"إذا دخل السين في الشين ظهر قبر محي الدين"

İzâ dehale’s-sînü fi’ş-şîni, zahara kabru Muhyiddîn”

Selamün aleyküm hocam, “İzâ dehale es-sîn fi’ş-şîn, zahara kabru Muhyiddîn” sözüyle ilgili bilgi verebilir misiniz? Teşekkür ederim.

Soru: Kağan Kandemir tarafından yazıldı. Kategori: soru – Cevap

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Sorunuzun kısa cevabı:

Bu söz, Muhyiddîn İbnu Arabî (k.s.) hazretlerinin “Şeceretü’n-Nu‘mâniyye fî Devleti’l-Osmâniyye” isimli eserlerinde geçer. Ceddimiz Osmanlı’nın kuruluşundan 70 yıl önce yazılmıştır.

İzâ dehale’s-sînü fi’ş-şîni, zahera kabru Muhyiddîn”, yani ‘Sîn Şın’a girince (Sultan Selim Şam’a girince), Muhyiddîn'in kabri açığa çıkar (o güne kadar yeri belirsiz olan kabir ortaya çıkar’ demek oluyor. Şeyh hazretleri, belirsiz durumda olup insanlar tarafından bilinmeyen kabirlerinin, Yavuz Sultan Selim’in (r.aleyh) Şam’a gelmesi-girmesiyle zahir olacağına işaret ediyor. Hikâyesi aşağıda gelecek.

***

Muhyiddîn İbnu Arabî (k.s.) kimdir?

Muhyiddin İbnu Arabî (k.s.), 1165'de Endülüs’te (İspanya'da) doğdu. 8 yaşında İspanya'daki en önemli ilim merkezi olan İşbiliye'ye (Sevilla) gelerek iyi bir tahsil gördü. 29 yaşında Tunus'a geldi. Bir süre de Fas'ta yaşadı. Tunus'tan, Mısır, Filistin ve Hicaz'a gitti, hac vecibesini îfa etti. Ünlü eseri "Fütühât-ı Mekkiyye"yi Kâbe-i Muazzama'nın karşısında kaldığı iki yılda kaleme aldı. 1204'te manevi bir işaretle Konya'ya geldi ve Selçuklu Sultanı I. Keyhüsrev tarafından büyük saygıyla karşılandı. 1230'da Anadolu'dan ayrılıp Şam'a yerleşti. 1240'ta Şam'da 75 yaşlarında vefat etti. Türbesini bugünkü haliyle 1516'da Yavuz Sultan Selim inşa ettirmiştir.

Muhyiddîn İbnu Arabî’nin (k.s.) eserlerinden biri, Osmanlı Devletiyle alâkalı şifreli bilgilerin yer aldığı “Şeceretü’n-Nu‘mâniyye fî Devleti’l-Osmâniyye isimli kitabıdır. Bu eserinde Osmanlı Devletinin kuruluşundan, hilafetin Osmanlılara geçmesinden, Sultan Abdülaziz’in (r.aleyh) katledilmesinden, sonrasında Sultan Abdülhamid’den (r.aleyh), devamında da “son mîm” adını verdiği son Osmanlı sultanı Mehmed Vahdeddin’den rumuzlarla bahseder. Osmanlının yıkılışından sonra çok zor günlerin geleceğini, devamında Hz. Mehdî’nin (aleyhirrahmeti verrıdvân) çıkacağını anlatır.

İbnu Arabî hazretleri, kendisine Rûm sûresinin başıyla ilgili sırlar verileceğinin bildirildiğini, bunun üzerine murakabe halinde bunların neler olduğunu Hz. Ali’ye (k.v.) sorduğunu söyler.

İbnu Arabî (k.s.), bu eserini Osmanlının kuruluşundan yetmiş (70) sene evvel te’lif eder. Biz burada, eserde yer alan işaretlerden bir kaçına ana hatlarıyla dikkat çekeceğiz. [Eser için bkz. İbnu Arabî, Muhyiddîn, “Şeceretü’n-Nu‘mâniyye fî Devleti’l-Osmâniyye”, Ali Emîrî Millet Kütüphanesi, Fatih-İstanbul]

***

Kitapta geçen bazı rumuzlar/işaretler ve izahları

1. “Mim”den sonra (gelen 'be'nin andından) “Sin” başa geçecek, halife olacak.

Bu, Fatih Sultan Mehmed sonrasında ll. Beyazıt'ın ardından başa geçen Sultan Selim’in, halifeliği Osmanlıya getirmesine işaret olarak değerlendirilmiştir.

İlgili kısımda “Ra” harfi rumuzuyla Sultan Selim’in Ridâniye savaşına işaret vardır.

2. “Sîn” “Şın”a girecek, harâbe bir kabri düzeltip ortaya çıkaracak.

