Nesh” lûgatte izâle etmek, gidermek, yok etmek, değiştirmek ve nakletmek manasınadır.

Usûl-i fıkıh ilmi ıstılahına göre, bir nass’ın hükmünü daha sonra gelen bir nass’la kaldırmak, dinî bir hükmü şer'î bir delil ile kaldırmak demektir. 

Kendinden önceki hükmü kaldırıan delile "nâsih", hükmü kaldırılan delile de “mensûh” denir. Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) şeriatlerinin hükümlerinde değişmeler olmuştur. Mesela Hz. Adem’in (a.s.) şeriatinde çocuklarının birbirleriyle evlenmelerine izin verildiği halde, daha sonra bu hüküm kaldırılmıştır.

Yahûdîlere cumartesi günü çalışmak yasaklanmış iken, İncil’in gönderilmesiyle bu yasak kaldırılmıştır.

Kur’ân-ı Kerim’de nesh’in olup olmadığı mevzuunda İslâm âlimleri ihtilaf etmişler... Ancak çoğunluğun görüşüne göre Kur’ân’da nesh vardır. Bu görüşte olanlardan bazılarına nazaran bir âyetin hükmü ancak daha sonra gelen başka bir âyetin hükmü ile; bazılarına göre hem âyet ile hem de sahih hadisle kaldırılabilir.

Mensûh âyetler mevzuunda ittifak yoktur. Beş âyet ve daha fazla olduğunu söyleyenler vardır. Merhum Mehmed Emre hocaefendi, nâsih ve mensûh âyetlerin sayısını 66 olarak belirtmiştir. Ardından da, merak edenler için, bu alanda yazılmış müstakil eserler bulunduğunu, bunları okumalarını-incelemelerini tavsiye etmiştir. [Fetvalar, Çelik Yayınevi, İstanbul, I, 1787] Ki, aynı şey bizler için de geçerlidir

Nâsih, sadece vahiy devam ederken Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) sağlığında gerçekleşmiş ve sona ermiştir.

İ’tikad / inanç esaslarında, dinî asıllarda ve haberlerde nesh olmaz; sadece emir ve yasaklarda nesh olabilir.

Hadislerde de nâsıh ve mensûh söz konusudur. Buna göre âyet, sünneti nesh edebilir veya sünnet ayeti ya da bir başka sünneti nesh edebilir.

Hadiste nâsih-mensûhu bilmek çok önemlidir. Hadislerde nâsih ve mensûhun bilinmemesi, âlimi yanlış sonuçlara ulaştırabilir. Hadiste nâsih-mensûh, aralarını te’ville (yorumla) te’lif (birleştirme) imkânı bulunmayan, birbirine zıt hadislerde olabilir.

Nesh’in çeşitleri

Usûl âlimleri neshi, değişik bakış açılarından bazı kısımlara ayırmışlardır:

1) Kur’ân’ın Kur’ân’la nesh’i: Buna Bakara suresi 180’inci ayetinin Nisâ suresi 11’inci ayeti ile neshi misâl olarak gösterilebilir.

2) Kur’ân’ın Sünnetle nesh’i: İmam Mâlik ve İmam Ebu Hanîfe’nin talebeleri (rahımehumullah) bu nevi neshin caiz olduğu görüşündedirler. İki görüşünden birinde İmam Şâfiî ile İmam Ahmed İbn Hanbel (rahımehumallah) bu nevi neshin caiz olmadığı görüşündedirler. Kur’ân ayetini ancak yine bir Kur’ân ayetinin neshedebileceğini söylemişlerdir. Bunlara göre mütevatir de olsa bir hadis herhangi bir Kur’ân âyetini neshedemez… Ettiğini kabul eden âlimler ise, Kur’an-ı Kerim’de; “O, kendi arzusuna göre konuşmaz. O’nun sözü kendisine gelen vahyden başka birşey değildir[Necm suresi, 4-5] buyurulmasını delil göstermişler… Rasûlullah’ın (s.a.v.) sözlerinin de nihayet vahye dayandığını, lafzı Rasûl-i Ekrem’e (s.a.v.), manâsı Allah Teâlâ’ya ait kudsî hadislerin bulunduğunu… Keza hadis-i şeriflerin de vahy-i gayr-i mevlüv ve bunların da birer vahy olduğunu göz önünde bulundurarak Rasûlullah’ın (s.a.v.) sözlerinin Kur’ân ayetini neshedebileceğini söylemişlerdir. Buna misâl olarak, “Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah’tan korkanlar üzerine bir borçtur[Bakara suresi, 180] ayetinin “Vârise vasıyyet yoktur[Buhârî, Sahih, Vasâyâ, 6; Ebu Davud, Sünen, Vasâyâ, 6; Buyu’, 88; Tirmîzi, Sünen, Vasaya, 5] hadis-i şerifi ile mensûh olduğunu göstermişlerdir.

