Selamun aleykum hocam, nasılsınız, iyisiniz inşaallah...

Hocam kafama takılan bir konuda size başvurma gereği duydum... Soru şu resul ile nebi arasındaki fark nedir. Kur-anı kerim’de şems süresinde Hz. Salih (a.s.)a da resul diye hitap ediliyor. Aynı şey Meryem suresindede Hz. Nuh (a.s.) İçinde kullanıyor. Ama bu peygamberlere kitap indirilmemistir. Allah razı olsun hocam. Mehmet gürbüz – facebook

*******

Ve aleyküm selam kardeşim; hamdolsun, sağlığınıza duacıyız.

Sorunuzla ilgili olarak, öncelikle lisanımızda yaygın şekilde kullanılan ‘peygamber’ lâfzı üzerinde duralım, sonra da nebî ve rasûl arasındaki farkı ele alarız.

Peygamber, Farsça bir isim; lûgatte, "haberci" demek. Arapçadaki "Nebî" ve "Rasûl" kelimelerinin karşılığı olarak kullanılıyor. Bir tâbir olarak peygamber; Allah Teâlâ'nın, kullarına isteklerini bildirmek ve onlara hakkı, doğruyu ve yanlışı açıklamak üzere seçtiği ve vazifelendirdiği insanı ifade ediyor. Bir başka ifadeyle peygamber; gidip, görüp, gelip haber veren demektir.

Nebî ile rasûl arasındaki farka gelince

Nebî mefhumu, haber mânâsına gelen nebe’ mastarından muştaktır. Ya ism-i fâil olarak kullanılır; o zaman mânâsı, “Kendisinin peygamber olduğunu halka bildiren veya kendisine Allah tarafından tebliğ edilen hükümleri haber veren” demektir. Veya ism-i mef’ûl mânâsındadır; o takdirde de nebî, “Kendisine, Allah tarafından, peygamber olduğu veya bazı ilâhî hükümler haber verilen zat” demek olur. Rasûl tâbiri ise, Allah tarafından ilâhî hükümleri tebliğ etmek için gönderilen zât (mürsel) manasınadır. [Hüseyin el-Cisrî, (1845-1909) Risâle-i Hamidiyye (Terc. Manastırlı İsmail Hakkı), s. 524]

Rasûl ile Nebî lafızlarını, bazıları müterâdif manada (eş anlamlı) kabul etmişlerdir. Bazıları da “mânâları farklıdır. Fakat istîmâlde aynı şeyi ifade için kullanılmıştır” demişlerdir. Doğrusu, aralarında edebî ıstılâhla "umum-husus-mutlak" farkı-alakası olduğudur. Rasûllerin 313 olduğu, Nebîlerin ise 124 binden (veya 224 bin) fazla bulunduğu rivayetler arasındadır. [Hüseyin el-Cisrî, a.g.e., s. 525]

Kur’an-ı Kerim’de bazı âyetlerde Rasûl ile Nebî mefhumları ayrı ayrı zikredilerek birbirine atfedilmiştir. Birinin diğerine atfı ise, ayrı ayrı mefhumlar olmalarını icap ettirmektedir. [Bkz. Hac suresi, 52] Çünkü atıf, mâtûf ile mâtûfun aleyhin birbirinden başka şeyler olmasını gerektirir. Fakat bazan bu iki kelimenin Kur’an’da aynı mânâya geldiği yerler de vardır.

Bu iki tabirin birbirinden farklı mefhumlar olduğunu söyleyenler, aradaki farkın, rasûl’ün ‘yeni bir şeriat sahibi olması’ olduğunu ileri sürerler. Her Rasûl, ya yeni şeriatla gönderilir veya kendisinden evvelki şeriatın bazı hükümlerini değiştirir. Nebîler ise, kendisinden evvelki şeriatın tebliğ ve tatbikçisi durumundadır. Yeni hüküm tebliğ etmezler, evvelki şeriatı neshetmezler. [Hüseyin el-Cisrî, a.g.e., s. 526]

Mevzuyu hulâsa decek olursak; ekseri kelâm âlimlerine göre "rasûl" kelimesi, lûgat manası bakımından "nebî" kelimesinden daha geniş ve şümûllüdür. Çünkü melekler de ilâhi haberler taşıdıklarından, onlara da "İlâhi haberciler" manasında "rasûl" denmektedir. Bu görüşte olan ulemâya göre, kendisine ilâhî kitap ve müstakil şerîat verilen peygamberler "rasûl" diye anılırlar. O bakımdan, her rasûl aynı zamanda bir nebîdir; fakat her nebî, rasûl değildir. Bunlara göre; ikisi arasında, yukarda da işaret ettiğimiz gibi, mantık ve edebiyat lisâniyle, "umum-husus-mutlak" alakası vardır. Çünkü nebî; tebliğle mükellef olsun olmasın, Allah Teâlâ'dan vahiy yoluyla her hangi bir emir alan kimsedir. Eğer o, belli bir şeriatı (fıkıh-hukuk düzenini) veya bir Kitabı tebliğ etmekle mükellef tutulursa, o peygambere aynı zamanda rasûl denir.

