MEHMED NİYAZİ, ZAMAN, 22 Ekim Pazartesi


Sanatın bir dalı olan romanda da güzellik aranır. Bir başka söyleyişle neyi anlattığından çok, nasıl anlattığı önemlidir. Konu ile üslubun uyumu romanın başarısında çok etkili olur.

Toplumsal bir konuyu işleyen roman, sosyoloji kitabı değildir; tarihî bir romanın ilmî bir eser gibi güvenilir olması gerekmez. Roman okuyan, bilgi edinmekten çok, estetik lezzetin peşindedir; fakat hayattan kopuk olmamalıdır; zira onun tadı inandırıcılığında gizlidir.


Postmodern romanların en büyük handikabı, anlatılan olayın hayattaki karşılığı bilinmezse, eser anlaşılmaz. Veya hayattaki karşılığı silinirse, roman havada kalır. Semboller birtakım uçuklukları ifade eder; kurgu anlamsız olaylar yığınına dönüşür.

"Tutunamayanlar" toplumumuzun son dönemde geçirdiği değişimleri anlatmaktadır. Bu tip alabora olmuş toplumlarda, aydınlar yönlerini tayin etmekte güçlük çekerler. Kimisi şaşkına döner. Yenilikler hayatın zaruretiyle ortaya çıkmaktadır; bunlara ayak uydururlarsa, kendilerine kişilik veren değerleri çiğnerler; devlet çarkının başında bulunanlar da onlardan uyum bekler. Böyle olayların cereyan ettiği geri kalmış toplumlarda nimetlerin dağıtıldığı biricik yer devlet kapısıdır. Yönetenlerin gözüne giremeyenler ayak altında ezilirler. Bilhassa kişiliği zayıf olanların arasında bir yarış başlar; kim daha düşük seviyedeyse, o başarıya ulaşır. Bu da işleri iyice içinden çıkılmaz duruma getirir.

Her ülkede halk, üç aşağı beş yukarı aynıdır; günlük ihtiyacının peşindedir.Toplumun gelişmişliğini aydınların kalitesi belirler. Devrim ihtiyacı duyulan memlekette sorunlar dağ gibi birikmiştir. Bunların aşılmasında bürokratik zümre çok önemlidir. Ama Oğuz Atay haklı olarak karamsar bir tablo çiziyor: "Uzun uzun, tarih ve numarayı inceliyor; sanki hayatında tarih ve numarayı ilk defa görüyor... İşi cahilliğe vuruyor; böylece hem zaman kazanıyor, hem de sabrımı deniyor. Sonra saf saf başını kaldıracak, ben bundan hiçbir şey anlamadım, diyecek. Cahilliğine aldanmayacaksın, hemen atılıp anlatmaya kalkmayacaksın, öyle bir anlamıştır ki küçük ve önemsiz bir yanlışını yakalayıverir senin. Bilgisizliğini yüzüne vurur. Küçümser seni, çileden çıkarmaya çalışır. Bu kadar okumuş, tahsil görmüş, daha bir dilekçenin nasıl yazıldığını bilmiyor, der bakışıyla. Masanın gözünden talimatnameler, nizamnameler, kanunlar çıkarır; maddeler denizinde boğar seni." Atay'ın da söylediği gibi bizim bürokratımız bir işin nasıl yapıldığından çok, nasıl yapılmayacağını gayet iyi bilir. Zaten geri kalışımızın en önemli faktörü bu zümre değil mi?

Roman, Turgut'un değerli bir insan olan arkadaşı Selim'in mektup bırakarak intiharıyla başlar. İntihar sebebini öğrenmek ister; araştırırken olaylar onlarla gelişir. Turgut'un Selim'i unutmasının mümkün olmadığını şu satırlardan anlıyoruz: "Bütünüyle unutulmaya kimsenin gücü yetmiyor. Bir duvarda iki satır yazı, bir albümde soluk bir resim, bir Selim'in ölümü bana hepsinden acı geliyor... Bir de, bütün bunları, Selim öldükten sonra düşünmek acı geliyor... Selim'e, ben de varım, diyememek acı geliyor. Beni de al Selim; ölümden, unutulmaktan öteye götür. Birlikte tutunamayalım. Ölmekle bana haksızlık ettin, birçoklarına haksızlık ettin."

Turgut, Selim gibi bir dost bulamadığı için ruhundaki Olric'i keşfeder; onunla konuşur. "Bizim gibi basit insanların zor anlayacağı soyut kavramlar üzerinde tartışılır önce, Olric. Tahsisat derler. Nasıl bir şeydir bu tahsisat, bilinmez. Kimse bugüne kadar yüzünü görmemiştir tahsisatın... Sonra tahsisat geldi derler. Gene kimse görmez tahsisatı. Bir de bakarsınız tahsisat bitmiş, işler bitmeden."

Postmodern roman biraz da aklına geleni yazmaktır. Batı'da Balzac, Goethe, Dostoyevski gibi dahilerin kaleme aldıkları gelenekçi romana karşı, iki dünya savaşının hayatı hallaç pamuğu misali atmasıyla Kafka, Faulkner ve benzeri sanatçıların ortaya çıkardıkları akımdır. Oğuz Atay, gerçekten yüreğinde acılar taşıyan zirve romancılardan biri; keşke üslubuna biraz daha özen gösterseydi diye insan içinden geçirmeden edemiyor. Çünkü onun becerebileceği her halinden anlaşılıyor; romanı daha geniş kitleleri sarsıcı özelliğe kavuşurdu. Böylesine derinliği olan bir eseri günışığına çıkarana, elbette milletçe saygı borçluyuz.