"Ve enzir aşîrateke'l-akrabîne" [Şuarâ suresi, 214. Meali: " (Önce) en yakın hısımlarını inzar et/uyar] ayet-i celilesi nâzil olunca, Rasûlullah Efendimiz, Safâ tepesine çıkıp, 'Yâ ma'şera Kureyşin!' diye nidâ buyurdular. Bir mûcize-i Rasûl olarak, Fahr-i Kâinat Efendimizin mübarek nidâları, altı (6) saatlik mesafeye kadar duyuldu.

"İşte bu mûcizenin de bugün fen ve alet ile benzeri radyodur ki, esbâb-ı zâhire ile sesi uzak yerlere duyurmaktadır.

"Radyo bugün [1960 öncesi yıllar] mefsedettir. Bir gün olur, mefsedet(I)ten maslahat(II) çıkar." [Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) hazretlerinden naklen, Ziya Sunguroğlu, Notlarım, s. 72-73]

 

DİPNOTLAR

(I) Mefsedet, masalhatın zıddı olan bir mefhumdur. Cem'îsi 'mefâsid'dir. Zararlı olan şeyleri alıp, faydalı olanları terk etmek manasına gelir. Tariften anlaşılacağı üzere mefsedetler, Allah Teala'nın haram kıldığı, bir başka ifadeyle yasakladığı şeylerdir.

Mefsedetler iki kısma ayrılır:

a. Allah celle celâluhu'nun yaklaşılmasını menettiği/yasakladığı şeyler...

b. Allah azze ve celle'nin işlenmesine râzı olmadığı/yapılmasından hoşlanmadığı şeyler.

(II) Maslahat lûgatte menfaat/fayda, yararlı bir şeyin düzgün, doğru ve uygun olması manalarına gelir. Cem'îsi 'mesâlih'tir. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere maslahat'ın zıddı mefsedet'tir.

İslâm dininin hukukî-ahlâkî bütün esasları, emir ve yasakları; insanların dünyevî-uhrevî faydası/yararı içindir. Bu faydayı idrâk edebilmek herkes için mümkün olmasa bile, yeterli ilmî kapasite ve akl-ı selim ile meseleye bakıldığında, bu yararları anlamak mümkündür. Yalnız burada göz önünde bulundurulması gereken husus, İslam’ın esas aldığı yararların fert ve cemiyet/toplum dengesi içinde mütâlaa edilmesi gereğidir. Yani ne toplumun menfaati için ferdin ezilmesi, ne de ferdin yararı/çıkarı için toplum menfaatlerinin feda edilmesi doğru değildir.

Aslında bütün hukuk sistemleri toplum ve ferdin yarar dengesini kurma ve gerçek adaleti gerçekleştirme iddiasıyla hareket etmektedir. Çünkü insanoğlunun fıtratında / hilkatinde / yaratılışında hak, hukuk, adalet fikri, mayası vardır.

Hukuk ilminde ‘tabiî hukuk’ tabir edilen , insanlığın mayasında bulunan bu hak ve adalet anlayışının pratiğe aktarılmış şekline yani hukuk kuralları haline dönüşmüş biçimine ise, ‘pozitif hukuk’ denir.

Hukukçular hukuk kurallarını koyarken, adalet umdesini/ilkesini esas aldıklarını savunurlar. Fakat insan zihnindeki mutlak adalet düşüncesi pratiğe aktarılırken, bir takım problemler doğmaktadır. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), kavlî-fiilî ve takrirî sünnetindeki prensiplerle, bir başka ifadeyle hayatında uyguladığı esas ve örneklerle bu adalet umdesinin/ilkesinin pratiğe aktarılmasında insanlara ışık tutmuştur.

Din, insanoğlunun hem bu dünyada hem öbür âlemde hakiki saadet ve selamete/gerçek mutluluğa erişmesini gaye edindiğine göre, bu hükümlerde insanlığın ve kâinatın mutlak menfaati/yararı söz konusudur.

İslâm âlimleri/hukukçuları ayet ve hadisleri tefsir ve te’vil ederken (yorumlarken) veya hakkında ayet ve hadislerde açık hüküm bulunmayan meselelerde müçtehitler içtihatlarda bulunurken, daima insanlığın ferd ve toplum dengesi içinde yararlarını gözetmişlerdir.

İşte din açısından muteber olan bu yararlara, İslâmi ilimler ıstılâhında  ‘maslahat’ ismi verilmiştir.

Özetlemek gerekirse, temelde İslâmiyet insanların maslahatını hedeflediği/gözettiği gibi, bu dinin gerçek müçtehitleri de hep maslahatlar istikametinde içtihatlarda (görüş ve yorumlarda) bulunmuşlardır.

Fakat burada en önemli nokta; bu âlimlerin yanlış değerlendirmeler yapmalarına engel olacak ilmî derinliğe sahip olmaları zaruretidir. Günümüzde olduğu gibi, öyle her önüne gelen müçtehidim diye ortalık yerde dolaşmamalı; haddini-hududunu iyi bilmeli… İçtihat kapısının açık, fakat bu kapıdan girebilecek babayiğitlerin bulunmadığını, bundan böyle de bulunamayacağını müdrik olmalıdır.

Ayrıca zamanımızda ferd ve cemiyet/millet olarak ihtiyacımızın müçtehide değil mütefekkire, içtihada değil tefekkür alanına ait olduğunu bilmemiz gerek.  Dolayısiyle her önüne gelenin de maslahat ve yarar belirlemesi yapmaya kalkışmaması, işi ehline bırakması lâzım!

N e t i c e

Yukarıda zikri geçen söz üzerinden hareketle, herhalde bugün için de ‘mefsedet’ gibi gözüken bazı şeylerin gün gelip ‘maslahat’ halini alabileceğini düşünebiliriz.

Go to top