s.a muhterem hocam. camide namaz kılarken tesbihatı kendimiz söylesek mi daha iyi yoksa müezzine mi bırakmalıyız tamamını? ayrıca 33. Allahu ekber dedıkten sonra 100.yü yine Allahu ekber dıyerek mı tamamlamalıyız? Bazı camilerde müezzinler öyle yapıyor bazılarında da yapmıyorlar. bir diğer sorum da 4 aylık evladımız oldu. erkek. ne zaman sünnet ettirmemizi tavsiye edersiniz yaş olarak. Selam ve dua ile.. Tunahan Yelken

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

1- Müezzine hangi tesbihatı bırakacaksınız, onu tam anlayamadım. Eğer bununla kastınız, müezzinin açıktan yüksek sesle okudukları ise, sükût edip dinlemeniz de, içinizden okunanları tekrarlamanız da caizdir. Netekim Mehmed Zihnî Efendi merhum Nimet-i İslâm isimli muhallet eserinde, ‘cemaatin imam (müezzin) ile tesbih çekmesi ve dua etmesi bid’at değildir, müstehaptır, demektedir. Fakat bunu sesli ve gürültülü bir şekilde yaparsanız, huzu’ ve huşûa mâni olur; buna dikkat etmeli ya da sükût ile dinlemelidir.

Eğer kastınız, namaz tesbihatını müezzinin komutuyla / onun önderliğinde yapmakla münferiden kendi başımıza yapıp yapmamamız ise, buna cevabımız da şöyle olabilir: Tasbihatı müezzinle-cemaatle birlite yapmak mümkün olduğu gibi, tek başına îfa etmek de mümkündür, caizdir.

Malumunuz ülkemizde teâmüldür; cemaatle kılınan namazlardan sonra bu tesbih ve duâları müezzinin iştirakiyle cemaat de hep birlikte yapar. Bunun, fazilet ve sevap bakımından daha güzel ve daha isabetli olduğunu da söyleyebiliriz.

Namaz tesbihatının cemaat halinde yapılmasının sünnette yerinin olup olmadığına gelince… Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) toplu halde yapılan zikir, duâ ve ibadetleri her zaman teşvik etmiş; sahabîlerini toplu halde sohbet eder, zikreder ve ibadet eder halde görürse, memnun olmuş ve onlara bazı müjdeler vermiştir.

Hz. Muâviye’nin (r.a.) rivâyetine göre, bir gün Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) sahabîlerden bir kısmının bir halka teşkil ederek oturduklarını gördü. Yanlarına vardı ve sordu:

“Ne maksatla bir araya gelip burada oturdunuz?”

Onlar, “Bize İslâm gibi bir din bahşeden ve bu yolla bizi imtihana tâbi tutan Allah’ı zikretmek ve ona hamdetmek için oturduk” dediler.

Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) bir defa daha sorup, onlardan yeminli bir cevap aldıktan sonra şöyle buyurdu:

“Sizi suçlamak için yemin ettirdiğimi sanmayın. Lâkin şu var ki; bana Cibrîl (a.s.) geldi, Allah azze ve celle’nin meleklerine karşı sizinle iftihar ettiğini haber verdi.” [Müslim, Sahih, Zikir, 40]

Görüldüğü gibi, Âlemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v.), namazdan sonra olmasa da, herhangi bir vesileyle bir araya gelip zikir ve tesbihle meşgul olan mü’minleri bile medhetmiştir. Her ne kadar namaz tesbîhâtı Efendimizin (s.a.v.) zamanında Hz. Bilâl-i Habeşî’nin (r.a.) müezzinliğinde cemaat halinde toplu olarak yapılmamış olsa dahi, daha sonraki müçtehid imamlar zamanından itibaren her namaz kılanın rahatlıkla yapabilmesi ve zikrin sevabından mahrum kalmaması için cemaat halinde yapılmasının daha faydalı olacağı esas olarak benimsenmiştir. Bu usûlün yani camilerde müezzinle cemaat halindeki tesbîhâtın, Asr-ı Saadet’ten sonraki devirlerde, insanlarda ihmâl ve unutkanlıkların başgöstermesi üzerine başlatıldığı anlaşılmaktadır.

