İki defa sakat cocugun namazi ile ilgili sandalye, tabure ve koltukta namaz konusunu sordum ikiside cevaplanmadi. Bunun sebebi nedir?

******* 

Selâmün aleyküm.

Değerli kardeşim;

Ben böyle bir soru hatırlamıyorum, karşılaşmadım. Belki bize ulaşmamış olabilir. Allah için hizmetten başka bir gayesi olmayan bir sitenin, sorduğunuz soruyu görmezden gelmesi gibi bir durum herhalde söz konusu olamaz. Bilmediklerimize "bilmiyorum" demesini de bildiğimize göre, en azından o yönde bir cevabımız olurdu. Öyle değil mi?

Fakat bir ara,'sakat çocuğun abdesti'ile ilgili bir soru gelmiş ve cevaplamış idik. Bilmiyorum, ondan mı bahsediyorsunuz. Ne o soruda, ne de bunda isim/imza olmadığı için haliyle kime ait olduğunu bilmiyorum. Linkini vereyim, ona da bir bakarsınız, size ait olup olmadığını bildirirseniz memnun olurum.http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/679-sakat-cocugun-abdesti.html

Bu açıklamalardan sonra gelelim sorunuzun cevabına...

“Sakat çocuğun namazı” demişsiniz. Hatırlamakta fayda var; bildiğiniz üzere çocuk namazla mükellef değildir. Ama İslâmî terbiye gereği 7 yaşına geldiğinde -ibadete alıştırmak için- kılması emredilir, 10 yaşına geldiği halde kılmayacak olursa, te’dib için (usûlünce) dövülebilir. Kıldıkları namazın sevabı da ebeveyne yazılır.

Çocuktan kastınız, büluğ çağına ermiş mükellef bir insansa, tabii ki mesele değişir. Şimdi isterseniz sorunuzun cevabını ona göre ele alalım. Malumunuz, yüce dinimiz İslâm kolaylık dini olduğu için hasta ve engellilere ibadetler hususunda güçlerinin yeteceği ölçüde kolaylıklar getirilmiştir. Bunları dört grupta toplayabiliriz: 

a)Engellilerin namazdan tam olarak muaf tutuldukları durumlar

Hanımlar, âdet günlerinde ve doğumdan sonra lohusalık dönemlerinde yaklaşık 40 gün kadar sürebilen zaman zarfında namaz kılmaktan muaf tutulmuştur. Ancak belirtilen günlere rastlayan Ramazan orucunu daha sonra kaza etmeleri gerekir. Peygamberimiz (s.a.v.) ve sahâbe döneminde uygulama bu şekilde olmuştur. Hz. Âişe (r.anha) şöyle demiştir:

Nebî (s.a.v.) kadınların âdetli günlerinde kılmadıkları namazları kaza etmelerini emretmez, yalnız tutamadıkları farz orucu kaza etmelerini emrederdi.”Beş vakit namaz süresince ve daha fazla devam eden akıl hastalığı veya bayılma yahut koma halinde de namaz borcu düşer. Ancak bu durumlar beş vakit ve daha az bir süre devam ederse bakılır. Hasta normal bilincine kavuşunca abdest alıp, iftitah tekbiri alacak kadar bir zaman kalmışsa o vaktin namazını kaza etmesi gerekir.

***

b) Namazları imâ yoluyla kılma kolaylığı

Hasta, beden veya zihin bakımından özürlü olan kişi gücüne göre namaz kılmakla yükümlü olur. Namazın rükû ve secde gibi rükünlerini yerine getirmek farz olduğu için, özürsüz olarak bir farzı terk etmek namazın sıhhatine engel olur. Kur'ân’da, “Allah’a itaat ederek ayakta durun” buyurulur.

Bir rahatsızlığı yüzünden ayakta namaz kılmakta zorlanan İmran İbn Husayn’ın (r.a.) sorusu üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

Namazı ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak, yine gücün yetmezse yaslanarak kıl.” Nesâî’nin rivâyetinde şu ilâve vardır: “Eğer gücün yetmezse sırt üstü kıl. Allah kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez.”