3) Sünnetin Kur’ân’la nesh’i: Rasûlullah’ın (s.a.v.) kendi re’yi ile Mekke-i Mükerreme’de Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kılarken daha sonraları bunun Bakara suresi 144. ayeti ile neshedilip kıblenin Kâbe’ye çevrilmesi örnek gösterilebilir.

4) Sünnetin Sünnetle nesh’i: Meselâ Rasûlullah (s.a.v.), önce kabir ziyaretini yasaklamışken daha sonra “Size kabir ziyaretini yasaklamıştım, şimdi artık onları ziyaret ediniz” [Müslim, Sahih, Cenâiz, 106; Nesâî, Sünen, Cenâiz, 100] hadisi ile buna izin vermiştir.

Üç türlü nesh vardır

Âlimler, Kur’ân-ı Kerim’de umumiyetle üç türlü neshin varlığına kaildirler:

a) Hükmü neshedildiği halde lâfzı baki kalan âyetler... Meselâ; “Doğu da Allah’ın, batı da Allah’ındır. Artık nereye yönelseniz, orada Allah’a durulacak cihet (yönelinecek yön) vardır.” [Bakara sûresi, 115] âyet-i kerimesi gibi…

b) Lâfzı neshedilip de hükmü baki olan âyetler… Rivayet olarak Hz. Ömer’e (r.a.) ve Hz. Âişe’ye (r.anha) isnat edilen recm âyeti buna misâl olarak verilmektedir.

Hz Âişe validemiz (r.anha) demiştir ki; “Allah’a yemin olsun ki, recmetme ayeti ve yetişkin kişiyi on defa emzirme (sebebi ile nikahlamanın haramlığı) ayeti indi. Andolsun ki bu ayetler tahtımın (karyolamın) altında bir yaprakta (yazılı) idi. Rasûlullah (s.a.v.) vefat edip biz O’nun ölümü ile meşgul olunca, evde beslenen evcil bir hayvan (koyun veya keçi), girip o yaprağı yedi.[İbn Mâce, Sünen, Nikâh, 36, Hadis no: 1944; İmam Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/131, 132, 183, 6/269]

Bu mevzu hakkında âlimler şöyle diyorlar:

Bu ayet, okunması nesh edilip hükmü mensûh olmayan ayetlerdendir. Bu hadiste sözü edilen ayetin yazılı olduğu yaprağın bir koyun veya keçi tarafından yenildiğine dair Hz. Aişe’nin (r.anha) sözünden maksat; bu ayetin, okunması gereken Kur’an’dan olduğunu söylemek değildir. Çünkü böyle bir söz, Kur’an-ı Kerim’de bir değişikliğin bulunmasını gerektirir ki, bu imkansızdır! Ve nassa muhaliftir. Zira Kur’an-ı Kerim her türlü değişiklikten korunmuştur. Allah Teâlâ onun koruyucusudur. Nitekim Rabbimiz (c.c.) buyuruyor ki: “Şüphesiz Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” [Hıcr suresi, 9]

Hz. Âişe (r.anha) söz konusu ayetin lafzının / okunmasının mensûh olup hükmünün mensûh olmadığını söylemek istemiştir.” Ancak müçtehitlerimizin süt emme meselesinde başka nasslara istinaden farklı görüşler ortaya koyduklarını, bu ayetin lafzına göre hükmetmediklerini görüyoruz. Bu durum ise ayetin hükmünün mensûh olduğunu göstermez. Benzer pek çok nass vardır, gerek ayet gerekse hadislerden... (Süt meselesinin izahı aşağıda gelecek.)  

