“Ben nefsimi temize çıkarmıyorum”

Halis Ece Bey selamün aleyküm. Sizin de sitenizdeki "Nefs nedir-türleri" makalesine rastgeldim ve okudum. Okuyucu soruları kabul ettiğinizi gördüm ve sorumu sormaya çalıştım. İnşaallah cevabı vardır. Size Allah'dan sağlık afiyet ve kolaylıklar diliyorum. 

1- Birinci soru biraz seri olacak ama derdimizi daha iyi anlatmak daha iyi-geniş sormak içindir. Şöyle ki:

Peygamberlerin nefisleri de yaratılışta bizdeki nefis gibi miydi? 

Yani onlardaki nefis de mebde-yaratılışta, "Allah'a düşman olarak ve kafir olarak yaratılan emmare nefis" miydi? Onların nefsi de bizde ki gibi kafir miydi? Yoksa onların nefsi, bizim nefsimiz gibi yaratılmamış mıydı? Onların nefsi direkt mütmain olarak mı yaratılmıştı ya da başka ifadeyle onların nefsi direkt mümin olarak mı yaratıldı?

2- Şu aşağıdaki sözlerin hangisi doğrudur veya doğrultur musunuz? Yukarıdaki sorulara vereceğiniz cevabların zihnimdeki tekamülü içindir. 

A— “Fıtri olarak her insan gibi peygamberlerin nefsi de vardı ve onların da nefsi bizim nefislerimiz gibi mebde kafirdi. Fekat Allahü teala onları nefsin zararından korumuş, ve bilahere onlar nefislerini terbiye etmişler böylece nefislerini zararsız hale getirmişler, nefisleri onlara teslim olmuş, mümin olmuştur.“

B— “Allah, peygamberlerin nefsini diğer insanlardan farklı olarak zararsız yaratmıştır, mümin yaratmıştır. Başlangıçtan beri.“

ÖZET: Hocalar uzun işi sevmezler fakat sorularım, maksadımı anlatmakta kifayet etmeyebilir endişesiyle hülasa yazmak istedim. Şöyle ki:

Şimdi hocam nefis, her insanda var. Ve nefsin yaratılışını okuduğumuzda: İlk anda Rabbini tanımayan, kibirlenen, ceza olarak ateşe atılan, aç bırakılan ve nihayet sonunda Rabbini tanıyan, İslama ve Allah'a düşman olan kafir bir nefs var. Bu nefisden hepimizde var. O halde okuyucu olarak benim aklıma ilk gelen soru, peygamberlerin de mi nefsi kafir olan- emmare olan nefisdi? sorusudur. 

Yusuf suresinde Yusuf aleyhisselam "Nefsimi temize çıkaramam. Şüphe yok ki nefis fenalıkla pek ziyâde emredicidir. Rabbimin esirgemiş olduğu müstesna" diyor. Konuya Ö.N.B ve M. Hamdi Yazır efendilerin tefsirinden bakınca derinliği de arttı tabi. Fakat neticede iki tefsirden anladığım şu oldu:

"Peygamberlerinde nefsi var. Ve yaratılışı da aynı bizdeki gibi emmare nefis-kafir nefisdir ama nefisleri Allah'ın hususi koruması altında olduklarından dolayı asla nefsin isteğine uymazlar, ve bilahere nefisleri iman etmiş, teslim olmuş nefisdir." 

Yine büyük veli İmamı Rabbani Ahmed Faruk Serkendi'nin tercüme edilen Mektubat'ının ikinci cild, 99. mektup ve birinci cild 41.mektublarındanda aynı şeyi anladım. 

3- Son sorum ise şu: "Herkes gibi benim de bir şeytanım vardı fakat bana teslim oldu" mealinde ki hadisi şerif neyden bahsetmektedir? Nefisden mi? İblis veya musallat olan yardımcılarından mı? Bu hadis, nefsin peygamberlerde de ilkbaşta emmare olarak yaratıldığını  gösterir mi? Biz ehli olmadığımızdan kaynağına inemiyoruz. Ama kaynak olarak Tirmizi, Rada 17; Müsned, III/309 denilmiş, bilginize. 

Soru: Tarık Solakzade tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap

*******

Ve aleyküm selam.