Bu, Sultan Selim’in Şam’a girmesi olarak te’vil edilmiştir/yorumlanmıştır. Harâbe kabir ise, İbnu Arabî’nin kabridir. Bu mânâ halkımız içinde; “İzâ dehale’s-sînü fi’ş-şîni, zahara kabru Muhyiddîn”, yani “Sîn Şın’a girince, Muhyiddînin kabri açığa çıkar” ifadesiyle dile getirilir.

3. Bu devlet, “son Mîm”in cülûsuna kadar devam eder.

 “Son mîm”, son Osmanlı sultanı Mehmed Vahdeddin'dir.

4. Yıkılan devletin hükmü, âhir zamanda zuhur eden “Sâd”ın tasarrufuna intikâl eder.

Osmanlının yıkılmasından sonra çok zor günler yaşanacak, büyük fitneler olacak, sonra “Sâd” ile işaret edilen Hz. Mehdî aleyrrahmeti verrıdvân çıkacak, adaleti ve sulhu sağlayacaktır.

İbnu Arabî, ahir zamanda çıkacak Hz. Mehdî’yi anlatırken, “İlk Mîm” ve  “Son Mîm” rumuzlarını kullanır. “İlk Mîm” Hâtemü’l-Enbiya ve’r-Rusül olan Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ve “Son Mim” ise, O’nun ümmetinden  Hz. Mehdî aleyrrahmeti verrıdvândır. [Prof. Dr. Şadi Eren’in bir makalesinden]

***

Muhyiddîn İbni Arabî (k.s.) ve vahdet-i vücûd meselesi

Tasavvuf yolunda seyr u sülûk esnasında yaşadığı mânevî bir hâl ve makam icabı “Vahdet-i vücûd”’ nazariyesine kâil olan Muhyiddîn İbni Arabî (k.s.) hazretlerinin hatalı müşahede-keşif ve beyanlarını, Hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbânî Ahmed el-Fârûkî es-Serhendî (k.s.) hazretleri tashih etmiş ve doğrularını izah etmiştir. (Kaddesallahu esrarahum ecmaîn.) Geniş bilgi için bkz.

http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3675-esyanin-hakikati-2.html

http://www.halisece.com/akaid/131-qvahdet-i-vucuda-dair-en-kati-hukumq.html

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/132-vahdeti-vucut-hakkinda-bir-soru.html

***

Şam ve Yavuz Sultan Selim rahmetullahi aleyh

Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin bu sözünün sırrını tam anlayabilmek için Yavuz Selim Han hazretlerinin Hilafeti almak için yola çıktığı ve yolculukta üzerinden geçtiği Şam şehrine gidiyoruz.

Yavuz Sultan Selim (r.aleyh) Mısır'a sefer yaparken ordu büyük bir para sıkıntısı çekmekteydi. Bu dert ile âdeta çaresizlik içerisindeydiler.

Akşam olunca Yavuz Selim Han hazretleri ünlü âlim Şeyh Muhyiddin Arabî'nin kitaplarını okumaya başladı. Sultan kitapları okuduktan sonra kabrine gidip dua etmek istedi. Şam halkı Şeyh'in kabrini bilmiyorlardı. İki gün süreyle araştırıldı ve tellallar bilenin mükâfatlandırılacağını/ödüllendirileceğini halka duyurdular. Kimse çıkmadı. Yalnızca dağda koyun otlatan bir çoban geldi:

- "Efendim, Kasyun Dağı'nın yamacında bir yer biliyorum; oradan ne koyunların birisi bir ot yer, ne de oraya bir hayvan basar… Oranın otları kendi halinde büyür ve zamanı gelince kurur gider. Zannım o ki, aradığınız yer orasıdır."

Çobanın tahmini doğru çıkar. Kazılan yerde Şeyh-i Ekber'in cesedi hiç çürümeden durmaktadır. Böylece İzâ dehale’s-sînü fi’ş-şîni, zahara kabru Muhyiddîn” sözlerinin sırrı çözülür, na’ş-ı şerifleri ortaya çıkar.

Sultan onun için bir türbe yaptırdı ve defin işlerini bizzat kendisi takip etti. Defin bitince Şam halkının Şeyh hakkında bildiklerini öğrenmek istedi. İleri gelenlerden bazı âlimleri ve güngörmüş kişileri huzura çağırdılar.

Onlar da kendilerine intikal eden bir rivayeti, sanki ağız birliği etmişçesine anlattılar. Meğer vakt-i zamanında Şeyh, Şam halkının maddeye düşkünlüğünden yakınarak onlara nasihat etmiş, sonunda da ses tonunu yükseltip ayağını yere vurarar,

"Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır!"

diye haykırmış. Halk, bu söz ile kendi inançlarına hakaret edildiğini, kendilerinin Allah'a taptıklarını, Şeyh'in bu sözü ile küfre girdiğini iddia ederek kadılara şikâyet etmişler ve onlar da Şeyh'in cezalandırılmasına hükmetmişler. Şeyh'in haksız yere eza cefa çekmesine gönlü razı olmayan dostlarından biri Muhiddin-i Arabî’ye gelip,

"Neden sözünden dönmüyorsun, neden sır gibi davranıyorsun?" diye sorunca da o, acı bir tebessüm ile;

"İzâ dehale's-Sîn ile'ş-Şîni zahera sırrî!" demiş.

