Selamün aleyküm, hocam Ahmet Cemil Akıncının Rahmet Müjdecisi Hz. Muhammed’in Hususiyetleri adlı kitabını okuyordum, orada Ümmî değildi başlığını gördüm. Yazıda onun okuma yazma bildiğini iddia ile bu konudaki delilleri kafasına göre yorumluyor. Bu duruma bir açıklık getirebilir misiniz? Bir de kitaplarının okunmasını tavsiye eder misiniz?

Soru: Ahmet Faruk tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap

*******

Ve aleyküm selam.

Değerli kardeşim;

Sorunuzu, “Ahmet Cemil Akıncı, eserlerindeki nakiller, dinî-itikadî tutumu” başlığı altında değerlendirip açıklamaya çalışabiliriz. Şöyle ki:

Ahmet Cemil Akıncı (1914-1984), dinî ve tarihî romanlarıyla tanınan bir yazardır.

Babasının görevli bulunduğu Akkâ'da (Filistin) doğdu. Baba tarafından Rumeli sipahilerinden olduğu için Sipahizâde lakabı ile anılan bir aileye mensuptu. Aile soyadı kanunundan sonra Akıncı soyadı­nı aldı.

Babası, maarif müfettişliği ve sultânî müdürlüğü yapan Abdürrahim Hilmi Bey, annesi ise Fatma Hanım'dır.

Suriye'nin İngilizler tarafından işgali üzerine 1919'da Maraş'a gelmişler Maraş  direnişine şahit olmuşlardır. 

Ahmet Cemil Akıncı Kayseri'de başladığı tahsil hayatı­na Adana'da devam etmiş,  1929'da Kule­li Askerî Lisesi'ne girmiş, Harbiye ve Top­çu Atış Okulu'nu bitirmiştir.

1934'te topçu teğmeni olarak orduya katılmış, 1960'ta albay rütbesiyle emekli olmuştur. Emeklilik yıllarında  birçok hayır der­neklerinde çalışmış, 1 Ocak 1984'te İs­tanbul'da ölmüştür.

Küçük yaştan itibaren hikâye, roman ve şiir yazan  Akınc’nın dinî ve millî mevzularda yazılmış kırk­tan fazla eseri vardır.

Dini ve milli mevzularda yazdığı roman ve hikâyelerinde  rivayetlere, söylentilere yer vermiş, İsrailiyat türü kaynaklara itibar etmiş, bu tip eserlerinde gerçeklikten çok hayal gücüne dayalı konulara da yer vermiştir. Gerçeklik sınırlarını da zorlayan yazarın,  kesin ifadelerle zikrettiği bazı hadiselerde Ahd-i Atîk'i (Eski ahid, eski sözleşme. Ehl-i Kitap yani Yahudî ve Hristiyanlarca kutsal sayılan kitaplardan bir kısmı) kaynak alan İsrâiliyat türü kitaplara dayandığı anlaşılmaktadır.

Kısacası nakillerde bulunduğu yerler çok da sağlam ve muteber kaynaklar değildir. Bununla beraber eserlerinde, kendine göre yeni yorumlar da getirmiştir. Mesela sizin de belirttiğiniz gibi, “Rahmet Müjdecisi Hz. Muhammed’in Hususiyetleri” adlı kitabında, “Ümmî değildi” başlığı altında, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) okuma-yazma bildiğini iddia ederken, bu mevzudaki nass’ları te’vil etmekte ve kafasına göre yeni yorumlar getirmektedir. Oysa Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki:

“Ümmîler arasından kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitâb’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen o (Allah)’dır. Halbuki onlar, önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.” [Cuma suresi, 2]

Meseleyi daha iyi kavrayabilmek açısından, dilerseniz evvela “ümmî” lafzı / ismi üzerinden biraz duralım.