Muhterem Solakzade; sorunuzu hayli geniş ve uzun tutmuşsunuz, haliyle tekrarlardan da kaçınamamışsınız. Bununla beraber, soruların az ya da çok, tam veya eksik cevabı da içinde mündemiç diyebiliriz. Mesela Ö.N.Bilmen ve M. Hamdi Yazır merhumların tefsirlerinden yaptığınız iktibas ve Mektûbat-ı İmam-ı Rabbani’ye (k.s.) yaptığınız atıf gayet yerinde ve isabetli olmuş. Dolayısiyle bizim anlatmamızı gerektirecek pek de bir şey kalmamış aslında... Ama madem bunca yazıp sormak zahmetine katlanmışsınız, o halde biz de idrâkimiz nisbetinde -haddimiz olmayarak- ara başlıklar halinde bir şeyler karalamaya-anlatmaya çalışalım. İnşaallah faydadan hâlî/boş olmaz.

***

1. Peygamberler de insandır

Peygamberler (aleyhimüssalavâtu ve’t-teslîmatu ve alâ Nebbiyyinâ hâssah) de insandır. Nitekim ayet-i celilede şöyle buyruluyor: Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber geldi ki (sizden biri, kendi içinizden, kendi cinsinizden, melek değil, beşer cinsinden, aslı ve nesebi belli, Arabî ve Kureyşî, Harem ehlinden)…” [Tevbe suresi, 128] Binaenaleyh her insanda olan fıtrî duygular elbetteki onlarda da vardır. Lâkin Rabbimiz (c.c.) onların zellelerini (ufak tefek hatalarını) anında düzeltir. Bu yönleriyle diğer insanlardan farklı ve üstündürler. Nitekim Rasûl-i zî-Şân (s.a.v.) Efendimiz, “Beni Rabbim te’dîb / terbiye etti ve edebimi güzel eyledi.[İsmâil b. Muhammed el-Aclûnî (v. 1167/1749), Keşfü’l-Hafâ, 1, 70] buyurmuşlardır. O'nu/onları olduğu gibi, keza vârisleri olan zevâtı da bizzat Cenab-ı Mevlâmız terbiye edip peygamberlik ve irşad vazifelerine hazırlamıştır.

***

2. Mevzu ile ilgili diğer bazı ayetler

Şöyle dediler: ‘Bu ne biçim peygamber ki, yemek yer, sokaklarda gezer? Ona, beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilseydi ya!’ ‘Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya!’ Bu zalimler, inananlara ‘Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz’ dediler.” [Furqan suresi, 7-8]

“Biz (Rasûlüm) senden evvel de Peygamberleri başka türlü göndermedik; şüphesiz onlar hem yemek yiyorlar, hem çarşılarda geziyorlardı (sokaklarda yürüyorlardı). Bir de kiminizi kiminize bir fitne (bir imtihan vesilesi) kılmışızdır ki, bakalım sabredecek misiniz? Maamafih Rabbın basîr bulunuyor (her şeyi hakkıyla-kemâliyle-tamamiyle görüyor).” [Furqan suresi, 20]

Bütün bu ayetler ve emsâlleri, peygamberlerin de nefisleri olduğunu göstermektedir. Ve kezalik Kur’an-ı Kerim’de Yusuf aleyhisselâmdan hikâyeten buyruluyor ki:

Ben nefsimi tebri’e de etmiyorum (temize çıkarmıyorum); çünkü nefis, cidden emmâredir, şiddetle fenayı / kötülüğü emreder. Ancak Rabbimin rahmetiyle muâmele buyurduğu müstesna (çünkü başka türlüsü de düşünülemez). Muhakkak ki Rabbim, çok mağfiret edici ve pek merhametlidir.” [Yûsuf suresi, 53]

Bununla beraber, onların nefisleri Rabbimiz tarafından tezkiye edilmiş ve kâmil mânâda terbiye edilmiştir. Dolayısiyle Allahu Teâla’ya, O’nun emir ve nehiylerine muhalif hareket etmelerine meydan ve imkân verilmemiştir.

Kendilerinden sâdır olan zelleler, filasıl nefislerinden değil, vahyin olmadığı ya da başka bir ifadeyle vahyin henüz gelmediği bazı mevzularda yaptıkları içtihatlardan kaynaklanmıştır.

***

3. Fıtrat değişmez

Fıtrat değişmez, değiştirilmez. Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) fıtratı da değiştirilmez. Esasen fıtratta iki unsur/iki taraf vardır:

a) Kötülüğe meyyal hayvanî ve nebatî cihet vardır ki, buna nefis ya da rûh-i hayvanî de diyebiliriz.

b) Hayra-iyiliğe meyleden sâlim akıl, temiz vicdan ve ruh tarafı vardır ki, buna da rûh-i melekî denir.

