Halis ECE


“Ramazan ayı, insanlara yol gösteren, hidayeti, doğruyu ve yanlışı ayırt edip açıklayan Kur’an’ın indirildiği aydır.” (Bakara suresi, 185)


Bilindiği üzere İslâm’ın beş şartından birisi de Ramazan ayında oruç tutmaktır. Önümüzdeki 28 Haziran (H. 1435/M.2014) Cumartesi günü 1 Ramazan’dır. Yani Cuma'yı Cumartesi'ye bağlayan gece sahura kalkacak, cumartesi günü oruçlu olacağız.

Oruç, imsak vaktinden güneş bâtıncaya kadar, ibâdet niyetiyle, yeme-içme ve cinsi münâsebetten uzak durmak, bunları yapmamaktır.

Oruç, bütün şeriatlerde müşterek/ortak bir ibâdettir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruluyor: “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de oruç farz kılındı. Umulur ki oruç sayesinde kötülüklerden korunursunuz. Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa (fidyeyi arttırırsa), bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” [1]

Allah Teâlâ İncil’de Hz. İsa’ya şöyle vahyetmiştir: “Ey İsa! İsrâiloğullarına şunu haber ver: Benim rızâm için oruç tutan kimsenin vücuduna sıhhat veririm, onun ecrini (sevabını) büyük eylerim.” [2]

Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) de, “Temizlik imanın yarısı, oruç da sabrın yarısıdır”[3] “Her şeyin bir zekâtı vardır, vücûdun zekâtı ise oruç tutmaktır...”[4] “Oruç, sizden birinizin savaşta kullandığı kalkan gibi, kötülüklerden, şehevî istek ve arzulardan korur”[5] buyurmuşlardır.

Orucun bedenî faydalarına gelince...

Oruç; mideyi, bağırsakları ve kalbi dinlendirir... Vücuttaki fazlalıkları eritir, zararlı olan gıdaları vücuttan atar. Kısaca oruç, hem rûhânî hem de tabiî bir devâdır.

Bu bakımdan, eğer hastanın aç bırakılması veya oruç tutması hâlinde vücuttaki zararlı maddeleri dışarı atarak tedâvi olması mümkün olursa, bu ilaç kullanılarak yapılmamalıdır.

Yazımızın başlangıç bölümünü iki cihan serveri Efendimiz (s.a.v.)’in mübârek sözleri ile noktalayalım:

Cihâd ediniz ki, ganîmet elde edesiniz. Oruç tutunuz ki, sıhhat bulasınız. Seyahat ediniz ki zengin olasınız.”[6]

Sİzlere oruç tutmanızı tavsiye ederim. Çünkü oruç, kalblerinizi saflaştırır."[7]

***

RAMAZAN AYININ FAZİLET VE ESRÂRI

Hicri ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbânî Ahmed el-Farûkî es-Serhendî (k.s.) hazretleri meşhur eseri Mektubat’ında bu mübarek ayla ilgili şu açıklamalarda bulunmaktadır:

Ramazan ayı çok kıymetli ve pek büyük bir aydır. Bu ayda nâfile olarak kılınan namaz, zikir, sadaka ve benzeri ibâdetler, diğer aylarda edâ olunan farz ibâdetlerin sevâbı ile eşittir. Bu ayda bir farz ibâdeti edâ eden, diğer aylarda yetmiş farz edâ edenin ecrini alır.

“Bir kimse, Ramazan ayında bir oruçluyu iftar ettirirse, günahlarına keffâret olacağı gibi, kendisini de cehennem azâbından kurtarmış olur. İftar ettirdiği kimsenin sevâbından bir şey eksilmeksizin, onun sevâbı kadar kendisine verilir.

Ramazan ayında bir kimse, kölesinin veya hizmetinde bulunanların işlerini/vazifelerini hafifletir onlara kolaylık sağlarsa, Allâh Teâlâ kendisini bağışlar ve cehennem azâbından azâd eder. Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) Ramazan ayına girdiği zaman, bütün esirleri serbest bırakırdı. İstek ve ihtiyaç sahiplerine ihsanlarda bulunurdu.[8]

“Bir kimse Ramazan ayında hayırlı işler ve faydalı amellerde muvaffak olursa, bu muvaffakiyeti bütün sene boyunca devam eder. [9]

Şayet bu ay, dağınıklık ve perişanlık içinde geçerse sene boyunca, dağınıklık ve perişanlık sürer. Bu bakımdan mümkün olduğu kadar bu ay içinde cem’iyet elde etmeye (derlenip toparlanmaya) çalışmak lâzımdır. Bunun için de bu ayı ganîmet bilmelidir. Allah Sübhânehû ve Teâlâ hazretleri, bu gecelerin her birinde, cehennem azâbına müstehak olmuş binlerce kemseyi âzâd eder. Bu ay içinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır.[10] Şeytanlar zincire vurulur ve rahmet kapıları açılır.

İftarda acele etmek, sahuru tehîr etmek/geciktirmek sünnettir.[11] Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) bunu üzerinde ehemmiyetle dururdu. Bu hususa önem vermek, muhtemelen kulluk makamına uygun olan ihtiyaç halini açığa vurmak içindir.

