Zıhar kelimesi Arapça isimdir, “zahr” masdarından gelir, lûgat manası sırt demektir.

Fıkıh ıstılâhında zıhar, bir kimsenin karısına “sen bana anamın sırtı gibisin” diyerek, onu kendisine haram kılmasıdır. Afedersiniz, bu sözün bizde günümüz toplumundaki farklı bir versiyonu, yemin yerine söylenip geçiliveren, “Anam avradım olsun!” lâfıdır ki, çok çirkin ve cahilce edilmiş bir lakırtıdır. Tabii bu yemin yerine de geçmez, fakat vebâli-günahı büyüktür! Bu ve benzeri sözlerden şiddetle kaçınmak gerekir.

İslâm öncesi Arap toplumunda bir adam, karısının herhangi bir davranışına kızdığı zaman, ona, “sen bana anamın sırtı gibisin” derdi. Bunun üzerine karısı ona haram olurdu. Fakat bu boşanma sayılmazdı. Aralarındaki aile bağları kopmasa bile helâl kabul edilmezdi. Ancak tam manasıyla boşanmış da sayılamayacağı için kadın, başka bir yol seçemezdi.

Cahiliyye dönemi toplum yapısı incelendiğinde, kadınların erkekler karşısında yok denecek kadar az imtiyaza sahip oldukları görülmektedir. Hele kocasının sudan sebeplere dayandırarak söylediği, “Sen bana anamın sırtı gibisin” sözüyle karşılaşan kadın, tamamen yalnızlığa terk ediliyordu.

Hicretin 4. yılının sonunda veya 5. yılın başında Medine’de bir “zıhar” hadisesi yaşandı.Zıhar meselesi, ilgili âyetler nâzil oluncaya kadar, cahiliyye döneminde yaşandığı şekliyle devam etti. Bu âyetlerin nüzûl sebebi hakkında Havle binti Mâlik bin Sa‘lebe'den (r.a.) şu hadis rivayet edilmiştir:

“Kocam Evs b. Samit bana zıhar yaptı. Ben de Rasûlüllah’a (s.a.v.) giderek durumu anlattım ve şikâyet ettim: [Şikâyeti günümüz diliyleve kültürüyle özetleyecek olursak; Yâ Nebiyyallah! Gençtim, güzeldim, alımlıydım. Saçımı süpürge ettim, ona çocuklar doğurdum. Şimdi karnım sarktı, yaşım ilerledi, sağlığım bozuldu. Genç ve güzelken sevgilisiydim-hanımıydım, şimdi ‘anası’ oldum, dedim. Bunun üzerine] Rasûlullah (s.a.v.) bana ısrarla, “Allah'tan kork, Evs senin amcaoğlundur. Ona iyi davran” diye buyuruyordu. Nitekim bir müddet sonra hakkımda şu âyetler nâzil oldu:

(Habîbim), zevci hakkında seninle mücadele eden (nihayet halinden) Allah'a da şikâyet etmekte olan (kadın)'ın sözünü (umulduğu veçhile şüphesiz) Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı zaten işitiyordu. Çünkü Allah hakkıyla işitici, kemâliyle görücüdür.

İçinizden zıhar yapagelenlerin karıları, onların anaları değildir. Anaları kendilerini doğurandan başkası değildir. Şüphe yok ki onlar herhalde çirkin ve yalan bir laf söylüyorlar. Muhakkak ki Allah bağışlayıcı, çok yarlığayıcıdır.

Kadınlardan zıhar ile ayrılmak isteyip de sonra dediklerini geri alacaklar için birbiriyle temas etmezden evvel, bir köle azad etmek (lâzımdır). İşte size bununla öğüt veriliyor. Allah ne yaparsanız, hakkıyle haberdardır.

Fakat kim (bunu) bulamazsa, (yine) birbiriyle temas etmezden evvel, fasılasız iki ay oruç (tutsun). Buna da güç yetiremezse altmış yoksul (doyursun). (Keffâretteki) bu (hafifletme) Allah'a ve peygamberine iman(da) sebat etmekte olduğunuz içindir. Bu (hükümler) Allah'ın (tayin ettiği) hadlerdir. (Bunları kabul etmeyen) kâfirler için ise elem verici azab vardır.” [Mücadele suresi, 58/1-4 bkz.; İbn Kesîr, Tefsir, İstanbul, 1985, VIII, 8 vd.]

