmamış neden lafzı kalkmış bu kuranın eksik olduğunu göstermez mi?allah neden kendi kelâmını kaldırmış bu israf değil mi?bu boşu boşuna kelâmını kullandığı anlamına gelmez mi”

Bu mesele usûl-i fıkıh ve usûl-i tefsir ilimleri sahasına girer. Eğer o ilimlerle ünsiyetiniz varsa anlamakta-kavramakta zorlanmazsınız. Yoksa da malumunuz, cehaleti gidermenin tek çaresi vardır; o da öğrenmek… Evet, Kur’an-ı Kerim’de lafzı mevcut hükmü mensuh olan ayet olduğu gibi, hükmü bâki, lafzı mensuh olan ayetler de vardır. Bunların sebepleri, hikmetleri, maslahatları söz konusu ilim dalına dair yazılan eserlerde açıklanmıştır. Bakacak, okuyacak ve anlamaya çalışacaksınız. Ayrıca bkz. http://halisece.com/islami-yazilar-ve-makeleler/1243-nasih-ve-mensuh-meselesi.html

Kur’an’da bir eksiklik ve fazlalılığın söz konusu olmayacağını / olamayacağını bizzat Rabbimiz haber veriyor yüce kitabında… Tek kelimeyle saçmalamışsınız! Avcılıkla ne kadar ilginiz var bilmiyorum ama, âdeta şairin, “Avcının attığı da konuştuğu da saçmaydı” dediği gibi bir tablo oluşmuş yazdıklarınızla…

Allah Teala kendi kelâmını neden kaldırdığını Kur’an’da yine bizzat kendisi şöyle haber veriyor: “Biz bir ayeti nesh eder veya unutturursak, mutlaka ondan daha hayırlısını veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir.” [Bakara suresi, 106]

Tabii ki neshin de unutturmanın da sebepleri var, en başta insan hayatındaki tedric ve tekâmül kanunları-esasları olmak üzere... Dolayısiyle “israf” kavramıyla uzaktan ve yakından alakası olmadığı gibi, bunu Mevlâ hakkında düşünmek bile abes, hatta akla zarar! Zira Cenab-ı Hak Hakîm'di, hâşâ 'boşu boşuna kelâm kullanmak' gibi abes bir iş yapmaz. Ancak o hikmeti sen-ben, o-bu kavrar veya kavrayamaz. Bu da ayrı bahis…

5- “allahın kudreti,nesh: allahın kudreti herşeye yeter ama buna rağmen insanın aklına takılan sorular kendi kendini yok edebilirmi?yada sonsuz kudretiyle kendi sıfatlarını eksiltebilirmi?ikna edici cevap verseniz sevinirim”

Soru diye yazdığın bu zırvalar, ilmî müstenidattan yoksun olduğu gibi, tamamen akıl-mantık sahasının da dışındadır. Külliyen abesle iştigâldir. Cehaletin de tevesvüs ve tefelsüfün de son kertesidir. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın varlığının vâcibü’l-vücûb ve ezelî - ebedî olduğunu bilip buna inanan bir insanın, o tür şeytanî vesveselerin saçmalığını bilmemesi mümkün değildir. Kısacası bu kuruntuların tamamı “zırva”dır, zırva da te’vil götürmez, cevaba da liyakati yoktur. Böyle birilerini ikna, ancak Mu’tezile’nin Lâ-Edriye kolunu ikna metoduyla mümkündür! Yani ateşin yaktığını isbat ve onu ikna için, elini ateşe sokup tutmakla olur…

6- “hz.muhammed s.a.v: hz.muhammed s.a.v bize ayakta suyu yasaklamasına rağmen kendisi ayakta suyu içmiştir nasıl bir peygamber kendi dediğini kendisi çiğniyor bunu açıklarmısınız”

Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) o tavrı; su içme âdabının en uygun ve bedene en faydalı şeklininin oturarak içmek olduğunu beyan, zaruret hallerinde ise ayakta da içilebileceğini göstermek içindir. Kendi dediğini “çiğnemek”, konuştuklarında, davranışlarında tenakuz-çelişki gibi ahlâk-ı zemime de sen ve senin gibilere mahsus bir karaktersizliktir. Rasûl-i zîşân (s.a.v.), bu tür yanlışlardan berîdir, O tamamiyle ve kemaliyle mekârim-i ahlâkın tamamlayıcısı ve sahibidir.

