selamun aleyküm muhterem hocam. önümüzdeki günlerde umreye gidecez Allahın izniyle. orda çekindiğim resimleri adresimde paylaşsam herhangi bir mahzuru olur mu? saygılarımla

*******

Ve aleyküm selam muhterem kardeşim;

Öncelikle Rabbim rızâsına muvafık şekilde eda ve ifa edebilmeyi nasip eylesin. Mebrûr hac ve umreler arasına ilhak buyursun. Bizleri de dualarınızdan unutmayın.

Malumunuz umre, nafile bir ibadettir. Nafilelerde aslolan gizliliktir, farzlar gibi âşikâre yapılması değil. O bakımdan ne kadar gizli yapabilir, gizli tutabilirseniz o derece makbul ve merğûb olur. Uydum kalabalığa deyip, ‘herkes yapıyor, hani hoş da oluyor’ filan gibi düşüncelere kapılmamak, ilandan ve aleniyetten uzak durmak, o resimleri de kendiniz ve çok özel dostlarınız için saklayıp umumun önünde paylaşmamak lazım.

İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri, kendilerinden, umre için izin isteyen müntesiplerine bazı ikazlarda bulunur ve şöyle buyururlar: “Nice haramlar vardır ki, nafile haccın (umrenin) edâsında işlenir. O bakımdan sana yakışan; durumu dikkatli ve etraflı bir şekilde yeniden gözden geçirip düşünmendir. Akıllı olana bir işâret yeter.” [el-Mektûbât, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yyy., c. 1, m. 123-124]

 Bilirsiniz, atalarımızın umde (ilke) mahiyetinde şöyle bir sözleri vardır:

İbadet de gizli, kabahat de gizli” derler.

Bu önemli ve hikmetli sözü iki madde halinde ele almazdan evvel, kısaca ne demek olduğunu kaydedelim.

Şu demek: Farzların dışında yaptığımız / yapabildiğimiz nafile ibadetler de, kaçınamayıp hasbelbeşer işlediğimiz kabahatler / günahlar da gizli olması lazım.

Şimdi de gelelim açıklamalarına…

1- İbadetin gizli olması nafile ibadetlere mahsustur, onlar içindir. Atalarımız bu sözleriyle elbette farz ibadetleri kasdetmemişlerdir. Çünkü nafile ibadetlerin en faziletlisi gizli yapılanlardır. Nafile ibadetlerde riyâ-süm’a / gösteriş olabilir. Herkesin yapmadığı işi yapmak bir ayrıcalık olduğundan, nefis ondan kendine bir pay çıkarıp ucba kapılabilir.

Ancak, sırf Allah rızası için, başkasına öğretmek, teşvik etmek ve bir örnek olsun diye nafilelerin açıktan yapılması -bu halis niyetten ötürü- gizlisinden daha faziletli bile olabilir. Bu da müstesna kişilerin istisnâî halleridir…

Mümkün olduğunca iç muhasebesini yapan, gösteriş hususunda nefsiyle mücadele edip rûh-i melekîsini takviye ile meşgul olan mü’minin durumu bu noktada önem arz etmektedir. Çünkü bir gram hâlis ibadet, riya ve süm’anın karıştığı hâlis olmayan bin batman ibadetten daha kıymetlidir. Şeker katılmış balla, şeker katılmamış saf bal arasındaki farkı, herhalde bilmeyen yoktur. Ya bir de şeker yerine tuz katılmışsa bir bala, ne hale gelir düşünün...

Farzlar, nafileler gibi değildir. Farzları açıktan işlemekte bir mahzur olmadığı gibi, bilakis faydası dahi vardır. İnsanı töhmetten, dedi-kodudan, başkalarının onun hakkında ‘acaba zekâtını veriyor mu vermiyor mu, namazını kılıyor mu ihmâl mi ediyor, haccını ifa etti mi etmedi mi’ gibi sû-i zanlarından kurtarır; ayrıca diğer mü’minlere de o yönde güzel örnek olmaya vesile olur.

İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri buyuruyor ki:  “…Farz ibadetlerin edasında riyaya mahal kalmaz. Ancak nafile ibadetlerin edası sırasında riya ihtimali çok yüksektir. Bu sebeple zekâtın açıkça verilmesi, nafile sadakanın ise gizlice yapılması esastır. Zira zekâtın âşikâre verilmesi / açık ödenmesi, töhmeti ortadan kaldırır, sadakanın / bağışın gizli yapılması da onun kabul edilme ihtimâlini yükseltir…” [A.g.e., 2, 82]

Kur’an-ı Kerim’de; “Sadakaları…, gizler de fukaraya öyle verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına keffâret olur, hem Allah her ne yaparsanız haberdardır.” [Bakara suresi, 271] buyrulmuştur.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) de, “Sağ elin verdiğini sol el duymayacak şekilde gizli sadaka veren, Allah Teâlâ’nın himayesine kavuşur” [İbn Hacer el-Askalanî, Nüzhetü’n-Nažar, II, 883] buyurmuşlardır.

Hâsılı bu mevzuda daha pek çok ayet, hadis vardır, ulemanın-evliyanın nasihatleri mevcuttur…

Şu meşhur hikâyeyi de zannederim duymuş veya bir yerlerde okumuşsunuzdur: Yaşlı bir zat tam 30 yıldır gayet gizlice nafile oruç tutmamkatadır. Bilhassa üç aylarını hiç kaçırmaz. Yine bu günlerden birinde canı pide istemiş… Çarşıya çıkıp fırıncıda pide kuyruğuna girmiş. Bu esnada kuyruğa onun gibi bir ihtiyar daha gelip, araya kaynak yapmaya çalışmış, huysuzlanmaya başlamış. “Kuyruk da çok uzun, oruçluyum da, ne yapayım bilmem ki…” filan diyormuş. Bizim zavallı saf ihtiyar da dayanamayıp, “Biz 30 yıldır oruçluyuz be adam, sen de insan gibi sıranı bekle” deyivermiş. Olan olmuş! Meğer o sonradan gelen huysuz ihtiyar görünümündeki yaratık, insan değil şeytanmış. Ve bizimkine dönmüş, demiş ki; “Tamam artık nasıl isterseniz öyle yapın. Benim pideye filan ihtiyacım yok. Ben İblis’im. Sırf sana bu sözü söyletip ameline riya katarak o oruçlarını mahvedebilmek için bu role bürünüp kuyruğa girmiştim. Hadi bana eyvallah...”

Evet, belki basit bir hikâye gibi ama, maneviyat erbabı / tasavvuf ehli hakiki mü’minler için gerçekten de ders ve ibret dolu bir hikâye… Ne korkunç bir tuzak değil mi!

***

2- Kabahatlerin gizlenmesine gelince…

Malum olduğu üzere bir günahı açıktan işlemek veya gizli işlenmiş bir günahı açığa vurmak ya da  başkalarına anlatmak ayrıca günahtır. Atalarımız o cümledeki ikinci kısımla bunu kastetmişlerdir.

Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır, günahı alenî işleyenler hariç. Kişinin geceleyin işlediği kötü bir ameli, Allah örtmüştür. Ama sabah olunca o: ‘Ey falan, bu gece ben şu şu işleri yaptım!’ der. Böylece o, geceleyin Allah kendini örtmüş olduğu halde, sabahleyin, üzerindeki Allah’ın örtüsünü açar. İşte bu, günahı alenî işlemenin bir çeşididir.” [Buharî, Sahih, Edeb, 60; Müslim, Sahih, Zühd, 52]

Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) bu hadis-i şeriflerinde, ümmetten herkesin ilahi affa mazhar olacağını; umumi aftan, sadece günahını aşikâr yapıp ilan edenlerin hariç kalacağını ifade etmektedir. Yani günahını / kabahatini gizlemeyip teşhir edenleri…

Hadis-i şerifin metninde geçen “mucâhir” kelimesi: “Günahını izhar eden, Allah’ın üzerine çektiği örtüyü kaldırıp günahını başkasına anlatan” diye tarif edilmiştir.