İnsan olarak bütün peygamberlerde ve Rasûlümüz Hz. Muhammed Mustafa’da (aleyhimüssalavâtu ve’t-teslîmatu ve alâ Nebbiyyinâ hâssah) da bu unsurlar elbetteki vardı. Peygamber olarak onlar da imtihana tâbi idiler. Ayrıca onların imtihanı diğer insanlara göre daha büyük, daha şiddetli ve daha zordu. Nitekim “İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler peygamberlerdir. Sonra (rütbeleri, manevi dereceleri bakımından) sırasıyla onları takip edenler, sonra onları takip edenlerdir.” [Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, 1, 519; Hâkim, el-Müstedrek, 3, 343; İmam Ahmed, Müsned, 1/172, 174, 180, 185, 6/369] mealinde hadis-i şerifler meşhurdur. 

Bu hadis-i şerifler, peygamberlerin ve onlarla beraber o belaları göğüsleyen sahabelerinin / arkadaşlarının ve manevi rütbeleri itibariyle evliyaullahın ne büyük, ne dehşetli imtihanlardan geçtiklerini göstermektedir.

Keza Türkçemizde bu mânâyı ifade eden, Allah dağına göre kar verir sözü ne kadar hoş ve güzeldir. Ancak peygamberler ve hakiki varisleri seçkin bir makama namzet olarak yaratıldıkları için, onlar şiddetle kötülüğe meyilli ve kötülüğü emreden nefs-i emmâre derekesinde değil, meratib-i nefsin râziye ve merzıye, hatta safiyye mertebesinde idiler. Merâtib-i nefs hakkında detaylı bilgi için bkz. http://www.halisece.com/islami-makaleler/332-nefis-ve-nefsin-kisimlari.html Sizin de kaydettiğiniz bir hadis-i şeriflerinde Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), “Herkes gibi, benim de bir şeytanım vardı, fakat (o) bana teslim oldu.” [Tirmizî, Sünen, Rada’, 17; İmam Ahmed, Müsned, 3, 309] buyurmuşlardır.

Görüldüğü üzere hadis-i şerifte gayet sarih/açık-net olarak şeytandan bahsedilmektedir, nefisten değil. Dolayısiyle o vazife ile muvazzaf olan şeytanın yardımcıları bittabii olabilir ve onlar da bu kategoriye dahildir. Bunu nefisle karıştırmaya gerek yok, ayrıca yanlış da olur, çünkü o apayrı bir düşman! Hem de 72 iki şeytan kuvvetinde....

Ve bu nefis zaten mutlak olarak peygamberler de dahil bütün insanoğlunda vardır. Aralarındaki fark ise, kimin, nefsin hangi mertebesinde olduğuyla alakalıdır. Onlar eferâd-ı ümmet gibi emmâre, levvâme, mülheme, hatta mutainne makamlarında değil, râzıye, merzıye, safiyye mertebelerindedirler. Nefis hangi mertebe ise, sahibi de o mertebenin ahlâkı ile ahlâklanmıştır. Kâfir ve fâcir olanlarınki ile değil. Binaenaleyh aşağı mertebelerdeki nefislerin, hele hele nefs-i emmârenin ahlâkı, enbiyâ u mürselîn hazerâtı ile onların vârisleri hakkında hiç mi hiç düşünülemez; böyle bir mülâhaza suret-i kat’iyyede bâtıldır, muhâldir, imkânsızdır.

Hatta, sadece peygamberler değil, onların verâset-i tâmmesine sahip ve mâlik olan seçkin zevatın da bu yönde kabiliyet ve istidatları vardır. Her birinin istikrar makamı, mutmainne makamıdır. Aşağı mertebede olanlar, diğer bir kısım alt mevkilerde bulunan velilerdir. Velâyet ve nefs-i mutmainne hakkında detaylı bilgi için bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1131-velayet-ve-nefsi-mutmainne.html

Nefsin yaratılışı ile şeytanın ve insanın yaratılış ve imtihanlarını birbirine karıştırmamak lazım. Bilindiği gibi daha sonra her ikisi de li-hikmetin insanoğluna musallat kılınmıştır.

***

4. ‘Ben seni bütün insanlara imam yapacağım’

Başta Rasûl-i Ekrem Efendimize (s.a.v.) olmak üzere bütün peygamberlere, diğer insanlardan farklı olarak, peygamberlik vazifelerine muvafık-mutabık ve münasip hususi kabiliyet ve istidat lûtfedilmiştir. Bu cümleden olarak, Âlemlere Rahmet Efendimizin (s.a.v.) bütün haslet ve hususiyetleri, duyguları, şehevî-gadabî hisleri, aklî-fikrî-rûhî melekeleri tam bir muvazene üzere idi. İzzetle tevâzuu, iktisatla sahaveti, yumuşak huylulukla şecaati… bir arada toplamıştır.

Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda peygamberlerin de, onların vârisleri bulunan Allah dostlarının da çok çetin imtihanlardan geçtiğini görürüz. Mesela şu ayet-i kerimeye bakalım:

“Şunu da hatırlayın ki; bir vakit Rabbi, İbrahim'i bir takım kelimelerle imtihan etti. O, onları tamamlayınca Rabbi; ‘Ben seni bütün insanlara imam (önder) yapacağım’ buyurdu. İbrahim, ‘Rabbim, zürriyetimden de yap’ dedi. Rabbi ise, ‘Zâlimler Benim ahdime (rahmetime-imâmetime-tâatıma) nâil olamaz (senin neslinden de olsa ulaşamaz-kavuşamaz) buyurdu.” [Baqara suresi, 124]

Görüldüğü üzre İbrahim aleyhisselâmın insanlara imam/önder kılınması, pek zorlu imtihanlardan geçmesi sonucunda olmuştur. Maamafih peygamberlik, çalışılarak elde edilen bir netice olmayıp tamamiyle İlahî bir mevhibedir. Başka bir ifadeyle; bu mevhibe, o peygamberlerin gayret ve liyâkatlerine terettüb eden İlahi bir lûtuftur da diyebiliriz. Zira, “...Allah, risâletini / peygamberliğini nereye tevdi' edeceğini (kime vereceğini çok) daha iyi bilir…” [En’âm suresi, 124]

Velhâsıl, peygamberlik vasfı kesbî olmayıp onlara sırf Allahu Teâla’nın bir lûtfudur, hususi bir ihsan ve ikramıdır. Ayrıca peygamberliğin, bilinen ayrılmaz vasıfları da vardır. Bu vasıflarda diğer insanlar onlara ortak değildir, olamazlar da.

Ancak şu bir hakikattir ki, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, peygamberler hayatları boyunca herkesten daha çok sıkıntılar, belâlar, âfetler, musîbetler görmüşler ve hür iradeleriyle bunlara karşı tahammül göstermişler, Allah’ın (c.c.) imtihanlarını hep rıza ile karşılamışlardır. Onların olduğu gibi vârisleri olan evliyanın imtihanları da o nisbette büyüktür.

Evet, peygamberler de melek değil, birer insandır. İnsan olarak onların da nefisleri ve şeytanları vardır. Onlarla her zaman mücadele etmişler... Bunlara ilaveten ayrıca ins şeytanları ile de cihad etmişlerdir. Söz gelimi insanların saygısızlıkları, münasebetsizlikleri karşısında sinirlenip kızmışlar, fakat öfkelerini kontrol edip itidâllerini hep korumuşlardır.

***

5. S o n u ç

“Doğrusu insan, kendine karşı bir basîrettir  (bir şâhittir, kendisinin ne yaptığını gayet iyi bilen bir kalp gözüdür, kendisi hakkında çok iyi bilgi sahibidir).” [Kıyamet suresi, 14]

Allahu Teâla dilediğine peygamberlik verir, dilediklerini onların vârisi kılar. Ancak bu vazifeyi yüklenecek haslet ve hususiyeti taşıyacak fıtratta bulunanlara verir. Eğer başka birisi o özellikleri taşımaya müsait olsaydı ona verirdi. Demek ki, kendilerine paygamberlik verilenlerin dışındakiler o hasletlere sahip değiller...

Herkesin kaldıracağı yük bellidir. Ancak 20 kg. kaldırabilen bir insana niye 100 kg. verilsin ki..? Ya da çınar ağacının yükü niye bir filize yüklensin! Cenab-ı Hak kendi iradesiyle bu vazifeyi dilediğine verir ve onlara bunu îfa edebilecekleri kabiliyet ve istidadı, güç ve kuvveti de ihsan eder. Bu da rahmet, re’fet ve hikmetinin iktizasıdır.

Peygamberlik vazifesi Allah’ın (c.c.) ihsanı ve lûtfu ise de, bu vazifeyi peygamberler elbette kendi iradeleriyle kabul etmişlerdir; zorlama ve cebirle almış değillerdir. Bu da meselenin bir başka cihetidir.

Allahu a’lemu bi’s-savâbi…

Wesselâm.

Go to top