Selamün aleyküm hocam. İslâm’a göre tiyatronun, faydalı ve müstehcen olmamak şartıyla sinema ve televizyonun, yararlı yönde kullanmak kaydıyla internetin durumu nedir? Bir de oyunlarda kötü kişilerin rolünde oynamak caiz olur mu, dinimizdeki hükmü nedir. Bunlara açıklamama getirebilirseniz sevinirim. Saygılar. A.Pınar Tazegül – Fransa

*******

Ve aleyküm selam.

Bildiğiniz gibi "tiyatro" kavramı piyesin temsil edildiği yere denildiği gibi, sahneye konulan oyunun da adıdır. Sinema da malum; film yapma ve gösterme sanatı demek. Ayrıca sinema salonu yani sinema filmi gösterilen yerin de ismidir. Tv. ise, görüntüleri radyo dalgaları ile yayma esasına dayanan bir usûl. Günümüzde de hemen hemen en yaygın olan bir kitle iletişim aracıdır.

Bunların hükmüne gelince…

Yukarıda anlatılan manada "tiyatro" ve diğerleri, doğru metodlarla hakka-hakikate, iyiye-güzele hizmet ederse caizdir. Çünkü bunlar, hakikî veya hayâlî bir olayı canlandırmaktan, şöyle oldu, böyle gelişti ve neticelendi diye tasvir etmekten ibarettir ve bu haliyle toplum için bir eğitim-öğretim aracıdır.  

Ancak hakka-hakikate, iyiye-güzele, doğruya değil, bâtıla, şehvete, kötü yön ve yollara hizmet edip seyircilerin-dinleyicilerin güzel ahlâk, örf ve âdetlerini / geleneklerini ifsâd ediyorsa, dinen asla caiz olmaz. Sinema, televizyon ve bütün kitle iletişim araçları da, diğer pek çok şey gibi hem iyiye, hem kötüye kullanılabilmeye müsaittir. O itibarla hükmü de kullanılışına göre farklılık arzeder.

Bilindiği üzere İslâm dininin temel kaynakları vardır. Bunlar Kitap, Sünnet, İcma' ve Kıyas-ı fukaha'dır yani içtihat...

Kur'ân ile Sünnet Asr-ı Saadet’ten kıyamete kadar olmuş ve olacak her şeyden elbette ki bahseder… Hem de eksiksiz… Ancak hepsinden açıkça söz etmez... Bazen işaret, delâlet, bezen iktiza… gibi yollarla meseleye atıfta bulunur.

Yani Kitap ve Sünnet açıkça herşeyin hükmünü bildirmemiş… Fer'î meselelere ait hükümlerin nasslardan istinbatını / çıkarılmasını müçtehitlere bırakmıştır.

Kur’an-ı Kerim ile Sünnet'in söz ve cümleleri zâhirde mahduttur. Dünyanın hadiseleri / olayları ise canlı bir metabolizma gibi sürekli artmakta ve gelişmektedir. Bunun için her şeyin hükmünü sarahaten Kur'ân ve Sünnet'te aramak, yani bunlarda herşeyin hükmünü açıkça görmeye çalışmak, bunu istemek-beklemek yanlıştır.

Bunun yanında bir büyük ve tehlikeli yanlış daha vardır ki; o da, günümüz ‘müçtehit taslakları’nın hemen her hususta içtihat (!) etmeye yeltenmeleri… Oysa selef-i sâlihinin bunca içtihadından sonra insanlığın asıl ihtiyacı müçtehide değil, hele hele onun uydurma-kaydırma modellerine-sahtelerine hiç değil, Müslüman âlim ve mütefekkiredir.

Bunlar, mevcut içtihatları-çalışmaları doğru dürüst okuyup değerlendirebilseler, zaten mesele kalmayacak... Mesela günümüzde ve bizden önceki asırlarda uygulanagelen temsiller-tiyatrolar ve benzerleri… Bu alanda içtihat etmeye kalkışıyor bizim sahte müçtehitler hemen… Oysa başlarını kaldırıp baksalar, hemen görecekler… En basitinden muteber temel akaid kitaplarımızdan manzum olarak yazılmış "el-Emâlî"de şöyle denildiğini-yazıldığını müşahede edecekler:

Ve lafzu’l-küfri min gayri i’tikâdin

Bi-tav’in rudde dînin bi-iğtifâlin[Ali bin Osman el-Ûşî (v.575/1179), 46 no’lu beyit]

Yani; itikad etmeden / inanmadan da olsa, küfür sözleri (küfrü gerektirecek laflar) söylemek… Kendi arzu ve ihtiyarı ile dini reddetmek, gafleti sebebiyle dinsiz olmaktır.