Sultan bunu duyunca çok şaşırdı. Bu söz, "Sin Şın'a girince sırrım anlaşılır!" demeye geliyordu.

Sultan, bu sefer Şeyh'in bu sözü tam olarak nerede söylediğini araştırttı. Aradan üç yüz yıla yakın zaman geçmiş, yalnızca bir kişi yeri tahminen bilebildi. Sultan bizzat oraya kadar gitti. Yüksekçe bir tepe olduğu görüldü. Sultan, tepeyi kazmalarını emretti. Çok geçmeden kazılan yerden bir küp altın çıktı.

Sonra Sultan şöyle söyledi:

"Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz, zamanın küfür ve günah meclislerine binâen, ‘Dininiz paranız, kıbleniz kadınlarınız’, buyurmadı mı?[*] Muhyiddîn-i Arabî hazretleri de buna dayanarak taptığınız ayağımın altında sözleriyle, ‘benim ayağımın altında altın var’ demek istemiş… Ama o zaman bunu kimse anlayamamış ve Şeyh-i Ekber'e haksızlık etmişler."

Şam halkı günlerce bu hadiseyi konuştu ve Sultan'ın kerametine bir kez daha inandılar. Çünki Sîn, Selim adının ilk harfi, Şın da Şam isminin ilk harfi idi. Sîn'in Şın'a girmesi gerçekleşmişti. Halk bu keramette büyük bir uğur telakki edip Sultan ve ordusuna hizmet için canla-başla yarıştılar. Şeyh'in altınlarını akçeye tahvil ettiler. Böylece ordunun ihtiyacı olan para temin edildi ve kararlaştıralan günden üç gün önce yola çıktılar.

Yavuz Selim Han hazretleri, bir sırrı daha çözerek adını altın harflerle Osmanlı tarihene yazdırmıştı. 

 

 

Dipnot:

[*] Bu hadis-i şerifi Efendimiz’den (s.a.v.) Hz. Ali (r.a.) rivayet etmiştir (metnin latinize şekli):

Ye'tî ale’n-nâsi zemânün hemmühüm bütûnuhüm Ve şerafühüm metâuhüm Ve qıbletühüm nisâühüm Ve dînühüm derâhimühüm ve denânîruhüm Ülâike şerru’l-halqı Lâ halâqa lehüm indallâh.” [Ali el-Müttaqî, Kenzü’l-Ummâl, XI, 192/31186; Gümüşhânevî, Râmuzu’l-Ehâdîs, harf-i ye, Hadis no: 6259]

Meali: “İnsanla üzerine öyle bir zaman gelecek ki; insanların bütün gayretleri, çalışmaları-çabaları mideleri, yâni karınlarını doyurmak olacak. Şerefleri de sahip oldukları malları, mülkleri olacak. (Şöyle evim var, böyle arabam var, şu kadar bilmem neyim var, diye onlarla övünecekler.) Ve kıbleleri de kadınları olacak. (Yani, kadının ağzına bakacak, ne derse tamam. Gerdanlık isterim! Tamam. Bilezik isterim. Tamam. Pırlanta isterim, tamam... Güzlük isterim, yazlık isterim, tamam… tamam...) Dinleri de dinarları, dirhemleri / altın gümüş paraları, olacak. (Kısacası dini-imanı para olacak, gözleri başka bir şey görmeyecek. Aklı-fikri parada olacak; arkadaşlık, ahbaplık, dürüstlük, kanun, insaf, merhamet, acıma diye bir şey olmayacak. Yani aslında din, iman kalmamış oluyor, dünya hırsı gözlerini-gönüllerini kaplamış oluyor.) İşte bu sıfatlarla muttasıf olan (Peygamber Efendimiz'in çizdiği bu çizgilerle tasvir edilen) kimseler; (aklı-fikri karınlarını doyurmak olan; övünçleri, şerefleri ellerindeki zenginlikler, mal-mülk olan; takı, süs-zînet olan; kıbleleri kadınlar olan; dinleri imanları da para-pul, dinar dirhem olan kimseler...) Bunlar, (Allah indinde-katında) mahlûkàtın en kötüleridir. (Çünkü İslâmî bütün değerlerden yoksundurlar.) Allah nezdinde onların hiçbir kıymeti, değeri, nasîbi, mükâfâtı-ecri-sevabı olmayacak. (Böylece ahirette bu vurdumduymazlıklarının, günahkârlıklarının, sınır tanımazlıklarının, dinden imandan uzaklaşmalarının, ahlâksızlığa sapmalarının, yaptıkları kötü şeylerin mutlaka cezasını çekecekler!)” 

Go to top