Hurma ile iftar etmek sünnettir.[12]

Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) iftarda şu duâyı okurdu: “Zehebe’z-zamaü ve’b-telleti’l-urûku ve sebetel ecru inşâallahü teâlâ.” Meâli: Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşâallah ecir/mükâfat da hasıl oldu.[13]

“Bu ayda terâvih namazını eda etmek, Kur’ân-ı Kerîm’i hatmetmek sünnet-i müekkededir.[14] Bunların neticeleri çok faydalıdır. Allah Teâlâ, Habîb-i Edîbi Efendimiz (s.a.v.) hürmetine cümlemizi muvaffak eylesin.”[15]

Ramazan ayı Allah Teâlâ’nın bütün zatına, isim-sıfat ve fiillerine ait kemâlâtı hâvi, kendisine zılliyetin (gölgeliğin) asla ârız olmaması bakımından asıl dairesine dahil bulunan Kur’an-ı Kerimle tam bir münasebeti haizdir. İlk kabiliyet (esasların esası, ilk taayyün) de onun gölgesidir. İşte bu münasebet sebebiyledir ki, Kur’an-ı Kerim Ramazan ayında inmiştir. Nitekim, “Ramazan ayı, Kur’an’ın indirildiği aydır”[16] ayeti de bu gerçeği tasdik etmektedir.

“Bu sebeple ramazan ayı, bütün hayır ve bereketleri kendinde toplamıştır. Sene içerisinde herhangi bir yolla kişiye ulaşan her hayır, kadri/kıymeti yüce Ramazan ayınının bereket deryasından bir damladır. Bu ayda sağlanan cem’iyet (mâsivadan/Allah’tan gayri her şeyden yüz çevirip bütün dikkati Allah Teâlâ’ya teveccüh/yönelme noktasında toplama hali), sene boyunca elde edilecek olan cem’iyetin sebebidir. Bu ayda tefrikaya kapılmak (dikkati dağıtıp kendini mâsivaya bırakarak huzuru bozmak), sene boyunca tefrikaya yol açmaktadır.

Ramazan ayının hakkını veren kimseye ne mutlu! Ramazan ayının hakkını veremeyen kimseye de yazıklar olsun. O kimse hayır ve bereketlerden mahrum kalmıştır.

Ramazan ayında Kur’an hatminin sünnet oluşu, aslî ve zıllî bütün kemâlâta erişmek vesilesiyle olabilir. Bu ikisini bir araya getiren kimsenin, Ramazan’ın hayır ve bereketlerinden mahrum kalmaması ümit edilir.

“Bu ayın gündüzlerinde bulunan bereket, diğer aylarınkine benzemez. Gecelerinde bulunan hayır da, başka ayların geceleriyle kıyas edilemez. Belki de iftarda acele edip sahuru da geciktirmenin evla oluşu hakkındaki hüküm, iki vaktin cüzlerini/parçalarını birbirinden tamamen ayrıştırmak içindir…[17]

Ramazan ayı bütün hayırları ve bereketleri (içinde) toplar. Hayır ve bereketlerin hepsi Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretlerinin zatından akmaktadır ve O Sübhânehû’nun şuunlarının yani Allah Teala’nın isim, sıfat ve fiillerine ait kemâlâtının bir sonucudur. Varlık sahnesinde ortaya çıkan kötülük ve noksanlıkların hepsinin kaynağı ise, sonradan olan zat ve sonradan yaratılan sıfatlardır. “Ey insanoğlu! Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir”[18] ayeti bu hususta açık ve kesin olan bir nass’dır.

“O halde bu ayın bütün hayır ve bereketleri, kelâm şe’ninde toplanan zatî kemâlâtın neticesidir. Kur’an-ı Mecid de bu camî (topyayıcı/kapsayıcı) olan şe’nin/işin hakikatinin tamamından hasıl olmuştur. Dolayısiyle Kur’an’ın tüm kemâlâtı toplaması ve bu ayın da o kemâlâtın sonuçlarını ve semerelerini içinde barındırması açısından bu mübarek ayın Kur’an’la kam bir münasebeti vardır. İşte bu münasebet Kur’an’ın bu ayda inmesinin sebebi olmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ramazan ayı, insanlara yol gösteren, hidayeti, doğruyu ve yanlışı ayırt edip açıklayan Kur’an’ın indirildiği aydır.” [19]

“Bu aydaki Kadir gecesi, bu ayın hulâsası ve özüdür. Kadir gecesi çekirdek mesabesinde olup bu ay da o çekirdeğin kabuğu yerindedir.

Ramazan ayı cem’iyet haline bürünmüşken bir kimseye uğrarsa ve o kişi de bu ayın hayırlarından ve bereketlerinden nasiplenirse, bütün sene boyunca cem’iyete ulaşmış, aydaki hayırları ve bereketleri elde etmiş olur.

Allah Sübhânehû böylesine mübarek olan bir ayda bizleri hayırlara ve bereketlere ulaştırsın ve en büyük nasiple rızıklandırsın.