7- “hz.muhammed asm: hz.muhammed s.a.v hasaisi var örneğin teheccüt namazı ona farz oluşu,zekatın ona haram olması gibi niye peygamberimize hasaisi var hikmeti nedir? bu bize örnek olarak gönderilmiş ama o yönlerden örnek olamıyor”

O bize her haliyle, kavliyle, takririyle hayatın her safhasında en güzel örnektir, Kur’an ifadesiyle “üsve-i hasene”dir. “o yönlerden örnek olamıyor” demek, edep yoksunu olmanın bir göstergesidir.

Hasâis ona, yani Habibine bizzat Rabbinin lütfudur, ihsanıdır, ikramıdır. Sen bile sevdiklerine, sevgi derecene göre ikramlarda, muamelelerde bulunmaz mısın? Herkese, her insana aynı davranabilir misin? Başkaca bir hikmet ve sebep aramaya gerek var mı?

Ayrıca malum, Ona mahsus hükümlerden biz mes’ul değiliz. Ona teheccüt namazını farz kılan da, zekât ve sadaka malını haram eden de Rabbidir. Adı üzerinde bunlar O’na mahsus haller ve hükümlerdir. Düşünsene; Türkçemizde bile “Allah, dağına göre kar verir” tabirimiz vardır. Ona yüklediklerini, Ona verdiği imtihanları, sıkıntıları bize vermiş olsa idi Mevlâmız, biz bu zayıf halimizle nasıl tahammül edebilirdik?! Hasâis-ı Nebî meselesi 3’üncü maddede genişçe anlatıldı. Oraya tekrar bir atf-ı nazar ediniz.

8- “kuran mücizeleri: kuranın allahın kitabını olduğunu ispatlarmısınız”

Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın kitabı olduğuna dair en başta en açık delil, insanlığa onu Allah’ın Rasûlü Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) tebliğ ve talim etmesidir.

Aklî, mantıkî, aktüel ve naklî delillere gelince…

(Aşağıda linkini verdiğimiz bir siteden naklen)

- 600 sayfalık bir kitabın harf-harf, kelime-kelime, ayet-ayet, sûre-sûre ezberlenmesi
Sizce 600 sayfalık bir kitabın bu şekilde ezberlenmesi mümkün müdür? Hem de bu kitap, lisanını hiç bilmediğiniz bir dilde yazılmış ise… Hem de her sayfasında karışıklığa sebep olabilecek birbirine benzeyen pek çok cümle ve kelime bulunuyorsa?

- Kur'an'ın usandırmaması
Çok sevdiğiniz bir kitabı kaç defa okuyabilirsiniz? 3 defa mı, 5 defa mı, 10 defa mı? Yoksa 100 defa mı? Ya da sevdiğiniz bir yemeği kaç gün üst üste yiyebilirsiniz? 3 gün, 5 gün ya da 10 gün mü? Evet, en tatlı ve en hoş şeylerde bile tekrar sebebiyle bir usanç ve bıkkınlık oluşur.

- Belâgatin dâhi alimleri Kur'an'ın Allah Kelâmı olduğuna şahittir
Kur'an'ın kelimelerindeki kusursuzluğa ve beşerin sözü olamayacağına, belâgat ilminin yani söz söyleme sanatının dâhi âlimleri şahittir.

- Kur'an'ın kulağa hoş gelmesi, Allah'ın kelâmı olduğuna delildir
Kur'an her kulağa hoş geliyor. Hatta en hastalıklı, az bir sözden rahatsız olan bir kulağa bile nâhoş gelmiyor… O hasta, Kur'an'ı dinlerken teneffüs ediyor.