“Ümmî”, anasından doğduğu gibi kalan; yeni bir bilgi edinmemiş olan; okuma-yazma bilmeyen gibi anlamlara gelir. "el-Ümm" kelimesinin ism-i mensûbudur, yani ümm’e mensup olan demektir. Arap lisanında "ümm"; anne, bir şeyin aslı gibi manalara gelir. [Bkz. Firûzâbâdî, el-Kamûsü'l-Muhît, Beyrut, 1987]

Lûgat manasının yanında mecâzî bazı manaları da vardır. Kur'ân-ı Kerîm'de anne, asıl/kaynak, dönülecek yer ve süt emziren manalarında kullanılmıştır. [Abdurrahman İbnu'l-Cevzî, Nüzhetu'l-A'yuni'n-Nevâzır fî İlmi'l-Vücûh ve'n-Nezâir, Beyrut,1985,141-142]

Kur’an-ı Hakîm’de “ümmî” kelimesi okuma-yazma bilmeyenler” için kullanılmıştır. Asıl manası da budur. [Bkz. Baqara suresi, 78]

Aşağıda meallerini vereceğimiz ayetlerde “ümmî” kelimesi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) için de kullanılmıştır.

"Onlar ki, yanlarında Tevrat ve İncilde yazılı bulacakları o Rasûle, o ümmî Peygambere ittibâ ederler. O onlara mâruf ile emreder ve onları münkerden nehy eyler. Ve temiz, hoş şeyleri kendileri için halâl, murdar şeyleri üzerlerine haram kılar. Sırtlarından ağır yüklerini ve üzerlerindeki bağları, zincirleri indirir atar. O vakit ona iman eden, ona kuvvetle ta'zım eyliyen, ona yardımcı olan ve onun nübüvvetiyle beraber indirilen nûru tâkib eyliyen kimseler… İşte o murada eren müflihîn (gerçek kurtuluşa nail olan) onlar…

(Rasûlüm) de ki: Ey insanlar! Haberiniz olsun; ben size, sizin hepinize Allah’ın Rasûlüyüm. O Allah ki bütün Semâvât ü Arz’ın mülkü onun, O’ndan başka ilâh yok, hem diriltir hem öldürür. Onun için gelin iman edin Allah’a ve Rasûlüne, Allah’a ve Allah’ın bütün kelimâtına iman getiren o ümmî Peygambere. Ve ittibâ edin ona ki, bu hidâyete erebilesiniz.” [A'raf suresi, 157-158]

Sen bundan önce ne bir Kitâp okuyor (tilavet ediyor), ne de elinle onu yazıyordun. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar elbette şüpheye düşerlerdi.” [Ankebut suresi, 48]

Bütün bu ayetlerde Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) okuma-yazmasının olmadığına vurgu yapıldığı gibi, onun için kullanılan “ümmî” vasfının da aynı anlama geldiğine işaret edilmektedir.

***

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) iki türlü mucizesi vardır.

1- Mübarek şahsında görülen mucizeler, 

2- Kâinat üzerinde gösterdiği mucizeler...

İkinci kısma örnek olarak Ay’ı iki parçaya ayırması, parmağından çeşme gibi suların akması ve az bir yemekten çok sayıda insanı doyurması verilebilir.

Birinci kısma giren mucizelerin en parlağı ise ümmiliğidir, yani bir şey okuyup yazmamış olmasıdır. [Fahr-i Râzî, et-Tefsirü’l-Kebir, 15, 29]

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz hiçbir âlimden ders almamış, hiçbir kitap okumamış, hiçbir ilim meclisinden bir şey öğrenmemiş; bir kelime de olsa yazı yazmamıştır. Fakat O ümmiliğiyle beraber bütün ilimlere vakıftı, bilmediği bir şey yoktu. Ona her şeyi öğreten Âlemlerin Rabbi olan Mevlâ-yi zû’l-Celâl’di..

Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) İslâm’ı tebliğ, tâlim ve telkine (anlatıp, açıklayıp öğretmeye) başladıktan sonra hiç kimse de çıkıp, “Falan meseleyi ona ben anlatmıştım, ben öğretmiştim.” dememiştir.

***

Tefsir ve siyerlerde “ümmi” kelimesinin üç manası

1. “Ümm”, anne anlamına gelen bir lafızdır. “Ümmî” kelimesi de, buradan muştak (türetilmiş) bir isimdir. Böylece ümmî, anasından doğduğu hâl üzere kalan, okuma yazma bilmeyen, yaratılışı yeni bir şey öğrenmekle değişmeyen insana denir.