Dikkat edilirse burada, insanın günah işlemesi birinci günah, gizli işlediği bir günahı ona-buna anlatıp açığa çıkarması da ikinci bir günah olarak anlatılmaktadır.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) başka hadislerinde de net bir dille, dünyada günahını açığa vurmayıp gizleyen kimsenin günahını, kıyamet günü Allahü zû’l-Celâl’in de gizleyeceğini belirtmiştir. Nitekim Hz. Ali (r.a.) şöyle rivayet etmiştir:

"Kim bir günah işler de, Allah Teala (onu) bu günah sebebiyle dünyada cezalandırırsa, âhirette o günahı sebebiyle kulunu ikinci kez cezalandırmayacak kadar adaletlidir. Kim dünyada bir günah işler de Allah o kulunun güna­hını gizler ve affederse, affedip örttüğü bir kabahati / suçu âhirette cezalandırmayacak kadar cömerttir." [İbn Mâce, Sünen, Hudûd: 33. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları, 1, 89.]

İbn Mâce’de bundan başka şöyle bir hadis daha vardır: "Sizden biriniz işlediği günah sebebiyle dünyada cezâlandırıldığında o ceza onun günahına keffâret olur. Şayet işlediği suçun cezasını dünyada çekmezse, artık âhirette onun işi Allah'a kalır."

Cenab-ı Hak bazı fiilleri haram kılmış, ayrıca bu haramlara ve­rilecek dünyevî cezaları da tayin etmiştir. Meselâ zina eden evli kimseler recm edilir, cezayı gerektirecek derecede hırsızlık ya­panın eli kesilir. Birini öldüren, karşı taraf affetmedikçe kısas ola­rak öldürülür. İşte eğer bir kul dünyada bu günahlardan birini işler de ona bu cezalardan birisi tatbik edilirse, Allah o kuluna aynı suçtan dolayı bir de uhrevî ceza vermez. Bu, kula verilen musibetler için de düşünülebilir. Allah Teala bazı kullarına, işledikleri günahlara ceza olarak dünyevî belâ ve musibetler verir. Kul bunları sabırla karşılarsa, hem âhirette o günahtan dolayı bir daha cezalandırılmaktan kurtulmuş olur, hem de sabırla karşıladığı için ayrıca sevap kazanır.

Hadisin ikinci kısmında ise Allah Teala'nın dünyada gizlediği bir gü­nahı âhirette cezalandırmayacak kadar cömert olduğuna dikkat çekilir. Zaten çeşitli âyetlerde Allah'ın âhirette bazı kullarının günah­larını örteceği bildirilir. Bu âyetlerden birisi şöyledir:

"…Benim için hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, yolumda işkenceye uğrayanların, savaşanların ve bu uğurda öldürülenlerin günahlarını / suçlarını örteceğim. Onları zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Onlar, Allah tarafından tasavvur edemeyeceğiniz bir mükâfata kavuşacaklar. Mükâfatın en güzeli Allah yanındadır.” [Âlu İmrân suresi, 195]

Bu örtme muamelesinin / işinin de nasıl gerçekleşeceğini şu hadisten öğreniyoruz: “"Allah Teala, kıyamet gününde mü’min kuluna yaklaşır, rahmetiyle örterek insanlardan gizler; 'Şu, şu günahını biliyor musun?' der; kul 'Evet Rabbim biliyorum.' der. Allah Teala tekrar 'Şu şu günahını da biliyor musun?' der; o kul 'Evet, Rabbim' der. Böylece o insan bütün günahlarını ikrar eder. ‘Artık ben kurtulamam’ diye düşünmeye başlayınca Allah (c.c.), 'Ben senin bütün o günahlarını dünyada örttüm. İşte bugün de onları mağfiret edeceğim.' buyurur." [Buhârî, Sahih, Mezâlim, 3; Benzer hadisler için ayrıca bkz. İmam Taberânî, a.g.e.,  1, 89-90]

Rabbim cümlemize ve bilcümle ümmet-i Muhammed’e rahmetiyle muamele buyursun. Amin…

Go to top