Peygamberlerin sonuncusu Efendimiz (s.a.v.), “Sizden biriniz orucunu açacağı zaman, hurma ile açsın; çünkü hurma berekettir.”[20] buyurmuş ve kendisi de hurma ile oruç açmıştır.

“Hurmanın bereket olması; ağacı olan nahle’nin insan gibi cem’iyet (kuşatıcılık) ve a’deliyet (adalet) vasfı üzere yaratılmış olması sebebiyledir. Bundan dolayı yani Adem’in (aleyhisselâm) yaratıldığı çamurunun arta kalanından yaratıldığı için, Efendimiz (s.a.v.) nahle’yi (hurma ağacını), “Ammetü benî adem: Ademoğlunun halası” olarak isimlendirmiştir. Yine O (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Halanız nahle’ye ikramda bulununuz; zira o, Adem’in (a.s.) toprağının arta kalanından yaratılmıştır.”[21]

“Hurmaya ‘bereket’ denilmesi bu câmiiyyet (kuşatıcılık) vasfına/özelliğine itibarla olabilir. Cüz’iyet alakasına itibarla nahle’nin meyvesi olan hurma ile oruç açmak hurmayı, oruç açan kşinin bir parçası yapar ve hurmanın kapsayıcı olan hakikati hurma ile oruç açanın hakikatinden bir parça olur. Bu itibarla hurmayı yiyen kişi, câmi’ (kuşatıcı) vasfını taşıyan hurmanın hakikatinde var olan sonsuz üstünlükleri toplamış olur. Bu anlattığımız mana mutlak olarak hurmanın yenmesinde var olmakla birlikte oruçlunun, engelleyici şehvetlerden ve fani lezzetlerden boşalma anı olan iftar vaktinde yenmesinin tesiri çok daha fazla olur ve bu mana bu vakitte en mükemmel ve en üstün şeklişle gerçekleşir.

“Rasûl-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem’in (s.a.v.), “Kişinin hurmayla sahur yapması ne güzeldir”[22] hadisi ile kastolunan, hurma kendisini yiyen kişinin bir parçası olması sebebiyle, insanın hakikatini tamamlamak olabilir… Yoksa insanın beslenmesinin hakikatini tamamlamak değildir. Bu mana oruç esnasında gerçekleşmeyince bunu telafi etmek için hurma ile sahur yapmaya teşvik etmiştir. Hurmanın yenmesi diğer tüm yiyeceklerin yenmesindeki faydayı sağlar. Câmiiyyet açısından olan bereketi de iftar vaktine kadar devam eder. Besin açısından olan bu mezkür faydası, hurmayla beslenmenin şeraite uygun olması ve bir kıl kadar dahi şeriatın hududunu ihlâl etmeme durumunda ancak gerçekleşir.

“Aynı şekilde bu faydanın hakikati, hurmayı yiyen kişinin sureti aşıp mana ve hakikate ulaşması ve zâhir yerine bâtınla mutmain olması durumunda ancak mümkün olur. İşte o zaman yenilenin zâhiri, yiyenin zâhirine yardımcı olur ve bâtını da onun bâtınının tamamlayıcısı olur. Yoksa onun faydası zâhiri bir yardımla sınırlı olup yiyen de sığlıktan kurtulamaz.

“Şiir meali: “Yemeği cevhere dönüştürmeye çalış da / Ondan sonra ne dilersen onu ye!

“Yani yenilenin yiyeni olgunlaştırması, iftarda acele edip sahuru geciktirmenin sırrıdır.”[23]

***

RAMAZAN’IN KENDİSİNE HÂS BİR ELEKTİRİĞİ VARDIR

Kıymetli yazarlarımızdan Ahmet Selim bey, Ramazan ve Oruç üzerine kaleme aldığı bir makalesinde, şu önemli düşünceleri dile getirmektedir:

Ramazân-ı Şerif’in, kendisine mahsus bir titreşimi, bir elektriği vardır. Devreye bağlanan bunu yakînen hisseder... Oruç aslında insanı besler, yeniler, onarır… Birikim ihtiyacını karşılar, bütünlük arayışlarına ufuklar açar, derinleşme imkânları bahşeder. Kıvâma göre, derece-derece...

Oruç, sadece yemeden içmeden kesilmek değildir. Bir umumî duruştur, derinlemesine bir kesâfetin (yoğunlaşmanın) yaşanışıdır. Hususî bir tefekkür uyanışının çiçeklenmesidir.

Bir bakım, maddîden ve menfîden uzaklaşıp, mânevîye ve müsbete yaklaşmanın disiplinidir oruç... Hep tekrarlarım: “Düşünmek için durmak lâzımdır.” Dur ve düşün. Açlığı düşün, sıkıntıyı düşün, hasretleri düşün, nereden gelip nereye gittiğini düşün, ne yaptığını ve ne yapman gerektiğini düşün, ne yaptığını ve ne yapman gerektiğini düşün, dünü, bugünü, yarını düşün, derinleri ve öteleri düşün, dur ve düşün. Dur biraz, düşün biraz. Hayatın bütünlüğünü düşün. Arın, durul, nefsâni tesirlerden kurtul; ve düşün. Aklınla ve kalbinle düşün.