- Kur'an, düşmanlarının tasdikiyle dahi Allah'ın kelâmıdır
"Asıl mükemmellik" o dur ki, dostlardan ziyade düşmanlar tasdik edecek. Düşman bile, onun güzelliği karşısında secde edecek. İşte Kur'an bu yönden de emsalsizdir. Zira Kur'an'ın düşmanları dahi, Kur'an'ın ifadelerindeki güzelliğe hayran olmuşlardır.

- Kur'an kelimeleri arasındaki sayı bakımından uygunluk
Kur'an-ı Kerim'de geçen bazı kelimeler arasında “sayı bakımından uygunluk ve denklik” vardır. Buna "kelimelerin geçiş adetleri arasındaki tevafuk" denir. Birbirine benzer veya zıt manadaki kelimeler aynı adette zikir edilmiştir. Bunu, bir beşerin düşünmesi ve yapması mümkün değildir. O halde Kur'an, "kelimelerinin geçiş adetleri arasındaki tevafukun" şehadeti ile de Allah'ın kitabıdır / sözüdür.

- Kur'an hiçbir insanın sözüne benzemez
Kur'an'ın benzeri bir kitap yazmak ve taklidini yapmak için iki ciddi sebep vardı: Birisi, düşmanlarının karşı koyma ve tenkit hırsı, diğeri ise dostlarının üsluplarını Kur'an'a benzetmek ve taklit etmek şevki.

- Kur'an'ın yaptığı inkılâplar isbat eder ki, Kur'an Allah'ın kelâmıdır
Sigara gibi küçük bir âdeti değil, kan ve damarlara karışan çok büyük âdetleri ve inançları, hem de öyle küçük bir topluluk içinde değil, gayet büyük ve kalabalık ve aynı zamanda âdetlerine son derece bağlı ve inatçı bir topluluk içinde, cebir ve zorlama olmaksızın, az bir kuvvetle ve gayretle, az bir zamanda bütün bu âdetleri kaldırıp, yerlerine en güzel ahlâkı tesis etmesi ancak Kur'an nûrunun / güneşinin gönüllerdeki aksindendir.

- Kur'an'ın, her an milyonlarca dil tarafından okunması isbat eder ki, Kur'an Allah'ın kitabıdır

Kur'an ayetleri her an milyonlarca dilde saygı ile okunur. Hâlbuki hiçbir beşer sözü, asırlarca ve her asırda milyonlarca dil tarafından okunmamıştır.

- Hâtemü’l-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) peygamberliğini isbat eden bütün deliller, aynı zamanda Kur'an'ın da Allah'ın kelâmı olduğunu isbat eder

Zira Kur'an, Allah'ın kelâmı olduğuna dair bütün mûcizeleriyle, Efendimiz’in (s.a.v) peygamberliğine bir delildir. Çünkü Kur'an'ın, Allah'ın kitabı olduğu isbat edildiğinde, elbette ki bu kitabı tebliğ eden zatın peygamberliği de kabul edilmiş ve isbat edilmiş olur.

- Asrımızın filozoflarının tasdikiyle de Kur'an Allah'ın kitabıdır
Bütün temiz vicdanlar ve selim fıtratlar Kur'an'ın Allah'ın kelâmı olduğunu tasdik eder. Çünkü kalbin huzuru ve vicdanın tatmin olması ancak Kur'an'ın nûruyla mümkün olur. İnsanın yaratılışı hal diliyle âdeta Kur'an'a; "Yaratılışımızın kemali sensiz olamaz" der.

- Kur'an'ın meyveleri olan evliyalar ve asfiyalar isbat eder ki, Kur'an Allah'ın kitabıdır
Kur'an'ı bir ağaca benzetirsek, o ağacın dalları; asırları, o dallardaki meyveler ve çiçekler de, o asırda yetişmiş evliyaları ve yüksek ilim sahibi olan âlimleri-ârifleri-fâzılları ifade eder.

- Kur'an'ın tercümanı olan zatın herkesten ziyade ona itikadı ve hürmeti de isbat eder ki, Kur'an Allah'ın kitabıdır. Kur'an-ı Kerim, ortaya koyduğu hikmetli kanunların şehadetiyle Allah'ın kelâmı olduğu gibi, Kur'an'ın tercümanı olan zatın herkesten ziyade ona itikadı, inancı ve hürmet etmesi de isbat eder ki, Kur'an Allah'ın kelâmıdır.

