Halis ECE

 

Bir bâdemin altına, yorgun, oturmak biraz,
Ayrı-ayrı seyretmek çiçek açmış her dalı.
Artık bütün renklerden, artık uzaklaşmalı:
Beyaz işte, aylardır gözümde tüten beyaz.

İş bitti... Uzaklarda ilk ümitler gibi yaz,
Duyuyorum bu sabah, kış içimden çıkalı,
İçimin dört duvarı bembeyaz badanalı,
Ah, sade nefes almak, göğsüme dolan bu haz...

Bir kuş ötecek şimdi... Havada bir durgunluk,
Mermeriyle konuşan açık kalmış bir musluk,
Beyaz çiçeklerini tek-tük düşüren kiraz.

Bahar pınarlarından içime damlayan su,
Bembeyaz çiçeklerin ıslak, temiz kokusu,
Kış bitti... Uzaklarda ilk ümitler gibi yaz...
Ziya Osman Saba, 19.10.1957

* * *

Bahar, sanki bâdemlerin çiçek açtığı demlere ayarlanmış… Bazen de yalancı bahar tabii… Gözlerimiz böyle görüyor, ruhumuz böyle hissediyor… Ama ben bunu fark ettiğimde baharlar çoktan bitmişti. Yaz geçmiş, güz gitmiş, kara kışlar kuşatmıştı dallarımı... Göçmen kuşlar diyarı terk etmiş, esen rüzgârlar doludizgin savurmuştu dalından düşen yaprakları… Bâdemler gazel dökmüştü, mevsim bahar değildi artık… Hangi yıldı hatırlamıyorum bile... Hatırladığım şey; “Şimdi gazel döker ömrün bağları” diye başlayan bir ezgi ile Sultan Fatih’in (k.s.);

Sâkıyâ mey sun ki bir gün lâlezâr elden gider

İrüşür fasl-ı hazan, bağ u bahâr elden gider

mısralarıydı… Sanki durgun sularda akis arayan bir devreye yenilen med-cezirli ruhumun tercümanı olmuştu o ezgi ve ve özellikle de Avnî’nin bu beyti. Gönlümdeki iniş-çıkışlı bütün dalgalanmalar göçebe kuş misali uçup gitmiş, yerini sükûnete bırakmıştı…

Bâdemlerin çiçek açtığı baharın ilk günlerinden söz ediyordum…
Güneşin gülmeye başladığı, aksinin sulara düştüğü, suların ürperdiği mevsim... Elimin altındaki edebiyat dergilerine geçit resmi yaptırıyordum. Bitmemiş şiirler, henüz nokta konulmamış ama bir solukta okunabilecek güzel yazılar, yakalıyordu gönlümü bin bir yerinden… Şiirlerin-yazıların içtenliği, düşünce ve his dünyamı alabildiğine coşturuyordu. Bahar inmişti kırlara-bayırlara, vadilere-yamaçlara… Yüksek dağlar, zarif tepeler, engebeli araziler hep açan çiçeklerin menziline düşmüştü artık...

Coşku seli, heyecan kasırgası henüz yakalamıştı söz ustalarının perçemini... En volkanik düşüncelerle, en kaynar duygularla, en hırçın dalgalarla mahmul gönlüm hazırdı patlamaya… Maveradan, çok ötelerden müjdeli haberler sökün edip geliyordu, gönlümü ferahlatan...

Bâdemler çiçek açtığında, mevsim bahar diyordu benim gibi herkes... Onun güzel havasını soluklanmaya hazırlanıyordu tüm canlı-camidat her şey... Ürkütücü gülüşlü dağlardan, sessizlik fısıldayan ormanlardan, dalgalarıyla sahilleri döven okyanuslardan inen sis denizi, perdeliyordu kaçamak yapan güneşi zaman-zaman... Sevgi-sevda doluyordu şırıl-şırıl akan derelere, çağıldayan nehirlere...

Bâdemler çiçek açtığında diyordum... Mevsim bahardı…

Erikler, kirazlar coşkuyla selâmlıyordu gelen huzuru... Gönüldeki hafakanlar sekînete eriyor, istikrar buluyordu göğüsler. Gök mavisi derinleşiyor, çoğalıyor-yayılıyor-genişliyordu semada… Bulutların ardına gizlenmiş dağlar, çok uzaklardaki sevgiliyi-sevdiklerimizi hatırlatıyordu. Yağmur bulutları ağıtlar yakıyordu. Rengârenk çiçeklerden bir yatak açılıyordu derelerin bağrında…

Sen gelince ey bahar… Isınan atmosfer cana can katıyordu her yerde... Güneş, muhacir kuşlar gibi dönüyordu göçebe çadırına…

Sen geliyordun, biz hazırdık seni karşılamaya...
Bâdemler çiçek açtığında...