Bu ayet, nâsih-mensûh hakkındaki eserlerde tilâveti (lafzının okunması) mensûh, hükmü bâki âyete misal olarak belirtilmiştir. Hz. Ömer’den (r.a.) gelen rivâyete göre, Nur sûresi’nin bir âyeti olduğu söylenen bu âyet mealen şöyledir: “Şeyh ve şeyhuha (evli erkek ve kadın) zinâ ederlerse, hemen ikisini de Allah’tan bir ceza olmak üzere recmedin. Allah azîzdir, hakîmdir.” Hz. Ömer’in (r.a.), ‘Ömer Kur'an'a ilâve ediyor' denmesinden endişe etmesem, bu recm âyetini Kur'an'a yazardım" dediği de nakledilmiştir. [Bkz. Buhârî, 93/21; Müslim, Hudûd 8, Hadis no: 1431; Ebû Dâvud, 41/1]

Elbette ki bunun başka türlü izahları da olabilir, nitekim vardır da... Bâhusus bu hadiseyi / meseleyi kabul etmeyen âlimlerin açıklamaları-gerekçeleri farklıdır.

Ancak bize göre mesele, madem ki Kütüb-i Sitte’de mezkürdür, sahihtir, öyle ise bunu olduğu gibi kabul edip izah etmek en doğru yoldur. Malum, meşhur Mecellemiz'in maddelerinden biri de, “Kelamın i’mali (kullanımı) ihmâlinden (terkinden) evlâdır” kaidesidir. Allâhu a’lemu bi's-savâb.

c) Hem hükmü hem de lâfzı neshedilen âyetler… Meselâ; “Âdemoğlunun iki vâdi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü de ister. Âdemoğlu’nun iç boşluğunu topraktan başka bir şey doldurmaz. Ancak, tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder” meâlinde bir âyetin var olduğu rivayet edilmekte ve bu üçüncü nevi neshe delil gösterilmektedir.

Nesh’in hikmetleri

Aslında İslâm dini, Hâlık-ı zû’l-Celâl hazretleri tarafından, kullarının menfaat ve maslahatlarını temin, dünyevi-uhrevi saadetlerini gerçekleştirme gayesiyle onlara gönderilen ilahi nizamdır. Gönderen merci bir, gönderilen yaratıklar da “iman ediniz” emrine muhatap sınıflar olduklarına göre, şeriatler arasında ve onların sonuncusu olan şeriat-ı Muhammediyye’nin kendi içinde nâsih ve mensûhun olmaması gerekir gibi gözükmektedir. Buna rağmen, gerek şeriatler arasında, gerekse şeriat-ı Muhammediyye’nin kendi içinde nâsih ve mensûhun bulunduğu da bilinen bir gerçektir. O halde bunun sır ve hikmeti nedir? Bu hususta şu noktalara dikkat etmek gerekir:

(a) Nesih hadisesi, şeriatlerin temel esasları olan, Allah Tealanın sıfatları, kulların mutlak menfaatleri, geçmiş ve gelecekle ilgili olan haberler ve benzeri mevzularda ceryan etmemiştir. Hiç bir peygamberin şeriati, Allah’ın (hâşâ) zalim olduğunu, yalan söylemenin caiz olduğunu, Cennet ve Cehennem’in olmayacağını söylememişlerdir. Zira bunlar dinin temel esaslanndandır.

(b) Dinin fürûâtı mahiyetindeki hükümlerde nesih meselesi gerçekleşmiştir. Sebebi de, ilk yaratılışından kıyamete kadar devam eden beşeriyetin hepsinin farklı seviyede olmaları ve her seviyede olana münasip olan hükümlerin konulmasıdır. Böylece dinin temel esasları olmayan hususlarda, bütün İnsanlığı çelikten kalıplar içine koymak yerine, her ümmete, zamanına uygun olan veya terbiyesini icap ettiren hükümler konulmuş olsun... Mesela, İsrail oğullarının azgınlığını terbiye için onlara belli hayvanlar haram kılınmış ve Cumartesi günü avlanma yasağı konmuş, onlardan sonra gelen ümmetlerden ise bu yasaklar kaldırılmıştır.

Nesh’in sebepleri

İslâm’ın kendi içinde neshin vuku bulmasının hikmetleri:

aa. İnsanları, detaylı hükümlere tedricî bir şekilde alıştırmak, onların düşkün oldukları kötü huyları merhale-merhale (kademe-kademe) tedavi etmektir. Buna misâl olarak içki ve kumarı zikretmek mümkündür.

İnsanlar, nefsi okşayan içki ve kumara çokça düşkünlerdi. Günümüzün cahilleri gibi, İçki içmeyi bir meziyet sayıyorlardı. Allah Teala İçkiyi tedrici bir şekilde yasakladı ve böylece o cahilleri kademeli bir şekilde tedavi etti.

