bir kimse, hz. dâvûdun peygamber olduğuna inandığı ve nebi olduğunu kabul ettiği halde resul olup olmadığını bilmese, sorulduğunda cevap veremese kafir olur mu? yani hz. davud resul müdür sorusuna cevap veremiyor, ama peygamber olduğuna inanıyorum diyor. bu kafir midir? kardeş

******* 

Kardeş nick’li kardeş! Bu muhayyel kişi ve mevhum vak’a / olay üzerine bina olunmuş sözde sorunuza cevap vermezden önce Dârimî’nin (rh.) Sünen’inde geçen bir haberi hatırlatmak isterim: Abdullah ibn Ömer’e (r.anhuma) bir soru sorulur. Bunun üzerine o, hepimiz için dikkat ve ibret numûnesi olacak şu enfes cevabı verir:

"Henüz olmayan şey hakkında soru sorma! Çünkü (babam) Ömer'in, olmayan bir şey hakkında soru soran kimseye lânet ettiğini duydum."

Evet, şimdi gelelim vehim ve hayâl ürünü sorunuza ve cevabına…

Kişi, Dâvud aleyhisselâmın Peygamber (nebî) olduğuna inanıyor; fakat rasûl olup olmadığı hakkında bilgisi yok, cevap veremiyor. Olabilir, insan bilemeyebilir. Bilmemenin çaresi de öğrenmiktir. Yani mesele inkâr değil, bilememek… Onu da sen öğretiverirsin, neyi ne kadar biliyorsan..? Olmaz mı? Bunun için muhatabını küfürle itham etmenin bir manası, mantığı, ilmi bir müstenidatı var mı? Lütfen, böyle lüzumsuz ve faydasız şeylerle meşgul olmayın. Soru sormak için mesele / meseleler uydurmaya zorlamayın kendinizi… dedikten sonra gene de isterseniz peygamber, nebî ve rasûl mefhumları üzerinde bir nebze duralım.

***

Peygamber ne demek?

Peygamber Farsça bir isim; lûgatte, "haberci" demek. Arapçadaki "Nebî" ve "Rasûl" kelimelerinin karşılığı olarak kullanılıyor. Bir tabir olarak peygamber; Allah Teâlâ'nın, kullarına isteklerini bildirmek ve onlara hakkı, doğruyu ve yanlışı açıklamak üzere seçtiği ve vazifelendirdiği insanı ifade eder.

Nebî ile rasûl arasındaki fark

Nebî mefhumu, haber mânâsına gelen nebe’ mastarından alınmıştır. Ya ism-i fâil olarak kullanılır. O zaman mânâsı, “Kendisinin peygamber olduğunu halka bildiren veya kendisine Allah tarafından tebliğ edilen hükümleri haber veren” demektir. Veya ism-i mef’ûl mânâsındadır. O zaman nebî, “Kendisine, Allah tarafından, peygamber olduğu veya bazı ilâhî hükümler haber verilen zat” demek olur. Rasûl tabiri ise, Allah tarafından ilâhî hükümleri tebliğ etmek için gönderilen zât (mürsel) manasınadır. [Hüseyin el-Cisrî, (1845-1909) Risâle-i Hamidiyye (Terc. Manastırlı İsmail Hakkı), s. 524]

Rasûl ile Nebî lafızlarını, bazıları müterâdif manada (eş anlamlı) kabul etmişlerdir. Bazıları da “mânâları farklıdır. Fakat kullanışta aynı şeyi ifade için kullanılmıştır” demişlerdir. Doğrusu, aralarında edebî ıstılâhla "umum-husus-mutlak" farkı-alakası olduğudur. Rasûllerin 313 olduğu, Nebîlerin ise 124 binden (veya 224 bin) fazla bulunduğu rivayetler arasındadır. [Hüseyin el-Cisrî, a.g.e., s. 525]

Kur’an-ı Kerim’de bazı âyetlerde Rasûl ile Nebî mefhumları ayrı ayrı zikredilerek birbirine atfedilmiştir. Birinin diğerine atfı ise, ayrı ayrı mefhumlar olmalarını icap ettirmektedir. [Bkz. Hac suresi, 52] Çünkü atıf, mâtûf ile mâtûfun aleyhin birbirinden başka şeyler olmasını gerektirir. Fakat bazan bu iki kelimenin Kur’an’da aynı mânâya geldiği yerler de vardır.