Bu duruma göre, hasta ayakta namaz kılmaya güç yetiremez veya ayağa kalkınca hastalığının artmasından veya uzamasından yahut da şiddetli ağrı duymasından korkarsa, namazı oturduğu yerde kılar, gücü yeterse rükû ve secdeye varır. Çünkü zorluk kolaylığı celb eder, zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur. Bir hasta, bir yere dayanarak ayakta namaz kılabildiği sürece, farz namazları oturarak kılamaz.

Yine bir süre ayakta kılmaya gücü yeten kimse o kadar ayakta durur, sonra oturarak namazını tamamlar. Hatta yalnız iftitah tekbirini ayakta alabilen kimse, bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup namazını kılar, başka türlü yapamaz.

Rahatsızlığı yüzünden secdeye tam olarak eğilemeyen kimsenin, secde yerini sandalye veya yastık gibi bir şeyle yükseltmesi gerekmez. Rükû ve secdeleri gücünün yettiği kadar eğilerek imâ ile yapar.

İmâ; namazda başı önüne doğru eğmek suretiyle yapılan işarettir. Hz.Câbir’in (r.a) şöyle dediği nakledilmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.) bir hasta ziyaretine gitmişti. Hastanın yastık üzerine konulan bir tahtaya secde ettiğini gördü. Allah Rasûlü derhal bunları kaldırtarak şöyle buyurdu: “Eğer gücün yeterse, namazı yer üzerinde kıl. Buna gücün yetmezse, ima ile namaz kıl ve secdeni rükûundan daha çok eğilerek yap.”Oturmaya da gücü yetmeyen kişi, namazını sırtüstü yatarak kılar. Ayaklarını kıbleye karşı uzatır, rükû ve secdesini imâ ile yapar.Yanı üzerine yatmakta olan bir hastanın yüzü kıbleye yönelik olduğu halde ima ile namaz kılması caizdir. Ancak sırtüstü yatarak ima ile namaz kılmak, yanı üzerine yatıp kılmaktan daha uygundur. Çünkü bu durumda, hastanın yüz kısmının kıbleye yönelmesi daha kolaydır.

Başı ile de imâ yapamayacak kadar rahatsız olan kişi, namazı iyileşme zamanına erteler. Göz, kaş veya kalple yapılacak ima geçerli olmaz. Çünkü namazın bir rüknü, ancak başın hareketiyle yerine getirilebilir. Diğerleriyle bu mümkün olmaz. Bu, İmam-ı AzamEbû Hanîfe’nin (rh.) görüşüdür.

İmam Ebû Yusuf’a (rh.) göre, bu durumda kalbi ile imâda bulunamazsa da, göz ve kaşları ile imâda bulunur.

İmam Züfer ile İmam Şâfiî’ye (rahımehumallah) göre, kalbi ile de imâda bulunarak namazını kılar. Başka bir rivâyete göre böyle bir hastanın güç yetirememesi bir gün ve bir geceden fazla sürerse, bu süreye ait namazları aklı başında olsa bile düşer. Bunları kaza etmesi gerekmez. Çünkü namaz kılmaya gücü yetmemiş olur.

Baygın veya komada olan, ya da aklı giden kişi, tam bir gün ve bir gece geçmeden kendine gelse, bu süreye ait namazları kaza eder. Bu durum bir gün ve bir geceden uzun sürerse namazları düşer. Bu hususta İmamEbû Hanîfe (rh.) 24 saati ölçü alırken, İmam Muhammed (rh.), kaçırılan namaz sayısını ölçü almıştır. Bu yüzden İmam Muhammed’e göre, kaçırılan namazlar beşten fazla ise düşer, az ise düşmez.

Buna göre, ayakta durmaya gücü yetmeyen veya ayakta durması hastalığının uzamasına veya artmasına sebep olacağı anlaşılan kimse, oturarak namazını kılar; oturmaya da gücü yetmezse, duruma göre yanı üzerine veya arkası üstüne yatarak imâ ile namazını kılar.

