Selamün aleyküm hocam; ilmihal ve fıkıh kitaplarındaki kazaen yani hukuken geçersiz, fakat diyaneten geçerlidir sözleri ne manaya geliyor? İsim mahfuz

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

‘Kazâen’ kelimesi, fıkıhtaki mevcut kaide ve esaslara görü verilen hüküm demektir. Bu hükümlerin, uygulanmadıkları takdirde cezai müeyyideleri vardır.

Dinen’ veya ‘diyaneten’ tabirleri, bir  meselenin fıkhî-hukukî usûllerle değil de, ahirete bakan ve ahlakî yönünü ön plana çıkaran, dinin yüklediği sorumluluğu hatırlatan bir kavramdır. Muhatabı, dünyevi açıdan bir müeyyideye tabi değildir.

Mesela bir kimse,  lûgat manası itibariyle bir şeyi, bir ipi, bir bağı çözmek manasına gelen ‘talak’ kelimesini kullanırken, maksadı hanımının ellerini çözmek ise, bu kişinin hanımı diyaneten, yani gerçek anlamda boşanmış olmaz. Fakat kazâen, yani şer’î hukuk kaidesine göre boşanmış olur. Çünkü, ‘kazânen hüküm’ söze, ‘diyaneten hüküm’ ise niyete bakar [Bkz. İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 1, 437]

Mesela; bir kadın evlenip halvet-i sahîhaya girdikten sonra boşanırsa, ikinci bir evlilik yapması için iddet süresini beklemesi gerekir.

Ancak, eğer kadın kocasıyla gerçek manada bir beraberlik geçirmediğini, hamile olmasının asla söz konusu olmadığını bilirse, böyle bir kadının iddet süresini beklemeyip ikinci bir evlilik yapması halinde, bu evlilik kazâen doğru olmamakla beraber, diyaneten caizdir. Çünkü, iddet süresinin beklenmesi rahmin temiz olup olmamasına yönelik bir testtir, tedbirdir.

Kadın hakikaten bir cinsî yakınlık olmadığını kesin olarak biliyorsa, dini bir sorumluluğu olmaz. Fakat, kazâen suçlu olur. Çünkü Hz. Ömer’in (r.a.) dediği gibi, “Biz zahire göre hükmederiz, işin gizli tarafını Allah’a havale ederiz.” sözü hukukta önemli bir esastır.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

 “Şüphesiz ben, insanların kalplerini açmaya, karınlarını yarmaya memur değilim.”[Buhârî, Sahih, Kitâbu’l-Meğâzî, 63]

Abdullah b. Utbe’den (r.a.) şöyle rivâyet edilmiştir:

Hz. Ömer’den (r.a.) işittim. O şöyle diyordu: “İnsanlar, Rasûlullah (s.a.v.) zamanında vahiy ile gizli hallerinden de sorumlu tutulurlardı. Rasûlullah'ın irtihali ile vahiy kesilmiştir. Bugün sizi gördüğümüz amellerinizden dolayı sorumlu tutarız. Bu yüzden kim bize hayır gösterirse onu emin sayar (güvenilir kabul ederiz) ve kendimize yakınlaştırırız. Onun gizli hallerini araştırmak bize düşmez. Onu, gizli halleri hususunda Allah hesaba çeker. Her kim de bize zâhiren kötülük ve şerr ortaya koyarsa, o kimse, gizli hallerinin (niyetinin) güzel olduğunu söylese bile, onu emin saymayız (ona güvenmeyiz) ve onu doğrulayıp tasdik etmeyiz.”[Buhârî, Sahih, Kitâbu’ş-Şehâdât, 5]

Ancak, "Nahnu nahkumu bi'z-zavâhir” yani; "biz, zavâhire göre hüküm veririz" kâidesi, aslında basit manada tek bir "dış görünüşe bakarak hükmederiz" anlamına gelmez. Dikkat etmek gerekir.

Günümüzde pek çok kimse, bu kâideyi maalesef böyle anlayıp değerlendirmektedir. Onun için de, dış görünüşü itibariyle sakallı-şalvarlı, tesettürlü, namaz kılan yani İslâm'dan bazı görüntüler taşıyan birilerinin, hemen dürüstlüklerine hükmedip bazı muamelelere girmekte ve sonrasında da büyük pişmanlıklar yaşamaktadırlar. Oysa dikkat edildiğinde görülecektir ki, zâhire göre değil, “zavâhire göre hükmederiz” denilmektedir. Zavâhir, zâhir kelimesinin cem’îsidir / çoğuludur ve insanların zâhirinin (görünen yönlerinin) bütününe şâmildir, hepsini kapsamaktadır. 

Binaenaleyh zavâhir; ef'âl, akvâl, ahvâl ve ahlâk demektir. Yani insanın fiilleri-işleri, sözleri, halleri ve ahlâkı yani şahsiyet ve karakteri demektir. Bunu da hatırdan çıkartmamak lazım. Ve bu hususlarda ölçümüz Efendimiz’in (s.a.v.) koyduğu şu esaslar olmalıdır:

“Kişinin namazına, orucuna bakmayın; konuştuğunda, doğru konuşup konuşmadığına, kendisine emniyet edildiğinde, güvenilirliğini ortaya koyup koymadığına; dünya kendisine güldüğünde, takvayı elden bırakıp bırakmadığına (menfaat anındaki tavrına) bakıp öyle değerlendirin.” [Ali el-Muttakî, Kenzü’l-Ummâl, Hadis no: 8435]

“Kişinin namazı, orucu sizi aldatmasın (sakın zarar vermesin). Dileyen oruç tutar, dileyen  namaz kılar. Fakat güvenilir olmayanın dini de olmaz. (O halde onun küçük ve büyük menfaatler karşısında takındığı tavra bakınız. Kararınızı ona göre veriniz.) [A.g.m. ve e., H. no: 8436] 

Go to top