- Birinci olarak, İçkinin hoş bir şey olmadığını beyan etti ve buyurdu ki;

Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden sarhoş edici içkiler ve güzel rızıklar edinirsiniz...” [Nahl suresi, 67] Bu âyette, güzel rızıklar karşılığında, sarhoş edici içkiler zikredilerek, içkinin güzel bir şey olmadığına işaret edilmiştir.

- İkinci olarak, içki ve kumarın zararlı şeyler olduklarını açık bir şekilde beyan etti ve buyurdu ki,

Sana içki ve kumardan soruyorlar. De ki: Onlarda büyük günah vardır. İnsanlar İçin faydaları da vardır. Ancak günahları faydalarından daha büyüktür...” [Bakara suresi, 219] Büyük günahı icap ettiren şeyler insanlar için zararlı olan şeylerdir.

- Üçüncü olarak, içkiyi günün uzun bir bölümünde yasakladığını bildirdi ve: “Ey İman edenler! Sarhoşken, ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın...” [Nisa suresi, 43] buyurdu. Bu âyetten sonra mü’minler, gündüzün tamamında, gecenin de bir bölümünde içki İçmiyorlardı.

- Dördüncü olarak, içkiyi ve kumarı tamamen yasakladı ve şöyle buyurdu: “Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki, kurtuluşa eresiziniz.” “Şüphesiz ki, şeytan, kumar ve içki İle aranıza düşmanlık ve kin sokmayı, sizi Allah’ın zikrinden ve namazdan alıkoymayı ister. Artık bunlardan vazgeçmez misiniz?” [Maide suresi, 90, 91]

bb. İnsanlara putperestliği hatırlatacak her şeyi yasaklamak, daha sonra kafalardan bu düşünce silinince, gerçek manasıyla putperestlik olmayan hususları serbest bırakmak, keza kötü alışkanlıklara çağrışım yapacak vasıtaları yasaklamak, bunlardan tamamen vazgeçilince o yolları serbest bırakmaktır. İşte hadis-i şerifte, kabirlerin ziyaretinin önce yasaklanması putperestliği çağrıştıracak davranışlara engel olmak gayesine, belli kaplarda şıra içmenin yasaklanması, içkiyi hatırlatacak vasıtaları ortadan kaldırmak maksadına binaendir.

Bu maksad hasıl olunca, kabirleri ziyaret ve her türlü kapta şıra içmek serbest bırakılmıştır. “Ben sizlere, kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım, artık onları ziyaret edin... Yine ben sizlere, deri su kapları dışındaki kaplardan şira içmenizi yasaklamıştım, artık bütün kaplarda olan şıralardan için. Ancak sarhoş eden bir şeyi içmeyin.” [Müslim, Sahih, Cenaiz, 106, Hadis no: 977; Ebû Dâvûd, Sünen, Cenaiz, 81, hn. 2235; Tirmizi, Sünen, Cenaiz, 60.hn. 1054]

Cahiliye döneminde, mirasın tamamı ölenin en büyük çocuğuna veriliyordu. Bu âdeti kırmak için tedricî hükümler konuldu. Önce, mirastan ana-baba ve akrabalara da vasiyet edilmesi farz kılındı, [Bakara suresi, 180] daha sonra ise, mirasın ölenin yakınları arasında belli paylar şeklinde dağıtılması emredildi. [Nisa, 11, 12, 176] Yukarıda da belirttiğimiz üzere,daha sonra bunlar hadis-i şerifle açıkça neshedildi, ve vasiyet kaldırıldı.

Hulâsa nesh, Kur’ân ilimleri’nin en önemli mevzularından biridir. Âlimler neshi bilmeyen kişinin Kur’ân’ı tefsir edemeyeceğini ifade etmektedirler. Kur’ân İlimleri şumûlüne giren, sahâbe ve tabiînin ziyade alaka gösterdiği mevzuların başında nâsih-mensûh meselesi gelir. Bâhusus fukaha, nesh mevzuuyla fazlaca ilgilenmiştir. Nitekim İmam Şâfiî (rh.), er-Risale’sinde nesh’e genişçe yer vermiştir.

