Hocam hurmetler, tekrar geçmiş olsun, Rabbimiz sağlıklı-sıhhatli hayırlısından hazinesinden uzun ömür ihsan eylesin.

Bu arada bizim Mehmet senelerdir Mustafa hoca ile sana yalvarırdı; hocam ben orucu tutmasam, diye fetva isterdi. Çarşamba sabahı rahatsızlanmış doktora gitmiş, bu istemeden doktor şu ilaçları kullanacaksın, ilaçlar bitene kadarda oruç tutmayacaksın, demiş.

Hocam ayrıca iki sorum olacak.

Bizim Hafize’nin grubunda bir kadının yeni kız çocuğu olmuş, kadın çocuğu emziriyormuş amma, oruç tuttuğu için sütü yetmiyormuş, kadın da orucu iki gün yesem bir gün tutsam, kalanını sonra kaza etsem diyormuş.

Buna diğer hocalar olmaz diyorlarmış; eğer çocuk erkek çocuğu olsaydı olurdu, kız çocuğu olunca olmaz, diyorlarmış; böyle şey olur mu, benim aklım almadı.

Bir de bizim hoca arkadaşlar talebeler için iftar istiyorlar fakat ‘zekattan iftar olmaz’, zekatı ayrı verirsin iftarı ayrı verirsin diyorlar.

Malumunuz biz bu güne kadar verdiğimiz bütün menkulleri zekat niyetiyle veriyoruz.

Sene sonu gelince hesap yaıyoruz, zekatı artı mali cihadı düşüyoruz, kalanını da sadaka olarak niyet ediyoruz, bitiriyoruz. Halbuki siz mali cihadın sınırı yok diyorsunuz, mali cihatla iftar verilir mi?

Bu hususlarda bizi aydınlatırsanız seviniriz selamlar hayırlı geceler. (İsmi mahfuz bir okuyucu)

*******

Değerli kardeşim;

Hürmet bizden. Öncelikle samimi şifa dilekleriniz için şükranlarımı sunuyorum. Rabbim (c.c.), cümlemizin ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’in dertlerini-sıkıntılarını-ıztıraplarını gidersin, hastalıklarımıza hasarsız şifalar ihsan eylesin. Yegâne Şâfî o; ondan başka şifa verecek yok.

Mehmet’e de ayrıca geçmiş olsun, diyorum. Hayatta –malum– bazı şakalar zamanla gerçek oluyor-olabiliyor, demek onun da başına gelmiş. Kolay değil. Mübarek ayda herkes oruçlu iken tutmamak-tutamamak… Meşru mazeretin de olsa… Gerçekten inasana ağır bir psikolojik yük. Bana da aynı şeyi söylüyor doktor; ‘tutmasan iyi olur’ diyor ama, maalesef ben de tavsiyeye uyamıyor, oruca devam ediyorum. Hayırlısı bakalım… Şöyle düşünüyorum; 3 ayda iyileşeceksek, zarar yok 5 ayda düzelelim. Belki bir Ramazan ayına daha ya kavuşur ya da kavuşamayız! Bari bu mübarek ayın feyiz ve bereketinden azami derecede istifade ve istifaza etmeye gayret edelim. Rabbim yaptıklarımızı-yapacaklarımızı rızasına muvafık kılsın.

***

Hamilelik ve süt anneliği, fıkıhta, oruç tutmamayı mubah kılan özürler arasında zikredilir. Şöyle ki:

Ramazan’da hamile bulunan, ya kendisinin veya başkasının çocuğuna süt veren bir kadın, kendisine veya çocuğa bir zarar gelmesinden endişe ederse, oruç tutmayabilir, başlamışsa orucunu bozabilir. Sonra onu kaza eder. Ancak süt anneliği gerçekleşmiş olmalıdır, çocuğa süt verecek kendisinden başka bir kimse bulunmamalıdır. Yahut bulunduğu halde çocuk o diğer kadının memesini emmemelidir.