Hepimiz şartlarla ve imkânlarla belirlenmiş bir vazife ve mes’ûliyet var. Bu hayat, mânâsıyla değerlidir. Madde, o mânâya raptedildiği ölçüde önem kazanır. Gaflet mânâyı unutup maddeye kapılmaktır. Maddeye maddîye...

Nefs (nefs-i emmâre), maddenin ve maddînin peşindedir hep. Ne kadar bulsa o kadar azar; ne kadar yese o kadar acıkır.. Nefs, nefsâniyet; insanın bütün dengelerini bozar, anlatılmaz güzellikteki değerlerini devre dışı bırakır, onu vazifesinin ve mes’ûliyetinin şuurundan uzaklaştırıp karanlıklara gömer. Nefsi tezkiye edip (arındırıp) terbiye etmeden, istikâmet bulmanın ve tekâmül yolculuğuna çıkmanın mümkünü yoktur. Ve de Allah rızâsı için tutulan oruç, nefsi terbiyenin çok şümullü bir vâsıtasıdır.

İnsanların zekâsında gerileme yok, kararma var. Karartan da nefsâniyet. Hilkaten insan aynı insan; ama nefsâniyete hitab eden maddeci medeniyetin çarkları onun dengesini bozmuş.

Günümüzde hataların çoğu bile bile yapılan hatalardır; çünkü nefsaniyet kaynaklıdır. Bilmeden yapılan hatalar ise onun bir neticesi, bir bakıma da cezâsıdır.

Size bir kıstas vereyim: Tefekkür ufku açılmamışsa, nefsaniyet meselesi halledilmemiş demektir. İyi inceleyin, ârızayı mutlaka görürsünüz.

Bütün İslâm âlemi için, hayırlı inkişaflarla ve uyanışlarla dopdolu, tefekkürlü-tahassüslü bir Ramazân-ı Şerif ayı niyâz ediyorum.”

***

SABIR VE ŞÜKÜR AYI

Ramazân-ı şerif oruç ayı olduğu gibi, aynı zamanda bir sabır ve şükür ayıdır.

Sabır, hem zirvedeki insanların hâli hem de o yolda mesafe katetmeye çalışanların güç kaynağı...

Şükür de, insana bahşedilen duygu-düşünce ve â’zâlarla bu mübarek ayda zirve noktada îfa edilen ve maddi-manevi nimetlerin artarak devamını sağlayan bir kulluk vazifesi...

En uzun ömürlüler, en çok yaşayanlar değil, uhrevî bakımdan, hayatlarından en çok semere almasını bilenlerdir.

İşte Ramazan ayı, böylesine bir ömür sürmek isteyenlerin, acziyet ve fakirliklerini îtiraf ile hazîneden bolca istifade edebilecekleri bir zaman dilimidir. Zira bu ay “Bin aydan daha hayırlı” olan bir geceyi, yani Kadir gecesini içinde barındırmaktadır.

Bize düşen; sadece rahmet-mağfiret ve felah ayı olan Ramazan’da değil, onun dışındaki günlerde de Rabbimize müteveccih bir hayat yaşayıp bütün bir seneyi Ramazanlaştırmak... İslâm’ın ulvî düsturlarını/ilkelerini hayatımıza esas kılmak... Ve Efendimizin (s.a.v.) sünnet-i seniyyelerine sımsıkı sarılmaktır.

***

“ORUÇ TUTUNUZ, SIHHAT BULUNUZ”

Bir Batılı şöyle diyor:

“İnsan, Allah için yaptığı fedakârlık nisbetinde kulluk zevkini tadıyor. İnsana, Allah için kayda değer bir fedakârlık yapma hissini oruç kadar veren bir başka ibâdet düşünemiyorum. Rabbinize olan müthiş sadâkatle, “ye!” deyince yiyor, “yeme!” deyince çekiliyorsunuz. Bilhassa iftar sofrasında, her şey hazırlanırken, onun “ye!” emrini beklemenin heyecanlı zevkini tadıyorsunuz. Bu, bizim çok yabancı olduğumuz bir ulvî histir. Ancak bu güzel kulluk heyecanıyla yürekler, hakiki Allah inancını bütün haşmetiyle hissedebilir. Bizim ibâdetlerimizde hâkim olan; sathîlik, katılık, heyecansızlık ve kuruluktur. Oruçla gelen kulluk zevkini ben de yaşamak istiyorum.”(İlâhiyatçı Maienne Meier)

Dr. Helga Bühler de şunları söylüyor:

Açlık grevi ile oruç arasındaki fark, insanın niyetidir. Oruç, pozitif ve istekli bir harekettir. Açlık grevi ise, gadaptan/öfkeden kaynaklanır. Bilindiği gibi öfke ve sinirlilik halleri mide asidi üretmekte, mide asidi ise acıkmaya sebep olmaktadır. Dolayısiyle oruçlu kişi açlık hissetmezken, diğeri büyük bir açlıkla karşı karşıyadır.”