İslâm’da neshin vuku bulması çeşitli hikmetlere binaendir. Yoksa Hz. Mevlâ’nın -hâşâ- bilmediği bir neticeyi denemesi gibi bir saçmalık düşünülemez. Nesh’e bu gözle bakanlar, Kur’an’da neshin olamayacağını iddia etmektedirler. Bunlar, neshin hikmetlerini-sebeplerini bilmeyen, hususta iyi ve sıhhatli düşünemeyenlerdir.

10 süt emme meselesi

Bu hususta Âişe validemizin (r.anha) yukarda zikri geçen sözlerini hatırlayalım... Diyordu ki; “Vallâhi recmetme ayeti ve yetişkin kişiyi on defa emzirme (sebebi ile nikâhlamanın haramlığı) ayeti indi. Yemin olsun ki bu ayetler tahtımın (karyolamın) altında bir yaprakta (yazılı) idi. Rasûlullah (s.a.v.) vefat edip biz O’nun ölümü ile meşgul olunca, evde beslenen evcil bir hayvan (koyun yahut keçi), girip o yaprağı yedi.”

Evet rivayet sahihtir. Bu ayet, lafzan mensuh hükmen bakidir. Ancak süt emme meselesiyle ilgili hüküm, fıkhımızda ayniyle câri değildir. Bu da demek oluyor ki, müçtehitlerimiz bu meseleyle ilgili başka nasslara istinaden farklı hükümler istinbat etmişlerdir.

Nitekim çocuğun süt emme çağı İmam-ı Azam’a (rh.) göre 30 ay yani ikibuçuk yaşına kadardır ve süt emme çağındaki çocuk, annesinden başka kadından bir yudum dahi süt emse, emdiği kadının süt çocuğu sayılır.

İmameyn ve İmam Şâfiî rahımehumullah’a göre ise süt emme müddeti iki yıldır ve süt emme çağındaki çocuk herhangi bir kadını beş defa doya-doya emerse ancak o zaman süt annelik meydana gelir.

Görüldüğü gibi söz konusu rivayette geçen “...yetişkin kişiyi on defa emzirme (sebebi ile süt kardeşliği ve nikâhlamanın haramlığı)...” meselesi, fukahamızın bu husustaki içtihadına mesnet olmamış, farklı nasslara istinaden değişik hükümler ortaya koymuşlardır. İçtihatlardaki bu ihtilaf da, diğerleri gibi ümmet için bir rahmettir, çok büyük bir kolaylıktır. Mesela buna benzer farklı içtihatlardan bir başkası da; bir vesileyle erkeğin hanımının sütünü emmesi meselesidir... Evet, zaruretsiz emmek caiz değildir; ama zaruret icabı veya yanlışlıkla içme durumunda da nikâhlarına bir zarar gelmiş olmaz. Oysa hüküm, ‘nikâha zarar verir, hanımı onun süt annesi olur’ şeklinde olsa idi, ne büyük sıkıntıya sebep olurdu, nice aileler yıkılırdı. Halbuki, müçtehitlerimizin bu husustaki farklı içtihatları sebebiyle böyle bir tehlike söz konusu olmamış oluyor.

Bütün içtihadî farklılıklar, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) mübarek ifadeleriyle, bu ümmete rahmet olmuş, nice kolaylıklar sağlamıştır. Elbette ki bu büyük imamlar-müçtehitler söz konusu görüşlere varırken, dayandıkları deliller-sebepler-hikmetler vardır. Onlar içtihatlarında hata da etse günaha girmezler. İsabet ederse iki, hata ederse bir sevap alır. Bize düşense; hangi mezhebin müntesibi isek ona uymaktır. Yoksa nasslara bakıp kendi kafamıza göre hüküm çıkartmak değildir.

Sonuç

Aslında nâsıh-mensûh ve benzeri ilim dalları, belli alanlar için lazımdır. O alanlarla mesela tefsirle-hadisle filan meşgul olanlar bunu bilmek zorundadır ve öğrenirler. O bakımdan avam, ve mukallit Müslümanların (halkın), temel İslâmî ilimlere vakıf olmayıp söz konusu alanlarla meşgul olmayanların, eğer kendilerini direkt olarak ilgilendirmiyorsa, bu gibi meselelerin inceliklerine dalmaları muvafık olmayacağı gibi, faydalı da olmaz. O bakımdan onlara, bunların yerine, umumi manadaki akaid-fıkıh-ahlâk-siyer gibi komprime eserlere yönelmelerini tavsiye ederiz. Zira o nevi eserlerden hem daha fazla, hem daha sağlıklı yararlanabilirler.