Bu husustaki delil, hasta ve yolcu üzerine kıyasla, şu hadis-i şeriftir: "Şüphesiz ki Allah azze ve celle, yolcudan orucu ve namazın yarısını, hâmile ve emzikli kadından da orucu kaldırdı." [Ebu Davud, Sünen, Savm, 44; Tirmizî, Sünen, Savm, 21; İbn Mâce, Sünen, Sıyam, 12; eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr" IV, 230]

Velhasıl; hamile hanımlar ve bebeğini emziren anneler, oruç tutmaya dayanamıyorlarsa, Ramazan ayı içinde oruç tutmazlar. Ramazan’dan sonra uygun bir zamanda tutamadıkları oruçlarını sıraya uymaya gerek duymadan kaza ederler.

Görüldüğü gibi burada bebeğin erkek veya kız olmasından söz edilmiyor.

***

İftar, zekat yerine geçmez. Zira zekat; zekâta ait malı, zekat niyetiyle, verilmesi gereken kişiye temlik etmektir, yani onun mülkiyetine-uhdesine geçirmek, tasarrufuna vermektir. O bakımdan, zekât verecek kimse, zekâta niyet ederek bir fakiri doyursa, temlik olmadığından zekâtını ödemiş sayılmaz. Nitekim Ömer Nasûhi Bilmen merhum da Büyük İslam İlmihali’nda bu hususu şöyle açıklamaktadır:

"Bir kimse, usûl ve fürûundan olmayan ve yalnız akrabalık yönünden nafakası üzerine düşen bir yetime (yoksula-fakire), zekât niyeti ile elbise yaptırsa veya bir yiyecek verse, (yani bunları ona temlik etse, eline-emrine verse), zekâtı yerine geçer. Fakat böyle bir yetimi (fakir ve yoksulu) kendi sofrasına alıp beraberce yedikleri yemeği zekâtına saymak isterse, (ki, iftar davetleri de iftarı verenin sofrası sayılır) bu İmam Ebû Yusuf'a göre caiz olursa da, İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e (rahımehumullah) göre caiz olmaz. Çünkü bu halde temlik bulunmaz.

"Zekatın, zekata ehil olan kimseye temlik edilmesi (mülkiyetine geçirilmesi) şarttır. Onun için fakirlere ikram olarak yedirilen yemek zekat sayılmaz.

"Yine, bir hayır işine harcanan para zekata sayılamaz.

"Zekat parası ile hac yaptırılamaz.

"Yine zekat parası ile ölülere kefen alınamaz veya borçları ödenemez. Fakat bir fakir, aldığı zekat parasını kendi rızası ile bu gibi hayır yollarına harcasa, bundan hem o fakir, hem de ona zekatı vermiş olan şahıs sevab kazanmış olur. 

"Ve yine, bir fakiri bir evde oturtmakla zekata saymak caiz olmaz. Çünkü bu bir temlik sayılmaz." [A.g.e., Zekâtı Ödeme Yolları, İstanbul 1966, s. 357, md. 90-91] 

Fetva da İmam-ı Azam ve İmam Muhammedin (rahımehumallah) kavli üzeredir.

***

Malî cihad da aynen zekat gibi farz bir ibadet olduğu için, iftar da onun yerine geçmez. Onda da temlik gerekir. İftar nafile bir ibadet, yani sadaka hükmündedir. Tabii bildiğiniz gibi önemli ve sevabı büyük bir sadaka…

Malî cihadın tabanı % 2,5, tavanı için sınır yok denilmesi, bu işin temelinin Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) ameline-uygulamasına dayandığı içindir. Biliyorsunuz; Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) emri üzerine cihad için herkes bir şeyler getirdi, o ise malının tamamını alıp Allah ve Rasûlünün emrine tevdi etti. Verdiklerinizin ne kadarını zekata, ne kadarını mali cihada, ne kadarını sadakaya ayırmak tabii ki sizin kararınıza kalmış bir şey. Ama aslolan, öncelikle farzların eda ve ifasıdır malumunuz. İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerinin beyanı ile, farzlar yerine getirilmedikten sonra nafileler âdeta bir hiç hükmündedir.