- Âlemlere rahmet Hz. Muhammed’in (s.a.v.), Kur'an'ın inmesi sırasında uyku gibi bir vaziyette bulunması da isbat eder ki, Kur'an Allah'ın kitabıdır. Kur'an ayetlerinin birçoğu nâzil olurken, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) uyku gibi bir halde bulunuyordu. Bu halden uyanır uyanmaz, kendisine vahyedilen ayetleri vahiy kâtiplerine yazdırıyordu.

- Kur'an'ın okunması sırasında meleklerin ve cinlerin pervane gibi etrafında toplanmaları isbat eder ki, Kur'an Allah'ın kitabıdır. Kur'an'ın okunması sırasında, çok işaretlerin, hadiselerin şahadeti ve Allah dostu olan velilerin haber vermesi ile meleklerin ve cinlerin pervane gibi etrafında toplanmaları, Kur'an'ın Allah'ın kelâmı olduğunu isbat eder.

- En cahilden tutun, en zeki ve en alime kadar herkesin Kur'an'ın dersinden tam hisse almaları isbat eder ki, Kur'an Allah'ın kitabıdır. Bir kitap düşünün! O kitabı hem en âlim okuyacak, hem en cahil, hem en zeki okuyacak, hem en anlayışsız, hem en dâhi okuyacak, hem bir çoban ve her birisi hissesini tam alacak.

- Kur'an'ın sosyal hayata verdiği terbiye ispat eder ki, Kur'an Allah'ın kitabıdır
Kur'an'ın toplum hayatına verdiği terbiye ile felsefenin verdiği terbiyeyi kıyas ettiğimizde Kur'an'ın bir beşer kelâmı olamayacağı ortaya çıkar.

- Çok farklı ve karışık bilgileri ihtiva etmesine rağmen hata ve tezatların olmaması isbat eder ki, Kur'an Allah'ın kitabıdır.

- Kur'an üslubu ile hadis üslubunun birbirinden uzak olması isbat eder ki, Kur'an Allah'ın kitabıdır. Kur'an-ı Kerim'i Allah'tan bize getiren Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) olduğu gibi onu tebliğ eden de bizzat kendisidir. Kur'an ondan zuhur ettiği gibi hadis te ondan zuhur etmiştir.

- Allah'ın varlığını isbat eden bütün deliller, aynı zamanda Kur'an'ın da Allah kelâmı olduğunu isbat eder. Allah'ın varlığını isbat eden bütün deliller, aynı zamanda Kur'an'ın da Allah'ın kitabı olduğunu isbat eder. Zira bu dünyayı mükemmel bir şehir ve muntazam bir saray hükmünde yaratan Allah Teala, hiç mümkün müdür ki, o şehirde ve o saraydaki en ehemmiyetli misafirleriyle ve dostlarıyla konuşmasın ve görüşmesin?

- Kur'an'ın getirdiği ve âlemlere ders verdiği kanunlar isbat eder ki, Kur'an Allah'ın kitabıdır. Kur'an'dan çıkan kanunlar, bütün hak hükümleriyle, Kur'an'ın Allah'ın kitabı olduğunu isbat eder. O hükümler ki, on dört asır boyunca her asırda insanların en az dörtte birini adâletle idare etmiş... Bir beşerin kendi başına bunu yapması mümkün değildir. Bkz. http://www.kuran-ikerim.org/index.php?s=article&aid=1071

***

Bunca akli-mantıki-aktüel delillerden sonra isterseniz biraz da Kur’an’ın kendisine, naklî delillere kulak verelim.