İmâ namazda rükû ve secdeye işaret olmak üzere başı eğmektir. Bu, ayakta yapılabileceği gibi oturarak, yanı veya sırtı üstü yatarak da yapılabilir. Yan yatışta yüz Kıble’ye gelecek şekilde yatılır, sırt üstü yatmada ise ayaklar Kıble’ye gelecek şekilde yatılır ve yüzün Kıble’ye yönelmesi için başın altına bir yastık konulur.

Görüldüü üzere bütün bu açıklamalar içerisinde koltuk-sandalye-tabure veya benzeri şeyler üzerine oturma durumu yok. Binaenaleyh, namazda bunları kullanan mü'minlerin, derhal buna son vermeleri icap ettiğini söylemeye de gerek yok diyebiliriz. Yoksa namazlar -hafizanallah- boşa gider. 

***

c) Engellilerin beş vakit namazda cemaatten ve Cuma namazını kılmaktan muaf tutulması

Hanefî ve Mâlikîler’e göre, cuma namazı dışındaki farz namazları cemaatle kılmak, gücü yeten akıllı erkekler için müekked sünnettir. Bu yüzden kadınlara, çocuklara, akıl hastalarına, kölelere, kötürümlere, hastalara, çok yaşlı kimselere cemaatle namaz kılmak için mescide gitmek gerekmez. Cemaatle namazın sünnet oluşu, “cemaatle namazın tek başına kılınandan yirmi yedi derece daha faziletli olduğunu” bildiren hadisin açık manasına dayanır. Şâfiîler’e göre, özrü bulunmayan kimselerin farz namazlar için cemaate devam etmesi hür ve bir yerde ikâmet edenler için farz-ı kifaye, Hanbelîler’e göre ise farz-ı ayndır.Ancak bedenen ve zihnen engeli bulunanlar bu çerçevenin dışındadır. Onlar cemaate devam etme hususunda da güçleri ile sınırlı olarak sorumlu olurlar. Gücü yetmeyen yerde sorumluluk da kalkar.

Sahâbeden Abdurrahman İbn Ka’b İbn Mâlik (r.a.), babası gözlerini kaybedince, ona rehberlik yaptığını ve Cuma günü olunca da namaza götürdüğünü bildirir.

Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyete göre, Nebî sallallahu aleyhi veselleme görme engelli bir adam gelip, kendisini mescide götürüp getirecek bir rehberi (kâid) olmadığını söyleyerek, evinde namaz kılmak için ruhsat istedi. Rasûlullah (s.a.v.) önce kendisine bu hususta ruhsat verdi. Adam dönüp giderken yeniden çağırdı ve “namaz için okunan ezanı işitiyor musun?” diye sordu. Adam “Evet” dedi. Bunun üzerine, Peygamberimiz: “O halde davete icâbet et” buyurdu.

Abdullah İbn Ümmi Mektûm (r.a.) de, yaşlı ve görme engelli olduğunu ve evinin uzakta olup, kendisi için bir rehber de bulunmadığını söyleyerek, mescide gelmemek için izin istemiş, ezan sesini duyduğunu bildirmesi üzerine, Rasûlullah (s.a.v.), “Senin için bir ruhsat bulamıyorum” diye cevap vermiştir. Diğer yandan Rasûlullah Ekrem Efendimizin yine görme engelli olan Itbân İbn Mâlik’e (r.a.) evini mescid edinmesi için izin verdiği nakledilir. Itbân görme engelli olduğu halde yakınlarına imamlık yapıyordu. Rasûlüllah’a (s.a.v.) gelerek şöyle dedi:

Ben görme güçlüğü çeken birisiyim. Kimi zaman karanlık, yağmur ve sel oluyor. Evime gelerek bir yerde namaz kılsanız da, ben orasını namaz kılma yeri (musallâ) edinsem. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.) geldi ve yer olarak neresini sevdiğini sordu. Itbân evin bir yerini gösterdi ve Rasûlüllah (s.a.v.) orada namaz kıldı.