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de, asırlar öncesinden bu hakikati şu mübârek sözleriyle öz olarak ifâde buyurmuşlardır: “Oruç tutunuz ki, sıhhat bulasınız.”[24]

***

BU AYLA ALAKALI İBADETLER

Ramazan ayı, 11 ayın sultanıdır. Ümmet-i Muhammed’in ayıdır. Gündüzleri oruçlu, geceleri terâvih namazlarıyla ihyâ edilir.

Ramazân-ı şerif Kur’ân ayıdır. Bu itibarla, Kur’ân okumasını bilen herkes, bu ayda bir hatim yapmalıdır. Ramazan ayının evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden âzâddır/kurtuluştur.

Ramazân-ı şerifte yapılması tavsiye edilen ibâdetler:

- Birinci on gün içinde, mümkünse, Tesbih Namazı kılınır ve Hatm-i Enbiyâ yapılır.

- İkinci on gün içinde, mümkünse, yine Tesbih Namazı kılınır ve Hatm-i Enbiyâ yapılır.

- Üçüncü on gün içinde ise tevbe-istiğfar, Hatm-i Enbiyâ ve 7 salât ü selâmdan sonra mümkünse Hatm-i İstiğfar yapılıp, yani 1001 defa, “Estağfirullâhe’l-azıym ve etûbü ileyk” denilip, bittikten sonra da 7 ilâ 70 salât-ü selâm okunur ve duâ edilir
.

İftara yakın okunacak dua:

“Allâhümme yâ vâsia’l-mağfiratiğfirlî.” Manası: “Ey mağfireti/bağışlaması bol olan Allâh’ım. Beni mağfiret buyur (günahlarımı bağışla).”

İftardan sonra da, “Allâhümme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü ve savme gadin neveytü” duâsı okunur. Manası: “Allah'ım! Senin için oruç tuttum, sana inandım, sana tevekkül ettim/güvendim-dayandım, senin verdiğin rızıkla orucumu açtım. Yarının orucuna da niyet ettim.”

RAMAZAN AYININ İLK AKŞAMI KILINACAK NAMAZ

Şâban ayının son gününü, Ramazan’ın ilk gününe bağlayan akşam, Ramazân-ı Şerif’in ilk gecesi olması itibâriyle, akşamla yatsı arasında iki rek’at teşekkür namazı kılınır. “Yâ Rabbi, Ramazân-ı Şerif ile müşerref kıldığın için” diye niyet edip “Allâhü Ekber” denilerek namaza durulur.

Fâtiha’dan sonra birinci rek’atte 1 İnnâ Â’taynâ, ikinci rek’atte 1 İhlâs-ı Şerif okunur.

Namazdan sonra: 70 İstiğfâr-ı Şerif, 70 Salevât-ı Şerife (Salât-ı Münciye efdâldir) okunup duâ edilir.[25]

***

İFTARDA ÖLÇÜ

Orucumuzu açıp akşam namazını kıldıktan sonra hafif bir iftar yemeği yenildiğinde vücutta uyuşukluk ve hazımsızlık görülmez.

Aksine neşeli ve hareketli oluruz...

Buna ilâveten oruç esnâsında istirahate çekilen mide, iftarda hazmı zor olan yağlı maddelerle sıkıştırıldığında, şişkinlik ve hazımsızlık meydana gelecek, bağırsaklara da rahatsızlık verecektir.

İftarda ölçüyü kaçırmamak gerek

***

TERÂVİH NAMAZI

Kamerî takvimde günler akşamla yani hilâlin akşam vakti görülmesiyle girer. Meselâ yarın oruç tutacaksak, terâvih bu geceden itibaren kılınmaya başlar. Önce terâvih, sonra sâhur ve oruç...

Terâvih ayrı bir ibâdet, oruç da ayrı bir ibâdettir. O bakımdan özründen dolayı oruç tutamayanlar, terâvihi terk etmemelidir. Orucu tutamayabilir ama, terâvihi kılmalıdır. Biri yapılamazsa diğeri terk edilmez.

Terâvih 20 rek’atli müekked bir sünnettir. Yatsının farzı arkasından kılınan iki rek’at sünnetten sonra, vitirden önce kılınır.

İki rek’atte bir selam vermek efdâldir. Dört rek’atte bir de selâm verilebilir. Sekizde, onda, hatta yirmi’de bir selâmla da kılmak câizdir, fakat mekruhtur. Selâmlar ne kadar azalırsa sevâbı da o kadar azalır.

Memleketimizde umumiyetle dörtte bir selâmla kılınmaktadır. Tabii her iki rek’atte oturulur, Tahıyyât’tan sonra salevâtlar okunur, selâm verilmeyip ayağa kalkınca namaza yeniden başlanıyormuş gibi Sübhâneke okunur, Eûzü-Besmele çekilir, sonra Fâtiha’ya başlanır. Cemaatla kılınıyorsa, cemaat Sübhânekeden sonra sadece Eûzü çeker, Besmeleyi okumaz, onu imama bırakır.

Terâvihin müekked sünnet oluşu, yalnız erkekler için değildir. Hanımlar için de aynı kuvvete sahip bir sünnettir. Bu mevzuda erkekle kadın arasında hiçbir fark yoktur. Cemaatle de tek başına da kılınabilir.