Farklı değerlendirmelerde bulunan ulemânın da Kitab ve Sünnet'ten delilleri vardır. Ancak biz çoğunluğun tarif ve izahlarını esas almaya çalıştık. Bu itibarla sonuç olarak; nebî ve rasûlü mutlak manada şöyle tarif edebiliriz:

"Allah Teâlâ'nın seçtiği ve onu Cibrîl-i emîn (a.s.) vasıtasıyla (uyanık iken) vahyettiği şeyleri, insanların hepsine veya muayyen / belli bir topluluğa Allah'ın emriyle tebliğ eden bir insandır. [Nebî ve rasûl kelimelerinin ıstılâhi manaları, aralarındaki fark ve deliller için Bkz. et-Taflâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, 2, 128, el-Cürcanî, Şerhu’l-Mavâkıf, 3, 173-174; İbnü’l-Hümâm, Şerhu’l-Müsâyere, 198; Kadı İyâd, eş-Şifâ, 1, 210; ed-Devvânî, Celâl-Şerhu’l-Akâidi'l-Adûdiyye, 3; Mustafa Sabri, Mevkıfü’l-Akli vel-İlmi ve’l-Âlem, Kahire 1950, 4, 40; Saît Ramazan el-Butî, Kübrâ el-Yakîniyyât el-Kevniyye, s., 173]

Netice: Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat getirmiş olan peygambere hem Nebî, hem Rasûl denir. Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat getirmeyip kendinden önceki peygamberin şeriatını devam ettiren, onunla amel eden peygambere de sadece Nebî denir.

Nebî'nin cem’îsi "enbiyâ"; Rasûlün cem’îsi de "rusül" olarak gelir. Ayet ve hadislerde Rasûl karşılığında "mürsel" ve cem’îsi olan "mürselûn" de kullanılır.

***

Kur’an-ı Kerim’de Dâvud aleyhisselâm ile alakalı bazı ayetlerde de şöyle buyruluyor:

Muhakkak ki biz sana, Nûh'a ve ondan sonra gelen bütün nebîlere (peygamberlere) vahyettiğimiz gibi vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harun'a, Süleyman'a vahyettiğimiz gibi ve Dâvud'a Zebûr'u verdiğimiz gibi.” [Nisa suresi, 163]

Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilir. Andolsun ki, nebîlerin (peygamberlerin) bir kısmını bir kısmından üstün kıldık ve Dâvud'a da Zebûr'u verdik.” [İsra suresi, 55]

Ayetlerde görülüyor  ve biliyoruz ki, Hz. Dâvud’a yeni bir kitap (Zebûr) verilmiş, lakin Zebûr yeni bir şeriat getirmiyor; o, nasîhatler ve ilâhilerden ibaret. Bunun için, Tevrât’ın ahkâmını nesh etmedi, yani mer’iyetten kaldırmadı, bilakis onu teyit etti / kuvvetlendirdi. Binaenaleyh o, Hz. Musa’nın şeriatıyla amel etti... Hz. Salih, Hz. Nuh ve bu tasnife giren diğer nebî ve rasûlleri (aleyhimesselâm) de bu târif ve tavzihe göre değerlendirmemiz gerekiyor. Yani ya kendilerine kitap verilmiştir ya da kitap verilmemişse bile yeni bir şeriatle gelmişlerdir. 

Velhâsıl, Allah Teala nebîye de, rasûle de vahyeder. Vahyedilmiş olmak rasûl olmak manasına gelmiyor. Fakat kitap veya yeni bir şeriat vermek sûretiyle vahyettiği peygamberler, aynı zamanda rasûl kıldığı peygamberlerdir.

Cenâb-ı Hak nebîlerin ve rasûllerin, bâhusus peygamberlerin sonuncusu Efendimiz (aleyhimü’s-salâvâtü ve’t-teslîmâtü ve alâ Nebîyyinâ hâssah) hazretlerinin şefaat-i uzmâlarından mahrum bırakmasın. Âmin.