***

2- Evet, usulümüz; yüzüncüyü “Allâhü ekber” diyerek tamamlıyoruz. Ama bunu herkesten bekleyemeyiz. Bilenler yapıyor, bilmeyenler veya bunun şuur ve idrâkinde olmayanlar yapmayabiliyor. Bize düşen ise, bunları fazla mesele etmemek, fakat faydalı olabileceği kanaatinde olduğumuz yerlerde ve zamanlarda da dile getirmek olmalıdır. İnşaallah onlarınki de İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerinin beyanı üzere, “Lâ ilâhe illallâhü vahdehu lâ şerîkeleh….” temcid cümlesiyle gene yüzüncüye tamamlanmış olur. Nitekim Ebû Hureyre’den (r.a.) rivayet olunan bir hadis-i şeriflerinde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

“Kim her namazın peşinden otuz üç defa Allah’ı tesbih eder (Sübhânallâh), otuz üç defa Allah’ı hamd eder (Elhamdulillâh) ve otuz üç defa da Allah’ı tekbir eder (Allâhu ekber), yüzü tamamlamak için de: ‘Lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike leh, lehülmülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr’, derse, hata ve günahları deniz köpüğü kadar çok olsa bile mağfiret olunur (bağışlanır).” [Müslim, Sahih, Mesâcid, 146, Hadis no:  597; Benzer hadisler için bkz: Buhari, Sahih, Ezân, 155; Tirmizi, Sünen, Salât, 302; Nesâî, Sünen, Sehv, 91]

***

3- Sünnetin hangi yaşlarda yapılacağına dair ulemâ arasında ortak bir görüş yoktur. Bölgelere göre 7 günlükten 13 yaşına kadar değişmektedir. Çocukların bülûğa ermeden sünnet ettirilmeleri babalarının bir vazifesidir.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i (r.anhuma) doğumlarının yedinci gününde sünnet ettirmişti.

Çocuk bülûğa erdiğinde, şeriat hükümleriyle yükümlüdür, ilahî emir ve yasaklara göre amel etmekle emrolunur. O halde bu çağa henüz girmeden sünnet olmalı, sünnetli bir şekilde mükellef duruma gelmelidir. Böylece ibadeti, İslâm’ın çizdiği çerçeve dahilinde sıhhat kazanır. Şeriatın belirttiği ölçüde dosdoğru olarak gerçekleşir. Fakat velinin vazifesi; çocuğun sünnetini, onun doğumunun ilk günlerinde yerine getirmesi, düşünmesi ve böyle yapmanın daha uygun olduğunu bilmesidir. Böylece çocuk kendini tanımaya başlayıp temyiz çağına geldiğinde, kendisini sünnet olmuş bulur. İleride bundan ötürü kendi kendisini hesaba çekmez. İçinde herhangi bir üzüntü ve ürküntü bulunmaz. Gerçekten çocuk akletmeye başlayıp eşyayı asıl manasıyla anlamayı idrâk edince, kendisini sünnet engelini aşmış olarak görmesi, güzel ve rahat bir hava oluşturur.

Bilindiği üzere sünnet, erkeklik organının uç kısmını örten derinin en azından yarısının kesilmesidir. Binaenaleyh yarıdan az kesilmesi halinde tekrarlanması gerekir. Ancak Ebussuûd Efendi’nin (rh.) buna gerek olmadığı yönünde fetvaları da vardır. [Bkz. M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhu’l-İslâm Ebu’s-Suud Efendi Fetvaları, İstanbul 1972 s. 35]

Sünnet’le alakalı daha geniş bilgi için lütfen bkz. http://halisece.com/sorulara-cevaplar/684-sunnet.html?highlight=WyJcdTAwZTdvY3VcdTAxMWZ1biIsInNcdTAwZmNubmV0IiwieWFcdTAxNWZcdTAxMzEiXQ==

Go to top