Binaenaleyh tiyatro gibi temsillerde, sinema ve tv dizilerindeki rollerde bu ölçüyü dikkatten uzak tutmamak gerekir. O tip sahnelerin farklı şekilde, küfrü gerektirmeyecek, imana zarar vermeyecek tarzda senarize edilmesi icap eder. Yoksa tehlike ortada!

O sebeple bunların, İslâm’ın kabul ettiği bir çizgi içerisinde kullanılması gerekir. Aksi takdirde hizmet değil hezimet olacaktır. Mesela sapık bir kadının nasıl hidâyete geldiğini göstermek için önce mâzisini ve kirli hayatını, sonra da dönüş yaptığını gösteremezsiniz. Bâtıl'ı fiilî olarak tasvir edemezsiniz. Aksi halde bu işin olması için, başta, İslâm namına pek çok fahişe kadın, kumarbaz, sarhoş ve benzeri kimseleri yetiştirmek (!) icap edecektir. Halbuki bir mü'mine, bâtıl'ı ve kötüyü canlı olarak tasvir etmek, asla caiz olmaz, olamaz.

Oysa görüyoruz ki, bu alanda çalışan Müslüman sanatçılar -maalesef- İslâm'dan fedakârlık bekliyor. Bunun için onlardan biri şöyle diyor: ‘Sanatçı, kötü kadınların hayatlarını sergileyerek onların yaşantılarından doğacak kötü sonuçları göstermek için zaman-zaman kadınlarla tokalaşmadan da öte, öpüşmek gibi şeyleri de yapmak zorundadır.’

Yani şunu demek istiyor: İslâm dini her ne kadar birçok şeyleri yasaklamış ise de, sanatın yürümesi için ve sanatın gereği olarak yasak olan şeylerin bazılarının mubah olması gerekir.

Ve bu itibarla bazıları da, tiyatro ve sinema için sanat icabı olarak sanatçı kadını öpmek, onunla beraber olmak, karı-koca rolleri gibi şeyleri mubah olarak göstermeye çalışıyor.

Sormak lazım:

- Acaba hangi Müslüman, hanımının, kızının veya kız kardeşinin ya da sıradan bir Müslüman hanımın bu işe girmesini arzu eder, kabul edebilir? Böyle bir kimse varsa, elbette ki ona makbul bir Müslüman, kâmil bir mü'min nazarıyla bakılamaz. Bu iş ifettesizliğin ta kendisidir, deyyûsluğu çağrıştırır. Rol icabı da olsa, nikâh nikâhtır; bunun şakası olmaz. Şakası da ciddidir.

İslâm dini ilahîdir. Onu Allah Teâlâ va’z etmiştir. Onda tasarruf etmeye hakkımız yoktur ve bu hususta bize asla yetki tanınmamıştır. Bunun için Cenab-ı Hakk'ın haram olarak hükmettiği şey için ‘helâl’ demek mümkün değildir. Fakat İslâm’ın helâl olarak kabul ettiği şey için İslâmî çerçeve içerisinde hizmet etmek mümkündür. Hakkıyla onu yapabilirsek, muvaffak olmamamız için bir sebep yoktur.

Bu mevzu ile ilgili bazı eserlerde yazılanlara gelince…

el-Mevsuatu'l-Fıkhiyyeti'l-Müyessere” isimli ansiklopedik eserde, sahife 1372'de İbn İyas’e aften deniyor ki;

Yavuz Selim 'Karagöz ile Hacivat' gösterilerinden çok hoşlanırdı. Karagöz'ün zamanın sineması olduğunda şüphe yoktur. Hicrî 1258'de (M. 1842) te'lif edilen el-Bacurî’de Şâfiî fakihi olan müellif şöyle diyor: ‘Malum beyaz perdeye aksettirilen gölgeyi seyretmek caizdir."

