merhaba

ahirete giden akrabalarımız eğer cennetlikse her istediği zaman bizi izleyebilir mi? mesela bir çocuk uyuşturuucu kullanıyor..ama annesinden saklıyor..annesi öldükten sonra kabirde bu çocuğun yalanını öğrenebilirmi ona bildirirlermi? bunu haber alıp ona hakkını haram ederse ne olur? (dünyadayken helal etmiş bütün haklarını ama)
yada mesela diyelimki adam birinin parasını çaldı ama haberi yok hakkını helal etti sonra öldü kabirde bunu öğrenip  beddua ederse o parayı çalan adam imansız gidermi?
yani özetle dünyadayken birine bir yalan söylüyorsunuz ama o kişi öldükten sonra kabirde ahirete gidince sizin bu yalanınızı öğreniyor ve size kabir aleminde hakkını haram edip beddua ediyor bu olabilirmi olursa ne olur
lütfen beni bilgilendirin. tekinoğlu ailesi - gmail

*******

Merhaba,

En başta hatırlatmamız lazım; bunlar en kısa ifadeyle “lüzumsuz kuruntular”. Bakın ‘sorular’ demiyorum; kuruntular yani vesveseler... Şeytan’ın dürtüleri… At bunları kafandan, çıkart gönül hanenden… Sen istikamet üzere kulluk vazifelerini ifa etmeye bak. Dinimiz bize; yalnızca Allah’a ibadet, anne babaya iyilik etmeyi, onlara kötü davranmamayı, gönüllerini incitmemeyi emrediyor. [Bkz. İsrâ suresi, 23] Bu, hayatta iken böyle olduğu gibi, öldükten sonra da gene onların haklarına riayeti gerektirir.

Senin neyine gerek, bir insan cennetlikse her istediği zaman bizi izleyebilir mi?’ izleyemez mi?

Ne demek bu?

Evinde koltuğuna yaslanmış TV mi izliyorsun!

Dünya hayatı değil artık orası… Berzah âlemi, kabir hayatı… Ahiretle dünya arası bir köprü. O kişinin hiç başka derdi kalmamış da, tek düşüncesi seni mi ‘izlemek’..? Herkesin derdi başından aşkın orada...

Çok merak ediyorsan, öldüğün zaman neyin ne olduğunu, orada nelerin izlenip izlenemediğini, hangi proğramların (!) tedavülde bulunup bulunmadığını, kısacası ‘bir okka samandan kaç okka duman’ çıktığını görürsün!

Bir defa "ruhlar âlemi" de denilen ölümden sonraki hayat, bizler için gaybî mevzulardan olduğunu hatırdan çıkartmayalım. Hayatta olan insan ile berzah âlemine göçmüş kişi farklı âlemlerdedir. Binaenaleyh ‘her istediği zaman’ bizi ‘izlemesi’ni bırakın, müstesnalar dışında dünyadakileri görme ve onlarla görüşmesi söz konusu olmaz. Ancak Mevlâ dilerse, buna da hiçbir şey engel değildir.

Berzah âlemindekilerin kendilerine göre bir hayatı vardır; hazzları-lezzetleri, elemleri-kederleri, ferah ve sevinçleri hissederler. Ve unutulmamalı ki; ölenin, ardında bıraktığı yakınları nasıl iyilik yaptıklarında ondan haberdar olup hoşnut oluyorsa, kötülük durumlarında da elbette ki rahatsız olacaklardır. Nitekim sadaka-i cariyelerden biri de, kişinin ardında bıraktığı kendisine hayırlı dua eden sâlih evlattır. Fakat henüz madde âleminde bulunan bizler, ruhun bedenden sonraki hayatını ve orada kişinin neler hissettiğini, nelerle karşılaştığını-karşılaşacağını normal duyularımızla hissedip bilemeyiz. Bu hususu, ancak İlahî hakikatlere vâkıf olan başta Rasûl-i Zîşânımız (s.a.v.) olmak üzere Peygamberler (aleyhimüsselâm) ve onların varisleri olan ulemâ-i hakikatten öğreniriz.

Sonra kişinin, yaptığı çirkeflikler hakkında dünyada annesini kandırması neyi ifade eder ki? Mevlâ-yi Zû’l-Celâl’i kandırabilir misin -hâşâ-?! Ayrıca bu noktada iki türlü isyan-günah vardır:

1. Anne-babanıza iyilik edin, onlara hayırlı muamelede bulunun buyuran Allah Teâla’ya isyan…

2. Anne-babaya kötülük.

Bu itibarla aslında sen onları değil, kendini kandırmış oluyorsun, o yalancılıkla-sahtekârlıkla…

Öldükten sonra ise gözler keskinleşir. Dünyada göremediklerini orada görür insan. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de,

Celâlim hakkı için sen (dünyada) bundan gaflette idin. İşte senden perdeni kaldırıp açtık. Bugün gözün (ne kadar) keskindir![Qaaf suresi, 22] buyruluyor.

Elbette ki bazı şeyleri görür, bilir Allah Teâla’nın bildirmesiyle… Ve de rahatsız-huzursuz olur senin o sahtekârlıklarınla…

Dünyada iken hakkını helâl etmişse etmiştir. Bu, hayatta iken olan haklarıyla alakalıdır. Kendi tasarrufundadır, kendisinin bileceği iştir. Ama vefatından sonraki haklarına riayet etmezsen, gene mes’ul olursun. Çünkü onları kapsamaz o önceki helâl ediş.

***

Hırsızlığa gelince…

Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ve Rasûlümüz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) en ağır günahlardan gördüğü bu çirkin fiilin de iki boyutu vardır:

1- Allah Teâla’ya karşı isyan boyutu,

2- İnsana karşı suç işleme boyutu… Bilindiği gibi biz buna dinî ıstılâhımızda daha çok ‘kul hakları’ diyoruz.

Binaenaleyh kişi bunu işlediğinde, hem Rabbine karşı nedametle tevbe ve istiğfarda bulunacak hem de hırsızlık yaptığı kişiden helallik alacak. Bu ya tam bir itiraf ve iade şeklinde olur, ya da bu mümkün değilse şayet, münasip bir yolla çalınan mal veya para geri verilir. Nasıl verilip ödenirse artık… Hak sahibi malına kavuşmadıkça hırsızlığın tevbesi / helalleşmesi olmaz.

Birilerinin parasını çaldıysan, onunla helalleşmek için öncelikle çaldığını ödeyeceksin o şahsa, firmaya… Maddi haklar, ancak iade etmekle ödenir. Yalancılıkla, sahtekârlıkla güya helâlleşerek değil. Hatta hak sahibi kendisi ölmüşse eğer, varislerine ödeyeceksin. Ne demek kabirde beddua ederse… Bırak sen kabirdekinin bedduasını filan, üzerindeki hakkı ödemeye bak. Sana düşen bu. Ölen kişinin, müstesnalar dışında duası da bedduası da olmaz. Onun ameli kesilmiştir artık. Hem niye imansız gitsin ki o kişi? İman başka günah başka… İnançla ameli birbirine karıştırma! Günahlardan kurtulmanın yolları da bellidir. Allah’a karşı işlediklerin için nedametle / pişmanlıkla tevbe ve istiğfar edeceksin, kullara karşı işlediklerin için de haklarını ödeyip helalleşeceksin… Bunun bir başka yolu yöntemi yoktur.