s.a muhterem hocam. Türk takımlarının Avrupada yabancı ülke takımları ile yaptıkları maçlarda yabancı takımın Türk takımını yenmesi sonucu bu yenilgiye sevinirsek vebali veya günahı var mıdır? daha kısa ifadeyle ben Beşiktaşlıyım ama diğer Türk takımlarının yabancı takımlarla yaptığı maçlarda Türk takımlarının yenilmesini istiyorum. Özellikle ezeli rakiplerimiz galatasaray ve fenerbahçenin. arkadaşın biri bana sen gavurların takımını tutuyon boşa namaz kılma yahudileri kınama vs gibi laflar etti. imanını gözden geçir filan dedi. içimden öyle geliyo. yenilmelerini istiyorum Avrupada. çünkü biz yenildiğimizde onlar da bizimle dalga geçiyor Avrupa maçlarında. bunun imani yönden bir tehlikesi var mıdır. umarım anlatabilmişimdir sorumu. selam saygı ve de dualarımla... Tunahan Yelken

*******

Ve aleyküm selam.

Çok net anlatmışsın. Ben de net olarak cevap vereyim: Bırak onun-bunun ne dediğini de, birazcık buraya kulak ver:

Gafletten uzak, İslâmî şuur ve idrâk sahibi, hele hele tasavvufla da meşgul olan hakiki bir mü’minin, bu ve benzeri mâlâyâniliklere ne harcayacak zamanı olur ne de kalbinde bunlara ayıracak yeri bulunur.

İslâm’ın temel hassasiyetlerinden birisi, dünya ve ahiret adına faydasız olan bir şeyi terk etmektir. Rasûlullah (s.a.v.) bu hususu bir hadislerinde şöyle ifade buyururlar:

 مِنْ حُسْنِ اِسْلاَمِ الْمَرْءِ تَرْكُهُ مَا لاَ يَعْنِيهِ “Kişinin güzel Müslümanlığının alâmeti, gereksiz olan şeyleri terk etmesidir.” [Mâlik, Muvatta’, Husnü Huluk, 3]

Mâlâyâni”, insanı hiçbir zaman alâkadar etmeyen, gereksiz ve onun ne bugünü ne de yarını için hiçbir faydası olmayan lüzumsuz şeylerle meşgul olması demektir. Öyle ki, meşgul olduğu şeylerin, ne şahsına, ne ailesine ne de milletine hiçbir faydası yoktur. İşte İslâmiyet'teki güzellikleri yakalayabilmiş biri, aynı zamanda lâubalilikten de uzaklaşmış demektir. Öyleyse bu hadîs, aynı zamanda insana, ne yapması gerektiğini de öğretmektedir. İnsan daima, yüce ve yüksek meselelerle meşgul olmalı… Uğraştığı her mesele ya doğrudan doğruya, ya da dolaylı olarak hem kendine, hem ailesine hem de cemiyete faydalı bulunmalıdır. Bir cihetle, ciddi insan olmanın tarifi de budur.

Henüz kendi çizgisini bulamamış ve frekansını tutturamamış bir insanın, o frekansta doğru bir şeyler yapması da düşünülemez. Mâlâyânilerle dolu olan bir insanın, her an “mâ ya’ni”ye açık olması da mümkün değildir. Evet kalbi ve kafası, sakat şeylerle dolu bir insan, nasıl ulvî ve sağlam şeylerle meşgul olabilir ki?!

Mâlâyâniyi terk etmek, büyük zatlara ait bir şiar sayılmıştır. Ve Rasûlullah (s.a.v.) bu durumu herkese özendirmiştir. Böylece kulluk adına büyük bir imtihandan geçtiğimizin farkına varılması sağlanmıştır.

Herkes kendi hayatına; ilgi duyup vakit ayırdığı aktivitelere bu gözle baktığında kendi muhasebesini yapabilir. 

Burada bir gerçeği kaydedelim: Ömür sermayesi pek azdır. Kullukla alakalı lüzumlu işler, ibadet, taat ve hizmetler pek çoktur. Bunlar, birbiri içinde mütedâhil daireler gibidir. Mü’min, bunları bırakıp da mâlâyâni ile meşgul olmamalıdır.

İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretleri, bağlılarından Molla Tâhir Bedahşî’ye yazdığı bir mektupta şu hadisi naklederler:

Haberde geldi ki, ‘Allah Teâlâ’nın kuldan i’râzının (kulu sevmemesinin) alâmeti; onun, mâlâyani (mânâsız-faydasız-boş şeyler) ile meşgul olmasıdır.” [el-Mektubat, Fazilet Neşriyat, yyy., 1, 123]

Umarım mesaj anlaşılmıştır!

Mukabil muhabbet ve dualarımla…

Go to top