Selamun Aleykum Hocam,

Ehemmiyetle mübarek Üçalar ve Şabanı Şerif hayırlara vesile olsun. Berat gecesi ile alakalı geçenki yazınızda, risaletin hz. Peygamberimize verildiği gün demiştiniz. Çoğumuzca malum olan İkra ayetlerinin nuzül olduğu ve Hz. Peygamberin, evine gelip üzerimi örtün dediği Hz. Cebrail ile görüştüğü inziva günlerimidir? Burada bahsedilen gün Berat günümüdür? 

Ayrıca Miraç gecesi ile alakalı yazınızda Hz. Peygamberimiz bu hadiseyi anlattığı vakit bazı sahabelerin bunu anlayamadıklarını hatta inkar edenlerin olduğunu bahsetmiştiniz. Bu hususu daha tafsilatlı hangi kitapta okuyabilirz? (Çünki günümüzde ki hadiseler ile paralellik teşkil etmekte, bunu bazı hususi arkadaşlara misal vereceğimde.)

Selam ve Dua ile Yaradana emanet olunuz. Teokrat

*******

Ve aleyküm selam. Dualarınız için gönülden "amin"ler, teşekkürler...

1- O günlerin, Şemsi takvime göre hangi ayın hangi günlerine müsadif olduğu hakkında bir çalışmam ve buna dair bir ihtiyaç da hâsıl olmadı, şu an da meşgul olacak vaktim yok, bilemiyorum. Araştırmak lazım. Gerek bu sorunuz gerekse Mi’rac’la alakalı hususun tafsilatına Hadis, Tefsir, Siyer / İslâm tarihi ve mev’iza kitaplarından bakabilirsiniz. Tesbit ettikten sonra bizi de bilgilendirirseniz makbule geçer.

Maamafih bu meseleyle alakalı bir nebze konuşmamız gerekirse şunları söyleyebiliriz:

Demek ki Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) risâlet, bir Berat gecesinde verilmiş. Ama bu Berat gecesi Kamerî ve Şemsî olarak hangi yıllara / mevsime / güne tesadüf etmektedir bilemiyoruz. En azından bendeniz bilmiyorum.

Ancak dilerseniz ilk Vahiy, Nebîlik ve Risâlet üzerinde biraz duralım.

Malum olduğu üzere, bütün insanlık kapkara bir cehalet, akla hayâle gelmez sapıklıklar içinde boğuluyor, yüzmeye, sahil-i selamete çıkmaya çabalıyordu. Akıl sahipleri ve tevhid inancı içinde olan çok az bir grup insan, âlemi aydınlatacak hakikat güneşinin yakında doğacağını anlıyorlar, söylüyorlar ve dört gözle bekliyorlardı. Mekke'de bulunan tevhid inancına sahib Hanîfler de, Hıra dağı, (diğer adıyla Nûr dağı)'ndaki hususi yerlerine, mağaralara çekilip Allah Teâlâ'ya ibadetle meşgul oluyorlardı.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) de Ramazan ayı gelince, yanına zeytin, su ve kuru ekmekten meydana gelen azığını alır, orada inzivaya çekilir, Allah Teâlâ'ya ibadete dalardı. Bu ibadeti, olanlardan ibret almak, hakikati düşünmek, iç âleminde murakabeye varmak mahiyetinde oluyordu.

Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) 40 yaşına girdiği zaman kendisine Nebîlik, 43 yaşında ise Rasûllük (risâlet) geldi. Nebîlik doğru rüyalarla başlamıştı ki, altı ay müddetle rüyasında gördükleri aynen çıkıyordu.

Milâdî 610 yılının Ramazan ayında yine böyle Hıra dağına çekildiği sırada, ayın 17'sine rastlayan Pazartesi gecesi seher vaktinde, bulunduğu mağaranın içinde bir ses ve bir nûrla irkildi, heyecana kapıldı. Allah Teâlâ tarafından kendisine gönderilen Melek, (Cebrail aleyhisselâm) ilk vahyi getiriyor, Alak sûresi'nin ilk âyetleri olan "Allah'ın ismiyle oku!" emrini bildiriyordu. Hazret-i Cibrîl bu ilk gelişinde, Fahr-i Kâinat Efendimize (s.a.v.) okuyacaklarını, abdest almayı ve namaz kılmayı öğretti.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), saadetli hanesine ilahî vahyin heybetinden tedirgin olmuş bir halde döndü. Hazret-i Hatice'ye (r.anha) kendisini örtmesini söyledi. Biraz istirahat edip sakinleştikten sonra, olanları anlattı. Hz. Hatice validemiz, her zaman olduğu gibi, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) peygamberlik vazifesinde de ilk yardımcısı oluyordu. O'nu, tesellî edip büyük bir nimetle-devletle karşı karşıya olduğunu anladı ve anlattı. Amcası Varaka'ya olanları bildirdiler. Varaka eski kitapları okumuş, tevhid inancı üzerine olan Hanîflerdendi. Duydukları karşısında, Âlemlere rahmet Efendimizi (s.a.v.) tebrik etti. Kendisinin peygamberlikle vazifelendiğini, başına gelecek güçlükleri anlattı. Ancak Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) İslâm'a davet / çağırma zamanına yetişemeden öldüğü için, O'na yardımcı olmak emeline nail olamadı.

Allah Teâlâ, Rasûlullah Efendimizi yavaş-yavaş mukaddes vazifesine alıştırdıktan sonra, üç sene geçince Hz. Cibrîl gelerek ilâhî emirleri anlatma ve azaptan korkutma vazifesine başlamasını bildirdi. Bundan sonra Cebrâil aleyhisselâm 23 sene boyunca Kur'an âyetlerini, ilâhî emirleri getirmeye devam etti. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) büyük vazifesi de, 13 senesi Mekke'de, 10 senesi de Medine'de olmak üzere yaklaşık 23 yıl devam etti.

Hâtemü’l-Enbiya ve’l-Mürselîn Efendimiz (s.a.v.), bütün âlemlere rahmet, insanların ve cinlerin hepsine kılavuz ve kurtarıcı olarak gönderilmişti. Bu son ve tam dine İslâm, ona teslim olup emirlerini kabul edenlere, inananlara Müslüman ve Mü’min denildi.

2- Mi’rac’la alakalı hususa gelince

Onda da hayret edilip şaşılacak, araştırıp karıştırılacak bir şey olduğu mülahazasında değilim şahsen. Zira öylesine büyük bir mûcize / hâriku’l-âdelik  karşısında münkirlerin, müşrik ve münafıkların tavrı malum. Mü’minlerin vaziyeti de, elbette ki iman ve irtibatlarının kuvvet derecesine göre olacaktır ve öyle de olmuştur. Bu noktada zirve ise, bilindiği gibi Hz. Ebu Bekir Sıdkîk-ı Ekber’e (r.a.) aittir.

Hâsılı; İslâm’la râbıtaları kuvvetli olanların imanı artmış; irtibatları zayıf olan bazılarının ise, bu mucize karşısında inançları ziyadeleşmek yerine -maalesef- irtidat edip dinden çıkmışlardır. Tabii ki bunlar münâfık ruhlu tiplerdir.

Bunun da nesini merak edip araştıracaksınız ki; isim listesi mi lazım, bilemiyorum. Kolay gelsin.

Mukabil selâm ve dualar…

Fî emânillah…

Go to top