Havle binti Mâlik bin Sa'lebe (r.a.) şöyle devam ediyor: “Ayet nâzil olduktan sonra Rasûlüllah (s.a.v.); “Kocan seninle temas etmeden evvel bir köle azad etsin” dedi. Ben de “Kölesi yok” dedim. Rasûlüllah, “Öyleyse iki ay oruç tutsun” dedi. “Yâ Rasûlüllah, o yaşlıdır, o kadar oruç tutamaz” dedim. Rasûlüllah (s.a.v.): “Öyleyse 60 miskini doyursun”buyurdu. “Onun sadaka verecek birşeyi de yoktur” dedim. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): “Ben ona altmış sa' hurma vereyim” buyurdu. “Bir altmış sa' da ben veririm.” dedim. Rasûlüllah (s.a.s) “İyi yaparsın. Sen onun yerine altmış yoksulu doyur ve amcaoğlunun yanına git” buyurdu.

Zıhar, cahiliyye döneminde talakın en ağır şekliydi. Çünkü zıharla zevce, ebedi haram olan anne gibi, ebedi haram kılınıyordu. Bu sebeple zıhar yapan birisinin zevcesini tekrar alması hiçbir şekilde caiz değildi. İslâm bu hükmü geçersiz kıldı. Yine de keffâret verinceye kadar geçici bir haramlığa sebebiyet verdiğini beyan etti. Cahiliyye dönemindeki gibi onu kesin bir talak gibi addetmedi.

Ulema, zıharın haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu sebeple zıhar yapmak caiz değildir. Üstelik yalan ve iftiradır. Zıhar yapan kimse büyük günah işlemiş olur. Eğer kişi zevcesine lisanıyla zıhar veya talak yaptığını söylerse, zıhar veya talak yapmış olur. Niyeti isterse zıhar veya talak yapmak olmasın. Önemli olan niyet değil, zikredilen sözlerdir.

Zıhar yapan kimseye, keffâret verinceye kadar zevcesine yaklaşması haramdır. Ve pişman olup zevcesini geri almak isteyenlerin de keffâret vermesi farzdır.

Hanefî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre keffâret vermeden evvel her türlü yakınlık (öpmek, sarılmak vb.) haramdır. İmam Sevrî ve İmam Şâfiî'ye göre haram değildir. Çünkü âyette yalnız “temas” zikredilmiştir. İmam Mâlik ise, câriyeye zıhar yapmayı sahih görmüştür. Ayrıca fakihler, kadının kocasına zıhar yapamayacağı hususunda görüş birliğindedirler. Ve ulemanın çoğunluğu, Kur'ân-ı Kerîm ve hadislerin istikametinde (doğrultusunda), zıharın anneye benzetme ile yapılabileceği görüşünde birleşmişlerdir. Yani kişi zevcesine “Sen bana kardeşimin vs. sırtı gibisin” dese bu zıhar olmaz.

Zıhar keffâreti bir köle azad etmektir. Hanefîlere göre kölenin kâfir, Müslüman, erkek-kadın, büyük-küçük olması önemli değildir. Ancak akıllı ve azalarının tam olması gerekir. Şâfiî ve Malikilere göre, azad edilecek kölenin mü'min olması şarttır.

Eğer köle yok ise, altmış gün aralıksız oruç tutulur. Hastalık ve yaşlılık gibi sebeplerden dolayı oruç tutmayan kimseler ise, altmış fakiri doyururlar. İmam Şâfiî ve İmam Mâlik'e göre ise bir fakire altmış gün veya her gün için yarım sa' verilmesi yeterlidir.

Fukahanın çoğunluğuna göre zıhar yapan kimse, keffâretini vermeden önce zevcesiyle münasebette bulunursa Allah’a (c.c.) isyan etmiş (günah işlemiş) olur. Tevbe ederek, keffâretini verinceye kadar zevcesiyle yeniden temasta bulunamaz. Keffâretinde de artma olmaz.[Bkz. Ş. İslâm Ans., Yalçın Çetinkaya]

Go to top