2. Arap milletine de “ümmî” denirdi. Eskiden beri Araplar, yazı ve hesap bilmeyen bir millet olarak tanınır. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde,

Biz yıldızların hareketinden hesap çıkarmayan ve yazı yazmayan bir milletiz.” [Müslim, Sahih, Sıyam: 15] buyurarak bu durumu dile getirir. 

3. “Ümmî”, Ümmü’l-Kurâ anlamına da gelir, “Mekkeli” demektir. Her üç manada da Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) okuma yazmayla uğraşmamış olduğu ortaya çıkar. Zaten Kur’an-ı Kerim açıkça Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ümmî olduğunu bildiriyor. Yukarıda meallerini zikrettiğimiz ayetlerde de “Ümmi Peygamber” ifadesi yer alıyor. [A'raf suresi, 7/156, 157, 158; Cuma suresi, 62/2]

Âlemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v.) bir kitap veya yazıya bakarak okuyamıyordu, fakat Kur’an-ı Kerim’i ezberden en güzel okuyan oydu. Kur’ân okumasını ona Cebrail aleyhisselam öğretmişti. Bu mevzda A’lâ suresi 6. ayette şöyle buyurulur:

Bundan böyle sana Cebrail’in öğreteceği üzere Kur’an’ı okutacağız da, unutmayacaksın.”

Meşhur mâruf müfessirimiz Elmalılı M. Hamdi Yazır merhum şöyle bir değerlendirme yapmaktadır:

"Bu üç nisbetin üçünde de ümmî okuyup yazmaya uğraşmamış manasına bir vasıftır. Ümmîlik sıradan insanlar hakkında kullanıldığı zaman genelde ilim eksikliğini ifade eden bir noksanlık sıfatı iken, bir ümmînin okuyup yazanlardan daha bilgili olması Allah tarafından olağan durumun aksine olarak, çalışıp çaba göstermeden ilâhî bilgilerle donatılmış olması ve vehbî ilimlere sahip olması peygamber için fıtrat yüceliğine delalet eder. İlmî yüceliği ve kemâli, okuyup yazanları aciz bırakan bir peygamber hakkında’ümmî’lik, her türlü şüpheyi ortadan kaldıran ve onun doğrudan doğruya Allah'tan gönderildiğini her türlü şüpheden arınmış olarak ispat eden harikulade bir üstün özelliktir, yani başlı başına bir mucizedir. Bu bakımdan’o rasûl, o ümmî nebî’ vasfıyla anılması; ‘O, risaleti ve nübüvveti açık olan mucize sahibi peygamber’ demekten daha açık-seçik bir belâgat örneğidir." [Bkz Hak Dinî Kur'an Dili, İstanbul, 1979, IV/2297; Kurtubî, el-Câmi' li-Ahkâmi'l-Kur'ân; Beyrut, 1965, VII/298-299]

Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) okuma-yazma bilmediği tüm âlimler tarafından kabul edilmektedir. Nitekim bu durum şu âyette de açıkça ifade edilmektedir:

"Ey Rasûlüm! Sen vahyimizden önce kitap okuyan veya yazı yazan bir insan değildin; eğer böyle olsaydı, bâtıl iddia peşinde olanlar şüphe edebilirlerdi." [Ankebut suresi, 48]

Rasûl-i Zîşân Efendimizin (s.a.v.) ümmîliğin yaygın olduğu bir topluma mensup olduğu bilinmektedir. Kendisinin de ümmî, yani öğrenim görmemiş, okur-yazar olmayan bir zat olduğu, tarihî bir gerçektir. Halbuki Kur’ân-ı Kerim'de çok çeşitli bilim dallarına ait bilgiler, ilmî prensipler, neticeler, atıflar veya işaretler vardır. Sadece Yahudi ve Hristiyan dinlerine ve kutsal kitaplarına dair bilgileri gözönünde bulunduracak olursak büyük bir yekün teşkil eder. Bu mevzulara girmek, hele hele o alanın ilim adamları arasındaki ihtilaflı mevzularda görüş bildirmek, tenkitte bulunmak, karar verip hükme bağlamak, bilgi sahiplerinin bile yanaşamayacağı bir iştir.