Yukarıdaki delillere dayanarak şu sonuçlara ulaşılmıştır:

Namaz ibadetinin ne manaya geldiğini ayırt edemeyecek kadar zihinî bakımdan engelli olanlar beş vakit namazla Cuma namazından muaftırlar.

Başını hareket ettiremeyecek kadar felçli ve kötürüm olanlar, çoğunluğa göre imâ ile namaz kılarlar, Hanefîlere göre ise bu durumda olanlar namazı geri bırakır. Bunların cemaate devam zorunluluğunun bulunmadığında da açıklık vardır.

Diğer yandan, hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimselere, beş vakit namaz için cemaate katılmak gerekmediği gibi, Cuma namazı da farz olmaz. Yürümekten âciz durumda bulunan çok yaşlı kimseler de bu hükümdedir. Bunun yerine öğle namazını kılmaları gerekir. Ancak bu kimseler, imkân bularak cemaatle cuma namazına katılırlarsa, yeterli olur.İmam Ebû Yûsuf’a, İmam Muhammed’e ve Hanbelîler’e göre kendisini Cuma namazına götürecek biri bulunan görme engelliye Cuma namazı farzdır. Cumhura / çoğunluğa göre ise farz olmaz. Kendisini Cuma namazına götürecek birisi bulunmayan görme engelliye ise, Cuma namazının farz olmadığı hususunda görüş birliği vardır. Ayakları felç olmuş veya kesilmiş kimselerle yatalak hastalara da Cuma namazı farz değildir.

***

d) Namazda kırâata getirilen kolaylık

Akıl gücü yerinde olan ergen kişi İslâm’ın emir ve yasaklarına uymakla yükümlüdür. Ancak zihin özrü yüzünden hafıza zayıflığı bulunan kişiler gücünün yettiği ölçüde sorumlu olur. Çünkü Allah hiç kimseyi gücünün yeteceğinden fazlası ile yükümlü tutmaz.

Abdullah İbn Ebî Evfâ’dan (ö.87/705) nakledildiğine göre, Rasûlullah’a (s.a.v.) gelen bir adam, Kur'ân’dan hiçbir şeyi ezberinde tutamadığını, kendisine namazda yeterli olacak bir şeyi öğretmesini istemişti. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şu duayı okuyabilirsin: Sübhânallahi ve’l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illâllahü vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm.” (Manası: Allah her türlü eksiklikten uzaktır. Hamd, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’a aittir. Allah pek büyüktür. Bütün güç ve kuvvet, ancak yüce ve çook büyük olan Allah’ındır.)

Adam dedi ki: Bunlar Allah içindir. Kendim için ne diyebilirim? “De ki: Allahümme’rhamnî ve’rzuknî ve âfinî ve’hdinî(Manası: Allah’ım! Bana rahmetinle muamele et, rızık ver, beni affet ve beni doğru yol ilet.) Adam kalkıp gidince de şöyle buyurdu: “Bu adam söylediklerimi yaparsa, elini hayırla doldurmuş olur.”

Fâtiha’yı veya Kur'ân’dan bir âyeti ezberleyemeyen veya buna gücü yetmeyen namazda kıraat olarak yukarıdaki dua ile yetinebilir. Ezberleyinceye kadar bu durum devam eder. Tek âyet öğrenmek ve ezberlemek her yükümlü Müslüman için aynî farzdır. Fâtiha’yı ve bir sûreyi veya bunların yerine geçecek üç kısa âyeti ezberlemek ise her Müslüman için vâcip hükmündedir. Bu olunca artık yukarıdaki dua ile yetinilmez.[Kaynaklar: Temel hadis ve fıkıh kitapları, bahusus Abdurrahman el-Cezirî, el-Mezâhibu’l-Erbaa]

Ayrıca bkz.http://www.mollacami.net/soru-ve-cevaplar-891.html

Go to top