***

ORUÇ

Oruç lûgatte, bir şeye karşı kendini tutmaktır. Nitekim Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Meryem’den hikâyeten şöyle buyurmuştur: “Ben, Rahmân (olan Allah) için oruç adadım. (Yani söz söylememeyi nezrettim.) Onun için bugün hiçbir kimseye kat’iyyen söz söylemeyeceğim.”[26] Kısaca Meryem vâlidemiz burada, konuşmamayı adadım demek istemiştir.

Şeriat lisânında ise oruç, tutmakla mükellef kimselerin niyet ederek, fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar orucu bozan şeylerden korunmalarıdır.

Yukarıdad da ifade ettiğimiz üzere oruç, İslâm’ın beş temel şartından biridir. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmuştur: “Ey iman edenler! Takvâ üzere olasınız diye, sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılınmıştır.”(el- Bakara, 183) Kim o aya (Ramazan ayına) erişirse oruç tutsun.”(el-Bakara, 185)

Hadîs-i Şeriflerde de, “Eğer kullar Ramazan ayındaki fazileti bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi.”[27] “Ramazan ayı gelince, cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır.”[28] buyurulmuştur.

Ramazan orucu, Hicret’in ikinci yılı Şâban ayının onunda, kıble Kâ’be’ye döndürüldükten bir buçuk sene sonra farz kılınmıştır.

Gerek âyet-i kerîmelerden gerekse hadîs-i şeriflerden anlaşılacağı üzere, orucun ruhî ve bedenî yönden pek çok hikmetleri vardır. Ancak, hepsinden önce oruç, Rabbimiz Teâlâ ve Tekaddes hazretlerine itaat ve ibâdettir. Mü’min kul, bu itaatinden ötürü hudutsuz bir şekilde ecir kazanır, Allâh’ın rızâsına nâil olur. Çünkü oruç, sadece ve sadece Allâh içindir. Allâh’ın keremi/cömertliği ise pek geniştir. Keza, “Reyyan” denilen ve sadece oruçlulara tahsis edilen cennetin o özel kapısından içeri girme hakkı elde edilmiş olur.

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

“(Allah’ın, cennet karşılığında canlarını ve mallarını satın aldığı kişiler); tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır. O mü’minleri müjdele!” [29]

Âyet-i celilede geçen “es-Sâihûn” kavramı oruç tutanları içine aldığı gibi, cihad edenler ve yeryüzünde Allah’ın kudretini, güzel eserlerini ve ibret alınacak şeyleri görmek, ilim elde etmek veya gönlünce ibâdet ve tâatını yapabilmek için seyahat edenler mânâsına da gelir.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şeriflerinde buyururlar ki:

Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır ki, kıyamet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir. Bu kapıdan girenler ebediyyen susuzluk hissetmezler…” [30]

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“– Allah yolunda çift sadaka veren kimse, cennetin muhtelif kapılarından, 'Ey Allah’ın sevgili kulu! Buraya gel, burada hayır ve bereket vardır' diye çağrılır. Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücâhidler cihad kapısından, oruçlular Reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından cennete davet edilirler.”

Her zaman farklı ve üstün olan Hz. Ebû Bekir (r.a.), burada da farkını ve faziletini gösterdi ve:

“– Anam babam sana fedâ olsun ey Allah’ın Rasûlü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin, diğer kapılardan çağrılmaya ihtiyacı yoktur; lâkin bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.):

“– Evet, vardır. Senin de o bahtiyârlardan olacağını ümit ederim” buyurdu. [31]

***

Mü’min oruç sebebiyle, daha önce hasbelbeşer işlediği günahlardan dolayı hak ettiği azaptan da kendini uzaklaştırır. Oruç, bir yıldan öbür yıla kadar işlenen küçük günahlara keffârettir. Oruçtan hâsıl olan itaat sebebiyle mü’min, Allah’ın çizdiği hak yolda dosdoğru gider. Çünkü oruç, Allah’ın emirlerini tutmak ve yasaklarından sakınmaktan ibaret bulunan takvâyı gerçekleştirir, irâdeyi kuvvetlendirir, gayreti bilir, sabrı öğretir, zihnin berraklaşmasına, tefekkürün parlamasına yardımcı olur.

Lokman Hekim oğluna şöyle demiştir: “Oğlum, mide dolduğu zaman tefekkür uyur, dil hikmetsiz olur, â’zâlar/organlar Allah’a ibâdetten geri kalır.”

Oruç insana, düzen ve disiplini öğretir. Çünkü oruç, oruçluyu muayyen bir vakitte yemeye içmeye mecbur eder.

Oruç, insandaki merhamet ve kardeşlik bağlarını geliştirir. Müslümanlar’ı birbirine bağlayan yardımlaşma ve ictimaî tesânüd (sosyal dayanışma) bağlarını kuvvetlendirir. Oruçlu kişinin meselâ, açlık ve ihtiyaç hissetmesi onu başkalarına iyilik yapmaya sevk eder... Fakirlik, hastalık ve açlık sıkıntıları mevzularında başkalarının derdine ortak olmaya teşvik eder.