Velhasıl insanların eğitim ve öğretiminde çeşitli vasıtaler-araçlar vardır: Cami, okul, kitap, roman, sinema, televizyon, video ve çizgi film gibi… Asr-ı Saâdet'ten bu yana mü’minlerin talim ve terbiyesi / eğitim ve öğretimi için kullanılan, kutsal olarak kabul edilen ve halen de öyle olup kıyamet sabahına kadar da öyle kalacak olan vasıta camidir. Mü’minler camide toplanıp Allah'a kulluk etmekte ve gerekli temel eğitimi-öğretimi orada görmektedir. Bizzat Rasûlullah (s.a.v.) bunu böyle kullanmıştır. Sonra medrese yani okul ve kitap gelir... Bunlar asırların ötesinde yetişmiş büyük insanların bilgi ve tecrübelerini aktarıyor bizlere... Tarih boyunca mü’minler, bu üç vasıtadan yararlanmışlar, yararlanmaya da devam ediyor ve edecekler...

Asrımızda ise başka vasıtalar da kendini göstermiştir. Bunları da İslâm’a uygun olarak kullanmamız lâzımdır. Aksi takdirde başkası onları aleyhimizde kullanacaktır ve kullanmaktadır... Bu vasıta ve araçlar basın-yayın, sinema, tiyatro-piyes, kaset-video-dvd, televizyon, internet gibi araçlardır.

Bunlar da zamanımızda toplum üzerinde pek büyük rol oynamakta ve en müessir / etkin silah olarak karşımıza çıkmaktadır.

Câhiliye döneminde kabileleri ve geniş kitleleri birbirine karşı kışkırtıp körükleyerek savaşa sokan veya savaşın ateşini söndüren, edip ve şairlerin fasih-beliğ söz ve şiirleri idi. Yani o zamanda en müessir silah edebiyattı, şiir ve beliğ söz idi.

Zamanımızda ise yukarıda sözünü ettiğimiz şeyler, en tesirli silah / silahlar hâline gelmiştir. Bunu inkâr ve gözardı etmemiz mümkün değildir.

Ancak durum böyle olmakla beraber maalesef Müslümanlar, zamanında bu vasıtaları / araçları kullanmamışlar ya da gereği gibi kullanamamışlar… Bu sebeple de bugün bunlar istemediğimiz bir surette, vatana ve Müslüman halkımıza hizmet vermekten ziyâde şehvet ve fuhuş propagandası yapmakta, iffetten uzak, namus duygusundan soyulmuş üryan kadınlar teşhir etmekte, sanat namına akıl ve hayâle gelmeyen herşeyi yapmaktadır. Bunlar göz ve kulağa hitap ettiği için gençlerimizi manen tahrip edip ruhlarını katletmektedir.

Eskiden tiyatro ve sinema dört duvar arasında bulunan kişilere hitap ediyordu... Bugün ise durum değişti... O duvarları yıkarak televizyon ve videolar-internet uydular vasıtasıyla dünyanın en ücra köşelerinde bulunan kişilere dahi hitap edilebiliyor...

Bazı kimseler diyor ki; sinema ve tiyatro, milletin ruhuna hitap etmeyen filmlerle milletin karşısına çıktığı ve ona ters düştüğü için bugün ölmüştür. Ama gerçek hiç de öyle değildir. Bilâkis bu menfi sinema güçlenmiştir. Dört duvarın arasından çıkıp televizyon vasıtası ile her eve girmiş ve halen toplumun ruhunu büyük çapta tahrip etmektedir.

Hulasa, Müslümanlar olarak bu milletin ve inanan insanların iyiliği-maslahatı için radyo-televizyon, piyes, sinema, video gibi araçları ele almak ve bu sahayı da ıslah etmek zorunda olduğumuzu unutmamalıyız. Bunları İslâmî esaslara uygun olarak çalıştırıp ahlâk, fazilet ve terbiye mevzularını en kısa ve en müessir yolla vatandaşlara aktarmaya çalışmalıyız. Elbette ki yapanlar, yapmaya çalışanlar mevcut; eksikleri-gedikler, sıkıntıları yok mu? Tabii ki var. İnşaallah zamanla aşarlar / aşılır, diye temenni ediyoruz.

Toplum üzerinde böylesine müessir silah ya da silahlar, başkalarının elinde varsa, onlara karşı koymak adına, tahriplerini tamir adına neden Müslümanların da ellerinin altında bulunmasın! 

Go to top