Bu iki tabirin birbirinden farklı mefhumlar olduğunu söyleyenler, aradaki farkın, rasûl’ün yeni bir şeriat sahibi olması olduğunu ileri sürerler. Her Rasûl, ya yeni şeriatla gönderilir veya kendisinden evvelki şeriatın bazı hükümlerini değiştirir. Nebîler ise, kendisinden evvelki şeriatın tebliğ ve tatbikçisi durumundadır. Yeni hüküm tebliğ etmezler, evvelki şeriatı neshetmezler. [Hüseyin el-Cisrî, a.g.e., s. 526]

Mevzuyu hulâsa decek olursak; ekseri kelâm âlimlerine göre "rasûl" kelimesi, lûgat manası bakımından "nebî" kelimesinden daha geniş ve şümûllüdür. Çünkü melekler de, ilâhi haberler taşıdıklarından, onlara da "İlâhi haberciler" manasında "rasûl" denmektedir. Bu görüşte olan ulemâya göre, kendisine ilâhî kitab ve müstakil şerîat verilen peygamberler "rasûl" diye anılırlar. O bakımdan, her rasûl aynı zamanda bir nebîdir; fakat her nebî, rasûl değildir. Bunlara göre; ikisi arasında, yukarda da işaret ettiğimiz gibi, mantık ve edebiyat lisâniyle, "umum-husus-mutlak" alakası vardır. Çünkü nebî; tebliğle mükellef olsun olmasın, Allah Teâlâ'dan vahiy yoluyla her hangi bir emir alan kimsedir. Eğer o, belli bir şeriatı (hukuk düzenini) veya bir Kitabı tebliğ etmekle mükellef tutulursa, o peygambere aynı zamanda rasûl denir.

Farklı değerlendirmelerde bulunan ulemanın da Kitab ve Sünnet'ten delilleri vardır. Ancak biz çoğunluğun tarif ve izahlarını esas almaya çalıştık. Bu itibarla sonuç olarak; nebî ve rasûlü mutlak manada şöyle tarif edebiliriz:

"Allah Teâlâ'nın seçtiği ve onu Cibrîl (a.s.) vasıtasıyla (uyanık iken) vahyettiği şeyleri insanların hepsine veya muayyen / belli bir topluluğa Allah'ın emriyle tebliğ eden bir insandır. [Nebî ve rasûl kelimelerinin ıstılâhi manaları, aralarındaki fark ve deliller için Bkz. et-Taflâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, 2, 128, el-Cürcanî, Şerhu’l-Mavâkıf, 3, 173-174; İbnü’l-Hümâm, Şerhu’l-Müsâyere, 198; Kadı İyâd, eş-Şifâ, 1, 210; ed-Devvânî, Celâl-Şerhu’l-Akâidi'l-Adûdiyye, 3; Mustafa Sabri, Mevkıfü’l-Akli vel-İlmi ve’l-Âlem, Kahire 1950, 4, 40; Saît Ramazan el-Butî, Kübrâ el-Yakîniyyât el-Kevniyye, s., 173]

Netice: Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat getirmiş olan peygambere hem Nebî, hem Rasûl denir. Yeni bir kitap getirmeyip kendinden önceki peygamberin şeriatını devam ettiren, onunla amel eden peygambere de sadece Nebî denir.

Nebî'nin cem’îsi "enbiyâ"; Rasûlün cem’îsi de "rusül"dür. Ayet ve hadislerde Rasûl karşılığında "mürsel" ve cem’îsi olan "mürselûn" de kullanılır.

***

Kur’an-ı Kerim’de Dâvud aleyhisselâm ile alakalı bazı ayetlerde şöyle buyruluyor:

Muhakkak ki biz sana, Nûh'a ve ondan sonra gelen bütün nebîlere (peygamberlere) vahyettiğimiz gibi vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harun'a, Süleyman'a vahyettiğimiz gibi ve Dâvud'a Zebûr'u verdiğimiz gibi.” [Nisa suresi, 163]

Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilir. Andolsun ki, nebîlerin (peygamberlerin) bir kısmını bir kısmından üstün kıldık ve Dâvud'a da Zebûr'u verdik.” [İsra suresi, 55]

Ayetlerde görülüyor  ve biliyoruz ki, Hz. Dâvud’a yeni bir kitap (Zebûr) verilmiş, lakin Zebûr yeni bir şeriat getirmiyor; o, nasîhatler ve ilâhilerden ibaret. Bunun için, Tevrât’ın ahkâmını nesh etmedi, yani mer’iyetten kaldırmadı, bilakis onu teyit etti / kuvvetlendirdi. Binaenaleyh o, Hz. Musa’nın şeriatıyla amel etti...

Allah Teala nebîye de, rasûle de vahyeder. Vahyedilmiş olmak rasûl olmak manasına gelmiyor. Fakat kitap vermek sûretiyle vahyettiği peygamberler, aynı zamanda rasûl kıldığı peygamberlerdir.

Binaenaleyh o durumdaki bir kişiyi değil küfürle itham etmek, kınamak bile yersiz olur. Yapılacak iş, varsa senin kat’î olarak bildiğin bir şeyler, ona da öğretirsin. Hatta bizi de bilgilendirirsin.  

Cenâb-ı Hak nebîlerin ve rasûllerin, bâhusus peygamberlerin sonuncusu Efendimiz (aleyhimü’s-salâvâtü ve’t-teslîmâtü ve alâ Nebîyyinâ hâssah) hazretlerinin şefaat-i uzmâlarından mahrum bırakmasın. Âmin.

Go to top