Oruç, fiilen insanın hayatını yeniler; vücuttaki fazlalıkları atar, mideyi ve hazım organlarını rahatlatır, yiyecek ve içeceklerin bıraktıkları kokuları yok eder. Hadîs-i şerifte de bulunduğu gibi, oruç tutan sıhhat bulur. Oruç, fakirlere karşı şefkatli ve merhametli olmayı öğretir. Çünkü nefis bazı zamanlarda açlığın acısını tadınca, bu acıyı diğer bütün zamanlarda da hatırlayarak, onlara karşı merhametli davranır; dolayısıyla Allah indinde güzel bir mükâfata kavuşur.

Hulâsa, yukarıdan beri saymaya çalıştığımız bütün bu faydalı ve güzel hasletleri kazandıran orucun farz olduğu mübârek Ramazan ayına kavuşmak üzereyiz. O bakımdan her şeyden önce bizleri bu aya kavuşturan yüce Rabbimiz’e şükretmeliyiz. Zira, geçen yıl beraber iftar ettiğimiz bazı insanlar, ne yazık ki bu aya ulaşamamıştır.

Rabbimiz bizleri ve topyekün Ümmet-i Muhammed’i Ramazan ayının rahmet-mağfiret ve feyz deryasından mahrum etmesin, azami derecede istifade ve istifaza ile felâha ermeyi nasip ve müyesser kılsın.

***

TERÂVİH NAMAZLARI VE TÂ’DÎL-İ ERKÂN

Ramazân-ı Şerif yaklaşıyor. Gölgesi üzerimizde. Tabiî bu durum, imanlı gönülleri mânevî bir neş’e ve sürûra gark ediyor. Bununla beraber, mü’minleri üzen, düşündüren bir husus var: Câmilerde “jet hızıyla” kılınan terâvih namazları... Bu mübârek ayın gecelerine mahsus çok kıymetli bir ibâdet olan terâvih namazının hızlı kılınması, tâ’dîl-i erkâna riâyet edilmemesi, üstelik bunun umumi kabul görür bir âdet halini alması, elbette ki mü’minleri huzursuz etmektedir. Zira maksat, terâvihi sadece kılmış olmak için yatıp kalkmak değil, onu Hakk’ın rızâsına uygun şekilde huzû ve huşû içerisinde edâ etmektir.

Abdullah ibn Abbas (r.a.nhüma), “Mânâsını düşünerek, huzû ve huşû ile kılınan iki rek’at namaz, gâfil kalple akşamdan sabaha kadar kılınan namazdan hayırlıdır” demektedirler.[32]

Terâvih namazının, gerçekten hızlı kılınmasının İslâm fıkhındaki yeri nedir?

Sevgili Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.) bu namazı nasıl kılmıştır?

Hızlı kılmak bir mahâret veya meziyet midir, yoksa İmâm Gazâli (k.s.) hazretlerinin ifadesiyle mescidlerde en çok görülen, rastlanan münkerlerden biri midir?

Bu mübârek ay girmeden, terâvih namazları başlamadan, geliniz bu suallerin cevaplarını bulmaya çalışalım ve Ramazan gecelerini ona göre ihyâ edelim.

Her şeyden evvel terâvih bir namaz olduğuna göre, öncelikle Kitap ve Sünnet’teki namazların kılınışı ile alâkalı bilgi, îkaz ve emirlere kulak vermemiz gerekir. Gerek Kur’ân-ı Kerim’de ve gerekse pek çok hadîs-i şeriflerde namazdan bahsedilmiş ve namazla ilgili olarak bir kısım insanlar övülürken, bir kısmı da kınanıp uyarılarak azapla tehdit edilmiştir.

Dikkat edelim, azapla tehdit edilenlerden olmamaya gayret gösterelim.

***

Her şeyin kendine mahsus bir usûl, adâp ve erkânı vardır. İnsan, müsbet bir neticeye ancak bu adâp ve erkâna riâyet ederek ulaşabilir. Başka türlü olan, usûle uymadan yapılan ameller-ibâdetler, boşa sarf edilen gayretten başka bir şey ifade etmez.

On bir ayın sultanı olan ve istisnâsız her mü’minin, ihlâs, gayret ve liyâkati nisbetinde istifade ettiği, mânen birşeyler kazandığı mübârek Ramazan ayının gelişiyle, her sene olduğu gibi, bu yıl da inşâallah câmiler dolup taşacak. Ancak, büyük bir hızla câmilerden, bircok insanın “bir an evvel bitse de çıksak” duygusu içerisinde oldukları da maalesef duyulan ve görülen bir gerçek… Hatta bundan dolayıdır ki, hızlı terâvihlerin kılındığı câmiler tercih ediliyor. Bu câmilerin imamları da halk arasında “jet imam” diye tanınıyor. Halbuki câmide yarım veya bir saat duramayan insanın, câmi dışında, daha farklı yerlerde saatlerce durduğuna ve sıkılmadığına da başta kendisi şâhit.

Dünyaya ait basit işlerde bile muayyen bir düzen ve disiplin aranırken, Efendimiz’in (s.a.v.) “Gözümün nûru” dediği namazda belli kâide ve esaslar olmaz mı? Elbetteki vardır ve namazlar, kendi adâp ve erkânı üzere kılınmalıdır.

