selamunaleyküm hocam.felsefe ile ilgili sizlere sorum olacaktı.felsefe yapmak kötü birşey mi.yani bir insanın akaidi düzgün olduktan sonra felsefe yapabilir mi.çok teşekkür ederim.

*******

Ve aleyküm selam.

Sorunuzun kısa cevabı: İslâm’da felsefe olmaz; tefekkür olur, taakkul olur, tezekkür olur. Felsefeden kastınız bunlarsa şayet, mesele yok. Adının felsefe olması mahiyetini değiştirmez. Ama aslî manasıyla felsefe ise, ‘hayır’, yapılmaz, yapılmasına da gerek olmaz. Felsefeye ve bununla uğraşan nice İslâm bilgininin âkıbetlerinin ne olduğuna dair bilgileri İmam Gazali’den (rh.), İmam-ı Rabbani’den (k.s.) ve sair Ehl-i Sünnet âlim-ârif ve mütefekkirlerinden okuyabilirsiniz. [Bkz. A.g.müellifler, el-Munkızu mine’d-Dalâl, el-Mektûbât, bâhusus 1, 266. mektup] Bu itibarla uzun uzadıya tekrar etmenin gereği olduğu kanaatinde değilim. Felsefe yazıp site içinde araştırma da yapabilirsiniz. Ayrıca size Ahmet Selim (Zeki Önal) bey’in kitaplarını ve yazılarını okumanızı tavsiye ederim. Dikkatlice ve düşünce metoduna uygun tarzda okursanız, umarım çok çok istifade edersiniz.  

***

Burada sadece, çok hoşuma gittiği için, Necip Fazıl’dan Mü’min – Kâfir diyaloğunu paylaşmak isterim. Ki o, felsefeyle meşgul olup da tozundan-dumanından, renginden-kokusundan müteessir olmayan (menfi yönde etkilenmeyen) müstesna şahsiyetlerden biridir.

Söz konusu muhâvere / diyalog şöyle:

“Kâfir – İslâm felsefesine göre…

Mü’min – Durun, durun, boşuna yorulmayın! İslâm’da felsefe diye bir şey yoktur!

Kâfir – A, o da ne demek?

Mü’min – Şu demek ki, siz, tarafsız bir görüşle, yani bir nevi felsefe görüşüyle, ya felsefenin ne demek olduğunu bilmiyorsunuz yahut da ve en doğrusu, İslâmlığın ne olduğunu kavrayamıyorsunuz!

Kâfir – Ya nedir?

Mü’min – Demin tarafsız bir görüş diye bir tabir kullandım. İşte felsefe, tarafsızlıktan yola çıkıp, bulacağı veya bulamayacağı nisbet ve istikametlere göre kendisine taraf arayan başı boş düşünce manzûmelerinin adıdır. Hakikat, felsefe için güya varılması lâzım gelen, fakat asla varılmayan, varılmayacak ve boyuna aranacak olan bir hedef, bir ilk merhaledir. İslam’daysa sadece bir ilk temel ve bir ilk ve mutlak arayış… Yani İslâm’da hakikat peşin ve varlığın sırlarını aramak ondan sonra… Birbirinin yanlışını çıkartmaktan başka rolü olmayan felsefeyi, perişan ve her dem birbirinin başını yemek gayesinde bir demokrasiye benzetecek olursak, İslam’a hakikat saltanatı gözüyle bakabiliriz. Demek varış önce, arayış sonra… Varışa bağlı tefekkürün adı da felsefe değil, hikmet… Felsefe başıboş bir çıkış ve bulamayış, İslâmîi tefekkür ise, düzenli bir yol alış ve bulduğunu derinleştiriş ve genişletiş

Kâfir – Hep şiir, hep şiir, hep büyü sanatı, sözleriniz…

Mü’min – Şimdi ‘İslâm felsefesine göre’ lâfını durdurup ‘İslam hikmetlerine göre’ diye sözünüze devam edebilirsiniz

Kâfir – Vazgeçtim! Siz felsefeyi yermekte devam edin.

Mü’min – Yerdim, yereceğim kadar.

Kâfir – Peki onun hiç mi faydası yok?..

Mü’min – Var!.. Hem de ne büyük fayda!.. Söylediğim gibi, birbirinin yanlışını çıkarma, birbirini yerme, yeme faydası.. Ve iman sahiplerine bâtıl aklın ne demek olduğunu göstermeleri, mücadele sahası açmaları ve tababette mikroba karşı yapıldığı gibi bir nevi (asepsi) ve (antisepsi) tedbirine meydan vermeleri…

Kâfir – Aklım almıyor!

Mü’min – Aklınız yok ki, alsın!” [A.g.y., Mü’min - Kâfir, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2010]

Dilerseniz son sözü de Mevlâna’ya (k.s.) bırakalım. Diyor ki o büyük insan;

Ârifin kıblesi vuslat nurudur! Fizoflaşmış aklın kıblesi ise, boş bir hayâldir![Mesnevi, 6. Cilt, Beyit: 1897]