Şu hâlde Kur’an’daki bu bilgilere bir merci lâzımdır. Kur’an’ı tebliğ eden ve kırk yıllık ömrünü belli bir coğrafyada geçiren Efendimizin (s.a.v.); mektep-medrese, hoca görmediği, hatta yazma bile bilmediği kesindir. Zira Kur’an, sayısız muhaliflere karşı bu âyeti bildirmiş, hiçbir düşman çıkıp da onun yazı bildiğini ileri sürememiştir. Öyleyse Kur’an’ın her şeyi bilen Allahu Teâla tarafından gönderildiği de kat’iyet kazanmaktadır.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) “ümmî” oluşunun pek çok hikmeti vardır. Bunlardan birisi şudur: Şayet Peygamberimiz (s.a.v.) yazı yazıp okuyabilseydi, Kureyşliler, “O, bu kadar bilgiyi eski kitapları okudu da, oralardan öğrendi, Kur’an’ı da eski bilgilerine dayanarak yazdı.” diyeceklerdi. Bu hususu yukarıda meali verilen şu ayet-i celile şöyle dile getirir: Sen Kur’an’dan önce hiçbir kitabı okur değildin, onu elinle de yazmadın. Böyle olsaydı müşrikler elbette şüphelenirdi.”  [Ankebut suresi, 48]

Fakat Peygamber Efendimiz (s.a.v.) öyle bir yazı yazmıştır ki; Mevlânâ Câmî hazretlerinin dediği gibi, “Hiç yazı yazmayan o ümmi Zât, parmak kalemiyle sema sayfasında bir elif yazmış; bir kırkı, iki elli yapmış.”

Bilindiği gibi, Ay’ın dolunay şeklindeki duruşu Kur’an harflerinden “mim”in yuvarlak kısmına, ikiye ayrılınca da her parçası noktasız “nun”a benzemiştir. Ebced hesabında “mim” 40, “nun” ise 50 olarak hesap edilir. Mevlana Câmî (k.s.) enfes bir tarzda bu hakikati böylece dile getirmiştir. 

Velhâsıl Efendimiz (s.a.v.), “Rasûlü’n-Nebiyyi’l-Ümmî’dir. Ahmet Cemil Akıncı’nın dediği gibi okur-yazar değildir. Detaylı ve sıhhatli bilgi için şu linkteki "İLK VANYİN GELİŞİ" ara başlığını mutlaka okuyunuz: http://halisece.com/sorulara-cevaplar/514-vahiy-hakkinda.html

***

Ayrıca Akıncı’nın eserlerinde rastlanan bazı ifadelerde, Sünnî Müslümanlar arasında yerleşmiş dinî hassasiyetlere pek dikkat etmediği de görülmektedir.

Tarihî romanlarındaki üslûbu, dinî temaları işlediği romanlarına nisbetle daha başarılı olduğu söylenebilir. Genelde eserlerinde, hadiselerin örgüsü ve ifadelerin kolay anlaşılır, akıcı ve açık oluşuyla eserlerinin zevkle okunur olmasını sağlamış; bilhassa gençler ve geniş halk kitleleri üzerinde etkili olmasını bilmiştir.

Bununla beraber, tahlil ve tenkidini (kritiğini) yaptığımız hususlardan dolayı, kitaplarının tamamını sıradan herkese tavsiye edemeyiz. Söz konusu hataları herkesin tesbit edip ayıklayabilmesi pek de kolay olmaz, hatta mümkün de olmayabilir. O bakımdan onu okumak isteyenlerin de dikkatli olmalarını hatırlatmak isteriz. Esasen onun yazdığı alanlarda pek çok sağlam ve güvenilir müellifimiz / yazarımız da mevcut... Akıncı’yı okumak yerine bunların eserlerinden istifade edilebilir.

Go to top