(1) Allah Teala insanlara ve cinlere, bu Kur’an’ın bir mislini getirmeleri için meydan okumuş, ancak onlar bundan aciz kalmışlardır. Sonra onlara on sure getirmelerini istemiş, ancak onlar yine bundan aciz kalmışlardır. Sonra Allah Azze ve Celle Kur’an’dan en küçük surenin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuş ancak onlar buna da güç yetirememişlerdir. Allah Teala’nın meydan okuduğu bu insanlar, dillerini en iyi şekilde kullanan kimselerdi ki, Kur’an onların dilinde inmişti. Bununla beraber onlar tam olarak acizliklerini ilan ettiler. Hz. Allah’ın bu meydan okuyuşu tarihte yerini almış, insanlardan hiç kimse bunlardan birini getirmeye güç yetirememiştir. Bu meydan okumaya dair Kur’an’da birçok deliller vardır. Bunlardan bazıları şöyledir: Cenab-ı Hak buyurdu ki:

“(Ey Muhammed!) De ki: "İnsanlar ve cinler, bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere bir araya gelseler, birbirlerine de yardım etseler, onun bir benzerini yine getiremezler”. [İsrâ suresi, 88]

Yoksa Kur’an’ı ‘Peygamber uydurdu’ mu diyorlar? Onlara de ki: ‘O halde, eğer iddianızda samimi iseniz, uydurma olarak, siz de onun (sûreleri) gibi on sûre getirin ve gücünüzün yettiği Allah'tan başka kimseleri de yardıma çağırın”. [Hûd suresi, 13]

Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’an’dan şüphe içindeyseniz, haydi onun (sûrelerinden birisi) gibi bir sûre getirin, bunun için Allah'tan başka şâhidlerinizi de (yardıma) çağırın; eğer sözünüzde doğru kimseler iseniz”. [Bakara suresi, 23]

(2) İnsanlar, ilimde anlayışta hangi dereceye ulaşırlarsa ulaşsınlar, muhakkak onlarda hata, yanılma ve noksanlık meydana gelir. Şayet Kur’an, Allah’ın Kelâmı olmasaydı onda birçok ihtilaf ve noksanlık olurdu. Allah Teala’nın;

Onlar Kur’an’ı hiç düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başka birisinden gelmiş olsaydı, onun içinde pek çok çelişki bulurlardı[Nisa suresi, 82] buyurduğu gibi.

Lakin o, her türlü noksanlıktan, hatadan ve zıtlıktan uzaktır. Bununla beraber hepsi hikmet, rahmet ve adalettir. Her kim Kur’an’da birbirine zıt hükümler olduğunu zannederse, bu onun hasta olan aklından ve hatalı anlayışından kaynaklanmıştır. Şayet ilim ehline dönerse, ona doğru olanı beyan eder ve ondaki problemi ortadan kaldırırlar. Nitekim bu durum Kur’an’da şöyle açıklanmıştır:  

Kitap kendilerine geldiği zaman, o yorumcular onu inkâr etmişlerdir. Oysa o, eşsiz bir kitaptır. Ona ne önünden ve ne de ardından hiçbir bâtıl girmez. O, hikmet sahibi ve hamde lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir”. [Fussılet suresi, 41-42]

(3) Mevlâ-yi zû’l-Celâl yüce Kur’an’ın korunmasını kefaleti altına almış ve,

Kur’an'ı biz, evet biz indirdik; onu muhafaza edecek olan da elbette biziz”. [Hıcr suresi, 9] buyurmuştur.

9- “allahın kudret: allahın kudreti herşeye gücü yetiyorsa bir nesneyi aynı anda hem var hem yok edebilir mi?edemezse bu sonsuz kudret olmaz sonlı kudret olduğunu göstermez mi?”

Kanaatimce bu sorunun muhteviyatı; ‘akıl tutulması, şuur kayboyması, mantık dümûru, muhakeme ve mukayesenin tabahhuru / buharlaşıp yok olması’ diye özetlenebilir… Kelâm ilmi kaidelerindendir; gâibi şâhide, şâhidi gâibe kıyas bile bâtıldır. Aynı anda bir şeyin hem yokluğundan hem varlığından söz edebilen insana, herhalde akıllı gözüyle bakmak mümkün olmaz. Çünkü bir şey ya vardır ya da yoktur. Filasıl böylesine akla nâ-revâ, ilme ve mantığa nâ-sezâ bir ucubenin, düşüncesi dahi “sünnetullah”a aykırıdır. 

Go to top