Düşünce ufkuna, his âlemine doğru yola düşmenin tam zamanıydı bahar... Kutlu-mutlu-muştulu, bin bir türlü macera dolu bir sefere yol gözüküyordu… Yolların nemi kurumadan, dallar-budaklar yeşile bürünmeden, gelen bahara inat savrulan gönlümü toparlamalıydım elbet... Dağınıklık yakışmazdı, cemiyet (derlenip toparlanmak) gerekliydi bizim için… Yoksa alıp götürürdü, savururdu sağa-sola, yenik düşmüş ruhumu... Ama işte siliyor yanaklarıma süzülüp donup kalmış gözyaşlarımı... Besliyor zayıf kalmış yanlarımı…

Baharla gelen, hayâl dünyama sinen pespembe yalandı belki de... Yalanlarsa çabuk tükenirdi, ışıdıkça kendini tüketen mum gibi... Zaten yalan, yalama olmaya mahkûm değil miydi?.. Ama yazık ki yalanların çok, gerçeğin yok olduğu bir devirdi içinde yaşamaya mahkûm olduğumuz zaman dilimi... Her zaman ve zeminde en dik durması gereken omuzlar bile yalana eğiliyordu bu dönemde...

Sevgilerin iç tırmalayıcı, aşkların soluk, sevdaların yok olduğu zamanda... Saygılar da rüzgârın bahtına yelken açmıştı adeta… Tüm gerçek sevgileri-sevdaları alıp götürüyor, silip süpürüyordu…

Bâdemler çiçek açtığında, bahar geldiğinde...

Artık mevsim bahardı; bağların-bahçelerin, ağaçların-çiçeklerin açması… Özellikle de güllerin açıp bülbüllerin şakıması için sıcakların önü açılmıştı Cemrelerle... Baharın coşkun bakışlarının esrarı yakalamıştı gönlümü… Letâifimizin düğmelerini ilikleyen kara kışa inat, baharın manevi ikliminin nuru yağıyordu göğüslerimize... Kalbimize bir vecd, bir heyecan, bir coşku inmişti.

Baharın tatlı meltemine sevgi-sevinç ve sevda mayalayan gençlik günleriydi… Hayatın etrafıma kurduğu korkunç tuzakları görüp hesap etmek şöyle dursun, ördüğü ince komedi ağlarını bile düşünmez olmuştu gönlüm… Gözü pek, atılgan bir ruha sahipti bünyem... Tüllenen hatıralar, küllenen acılar, kabuk bağlayan yaralar, unutulan ihanetler sıcaklığını henüz korurken, iyilik-güzellik şebnemleri kalbimin en mutena yerine damla-damla düşüyordu seherlerde…

Tüm geceyi uykuyla geçirmek olmazdı, mevsim bahardı. Gül dalına konmuş bülbül zaten rahat bırakmazdı. Gönüller gibi gözler de hassastı… Ama olsun, yumuşak bir mendil gibi kurutur gözyaşlarını baharın tatlı meltemi…

Hoş geldin ey sevgili-sevdalı bahar... Kara kışta kaybettiğim tüm duyguları, seninle tekrar kazandığımı söylesem, bilmem inanır mısın bana?

O güzel güneşli günler kapımıza dayandı... Çünkü dışarıda mevsim bahardı... Üşüten kara kışa inat, bâdemler çiçek açıyordu, erikler beyaz gelinliklere bürünmüşler, el sallıyordu uzaklardan yaz...

Hani, ölen veya yitenin kıymetli göründüğünü ifade eden bir deyimimiz vardır: “Kör ölür bâdem gözlü olur” diye… Gelin, bitirmeden-yitirmeden "baharın-baharların" -bahusus ömür baharımızın- kıymetini bilelim… Hakkını teslim ederek, onu doya-doya yaşamaya, en verimli şekilde değerlendirmeye gayret edelim.

* * *

Yazıya Ziya Osma Saba’nın bir şiiriyle başladık, isterseniz bitirirken de yine onunBaharı Beklerken Yazılmış Şiiri ile noktayı koyalım.

O günü görmek için sade bekleyeceğiz,
Göreceğiz bir sabah yeşil tomurcukları.
Hazırlanıyor gibi, gökyüzü, ufuk, deniz,
Bir sabah dökülecek baharların baharı.

Bu bahar yalnız mesut günler taşımaktadır,
Başbaşa kalacağız kenarında bir suyun,
Göz alabildiğine yeşil uzanan çayır,
Bir saadet içinde sessiz otlayan koyun.

Bu bahar güleceğiz en içten bir sevinçle,
Bir melek ordan bize uzatacak elini.
- Beni bırakma kalbim, kalbim sen bana söyle:
Ümitlerin en güzelini!..