Bu hususta mü’munleri ikaz eden Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.), bir defasında namazda acele ile imamdan önce başını secdeye koyan birisi için, “İmamdan evvel başlarını secdeye koyanlar, secdeden merkep başlı olarak kalkacaklarından korkmuyorlar mı?" buyurarak işin vahâmetine/tehlikesine işaret buyurmuşlardır.

İnsan, azîz bildiği birisine bir hediye vereceği zaman nasıl kusursuz, hatasız olmasına dikkat gösteriyorsa, azîz olan Allah için kıldığı namazın da bilhassa tam ve kâmil olmasına dikkat ve hassasiyet göstermelidir... Huşû-huzû’ ve huzur içinde olmalı, tâdil-i erkâna mutlaka riâyet ederek kılmalıdır.

Yine bir başka zamanda ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), âdap ve erkâna riâyat etmeden namaz kılan birisini, “Tavukların yem topladığı gibi acele acele kılmaması” için ikaz etmiştir.

Namazda tâ’dil-i erkan mühimdir, bütün fıkıh kitaplarında önemle üzerinde durulmuş… Bununla beraber namazın fazla uzatılmaması, zira cemaat içerisinde hasta ve ihtiyarların da bulunabileceği bildirilmiştir.

Bu bakımdan namaz; farz da olsa nâfile de olsa namazdır ve her hâlükârda edâ ediliş şekli ve şartları aynıdır. Hiç kimse sünnetleri sünnet olduğu için hızlı-acele ve bilhassa terâvihi de çok olduğu için jet hızıyla kılayım diyemez.

Ölçü; ne kimsenin rahatsız olacağı kadar uzun, ne de namazın ifsad olacağı/bozulacağı kadar hızlı ve acele olmalıdır.

Mü’min, bütün ibâdet ve amellerinde olduğu gibi namazında da, “ihsan şuuru” ile hareket etmeli... Yani, her ne kadar Allah’ı görmüyorsak da, o bizi görüyor şuuru ile huzura durmalıyız.

Rabbimiz, şu mübârek günler hürmetine bizleri “ihsan şuuru”na erenler zümresine ilhak buyursun… Bütün amel ve ibâdetlerimizi dergâh-ı izzetinde en güzel kabul ile makbul eylesin.



KAYNAKLAR
[1] Baraka suresi, 183-184.
[2] Kenzü’l-Ummâl, 23, 633; Kenzü’l-Ummâl, 8, 447.
[3] İmam Ahmed, Müsned, 4, 260.
[4] İbn Mâce, Sünen, Sıyam, 1745.
[5] Müslim, Sahih, Sıyam, 162.
[6] Hafız el-Münziri, et-Tergıb ve’t-Terhîb, 2, 83.
[7] Künüzü’l-Hakâik, S. 96, Kahire 1985.
[8] İbn Ebî Hâtim, el-İlel, hadis no: 661.
[9] Benzer hadis için bkz. İbn Huzeyme, Sahih, hadis no: 1887.
[10] Buhari, Sahih, Savm, Bâb: 5, hadis no: 1889-90.
[11] Buhari, Sahih, Savm, Bâb: 455, hadis no: 1957.
[12] Tirmizi, Sahih, hadis no: 695.
[13] Ebû Davud, Sünen, hadis no: 2357.
[14] İbn Ebî Şeybe, hadis no: 7692.
[15] el-Mektûbât, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yyy, 1, 45.
[16] Bakara suresi, 2/185.
[17] el-Mektûbât, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yyy, 1, 4.
[18] Nisa suresi, 79.
[19] Bakara suresi, 185.
[20] Ebû Davud, Sünen, hadis no: 2355.
[21] Deylemî, el-Firdevsî, hadis no: 198; Aclunî, Keşfu’l-Hafâ, 1, 171-176.
[22] Beyhaki, el-Kübrâ, hadis no: 7906.
[23] el-Mektûbât, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yyy, 1, 162.
[24] Hafız el-Münziri, a.g.e., 2, 83.
[25] Mübarek Gün ve Gecelerde Yapılması Tavsiye Edilen DUÂ ve İBÂDETLER, Fazilet Neşriyat, İstanbul, 1983, s. 38-39-40.
[26] Meryem suresi, 26.
[27] Mecmau’z-Zevâid, 3, 140-141.
[28] Hafız el-Münziri, a.g.e., 2, 92.
[29] Tevbe suresi, 112.
[30] Buhârî, Sahih, Savm, 4; Müslim, Sahih, Sıyâm, 166; Tirmizî, Sünen, Savm, 55; Nesâî, Sünen, Sıyâm, 43; İbn-i Mâce, Sünen, Sıyâm, 1.
[31] Buhârî, Sahih, Savm, 4, Cihâd, 37, Bed’u’l-Halk, 9, Ashâbu’n-Nebî, 5; Müslim, Sahih, Zekât, 85, 86; Tirmizî, Sünen, Menâkıb 16.
[32] İmâm Gazâlî, İhyâu Ulûmiddin (Terc., A. Serdaroğlu), Bedir Yay, İst. 1974, 1, 414.