Selamün aleyküm hocam. Size bazı ölçüler hakkında soru soracaktım. Misal günlük hayatta dışarıdan yeme hususu (evde yemek hazırlama imkanı varken) veya hoşa gittiği için market yiyeceği almak ya da yeni bir elbise almak ... Bunlar ne zaman ihtiyaç olur, ne zaman israf olur? Bazı arkadaşlar cimrilikle itham ediyor amansızca veya cinsellik konusunda eşimizle birlikteliğin bir ölçüsü var mı yahut sporun bir sınırı..? örnekler çok geniş oldu. Kısa bir malumat verirseniz sevinirim. Hayırlı, bereketli çalışmalar.

Sorun: HARUN. tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Sorularınıza isteğiniz üzre “kısa bir malumat” vermeye çalışalım:

İ‘tidâl, i‘tidâl, i‘tidâl

Yani her şeyde, her işte iyi ve hayırlı olan; orta yol, ortalama oluş, ortalama tarz-tavır ve davranış, aşırı olmama hâli, kısacası ölçülülüktür. İlmî tabiriyle ifratta da, tefritte de (aşırılılıklarda) hayır yoktur, hayır i‘tidâldedir.

***

Mevlâ-yi Zû’l-Celâl ve’l-Kemâl hazretleri Kur’an-ı Kerim’de, “İnnâ külle şey’in halaknâhu bi kader[Kamer suresi, 49]; yani, “Haberiniz olsun ki, biz her şey'i bir kaderle (bir ölçüye göre) yarattık” buyuruyor.

Bu husus sünnetullah’ta / Allah Teâla’nın kanunlarında böyle olduğu gibi, hayatın her safhasında biz kulları için de böyle olması gerekir. Bir şey helâldir-mubahtır diye ölçüsüz davranamayız. Daima ifrat ve tefritten sakınmalı, itidâl yolunu takip etmeliyiz. Meşrû olan amellerde-işlerde takip edilen yolun da meşrû, mâkul ve de ölçülü olması gerekir. Haddi aşan, ölçü tanımayan bir insanın yaptıklarında muvaffak olması, olumlu neticeler devşirmesi mümkün değildir.

Maneviyatta da sâlikin seyr u sülûkta mesafe alabilmesinin en önemli şartlarından biri; onun, dağınıklıktan kurtulması, câmiiyyet üzere olması, yani derli-toplu-ölçülü bulunmasıdır.

Avam mü’minler de hiç olmazsa israf olacak derecede savurgan, cimri denecek kadar sıkı / aşırı tutumlu olmamalıdır. Uygun olan, bu ikisi arasındaki ölçülü davranıştır, mûtedil hareket biçimidir.

Rivayete göre (selef-i sâlihin: geçmişteki iyi insanlar / sâlihler) diyorlardı ki: “Biz bir harama girme endişesiyle yetmiş helâli terk ederdik.” [Ebu Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, 2, 434]

Hadis-i şerifte ifade buyrulduğu gibi, “Helâl bellidir, haram da bellidir. Bu ikisinin arasında ise bazı şüpheli şeyler var ki, kim onlardan uzak durursa dinini ve ırzını / namusunu-şerefini korumuş olur.” [Buhari, Sahih, İman, 39; Müslim, Sahih, Müsakat, 109]

İmam Gazâlî (k.s.), Verâ(verâ ahlâkını) dört kısma ayırır:

Birincisi, kişiyi adâlet vasfından düşürmeyen mertebesidir ki, açıkça haram olduğu bilinen şeylerden uzak durmaktır.

İkincisi, şüpheli (haram ya da mekruh olma ihtimâli) olan şeylerden uzaklaşmaktır ki, sâlih kimselerin takvasıdır.

Üçüncüsü, harama düşme korkusuyla bazı helâl şeylerden uzak durmaktır ki, bu da müttakî kimselerin takvasıdır.

Dördüncüsü: Allah’tan başka her şeyi kalbinden çıkarıp atmaktır ki, bu da sıddîqların takvasıdır.  [İhyâu Ulûmiddîn,  2, 96]

***

Aslında cevabı tek kelimeyle yani ‘i‘tidâl’ ile bitirebilirdik. Biraz uzattık. Olsun… Umarım faydadan hâlî olmaz. Dilerseniz son noktayı İki Cihan Serveri Efendimizin (s.a.v.) bu mevzuyu hulâsa eden mübarek sözleriyle noktalayalım:

Hayru’l-umuri evsatuha: İşlerin hayırlısı (her işin-her şeyin en iyisi) ortasıdır.