Bilindiği gibi Ayasofya, İstanbul’un fethinde, usûlden olduğu üzere şehrin büyük kilisesi olarak camiye çevrildi. O bakımdan Ayasofya’ya sıradan herhangi bir cami nazarıyla bakamaz, onu asla herhangi bir mescit gibi değerlendiremiyiz. O fethin sembolüdür. En kısa sürede mutlaka açılıp ezan ve namaz hasreti sonlandırılmalı, hüznü sürûra çevrilmelidir.

Mü’minler olarak şundan da eminiz ki; bu ibadete kapalılık ve müze hâli sürgit devam etmeyecek! Allah’ın izniyle ibadet-taat, tesbih-tahmid-tekbir-tehlil nidalarıyla inleyeceği, zikir ve tefekkür meclisleriyle ayağa kalkacağı günler yakındır. Sadece vakt-i merhununu beklemektedir. O an geldiğinde ise, buna kimsenin mâni olamaya gücü yetmeyecektir. Yeter ki bizler onu maddi ve manevi bakımdan ihyaya layık mü’minler olabilelim.

Unutulmamalıdır ki; Ayasofya’yı yeniden ibadete açıp mânen ihyâ etmek, o pâk ecdadın torunları olarak boynumuzun borcudur. Topyekün millet olarak bu borçla, bu vebâlle hayatiyetimizi daha fazla devam ettiremeyeceğimizin mutlaka şuur ve idrakinde olmalıyız artık. Ayasofya ve serüveni hakkında daha geniş bilgi için bkz.

http://halisece.com/sorulara-cevaplar/1228-ayasofya-camii-ibadete-acilacak-mi.html

http://halisece.com/sosyal-meseleler/1187-ayasofya-camii-sahte-imzayla-muzeye-cevrildi.html

***

Hz. Fatih’in Ayasofya için söyledikleri

Tarihçi Tursun Bey rahmetullahi aleyhin ifadesine göre, kubbeye kadar çıkan Fatih Sultan Mehmet Han (k.s.), binanın ve çevresinin harap görüntüsü karşısında, Şeyh Sâdi’nin (k.s.) meşhur Farsça beytini söylemiştir.

Şöyle ki:

Hz. Fatih Ayasofya’ya girdiğinde, “Vaktâ ki bu binây-ı hasıysanın tevâbi’ ve levâhikın harâb u yebâb gördü…Yani: Ne zaman ki bu kendine mahsus, başkalarında bulunmayan keyfiyet ve karaktere sahip binanın merkeze bağlı olan yerlerini / tamamlayıcı kısımlarını, lâhikaları / ekleri, yıkık-dökük ve vîran halde gördü… der ve Şeyh Sadî’nin (k.s.) şu meşhur Farsça beytini söylediğini nakleder:

Perde-dârî mî küned der tâk-ı kisrâ ankebût

Bûm-i nevbet mî zened der kal’a-ı Efrâsiyâb

Meali: Örümcek Kisrâ’nın penceresinde perdedârlık yapıyor / Baykuş Efrâsiyâb’ın kalesinde nevbet vuruyor/bekliyor. (Efrâsiyâb: efsanevî kral ve Turan kahramanı.)

Hz. Fatih Ayasofya’nın tahribini önlemiş, burada müezzinlerinden birine Ezân okumasını emretmiş… Müezzin ezan okuduktan sonra maiyeti ile beraber ilk namazı kıldıktan sonra camiyi kendi hayrâtının ilk eseri olarak vakfetmiştir. [Dukas, Bizans Tarihi, çev. VL. Mirmiroğlu, İstanbul Fethi Derneği, İstanbul Enstitüsü Yayınları, İst., İstanbul Mat., 1956, s. 184; Tursun Bey, Tarih-i Ebu’l-Feth, Haz. Mertol Tulum, İstanbul 1977, s. 64; Semavi Eyice, “Ayasofya”, DİA, s. 207; İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 1, İstanbul ts., s. 260

*** 

Bizans Tarihçisi Dukas’ın ‘Ayasofya’da Ezân’ Feryadı

Bizans tarihçisi Dukas, Ayasofya’da ilk Ezân’ın okunmasından ve ilk namazın kılınmasından duyduğu üzüntü ve ıztırabı şöyle dile getirir:

Adem-i meşrûiyetin veledi, Deccâl’in mübeşşiri, mihrabdaki mukaddes din taşının üstüne çıkarak, namazını kıldı. Nedir bu nekbet (talihsizlik)!

Heyhat (hayfa, yazık, çok yazık, ne yazık)! Nedir bu dehşet veren acîbe (acaiplik-enteresanlık), eyvah ne olacağız? Vay vay, neler görüyoruz? Altında havârîlerin ve şehitlerin mübârek bakiyeleri medfûn bulunan bu mukaddes mihrâb üzerinde bir Türk, bu mihrâbın üzerinde bir dinsiz!

Ey güneş titre! Allâh’ın kuzusu nerededir? Bu mihrâb üzerinde kurban olan, yenilen ve hiçbir zaman tükenmeyen Baba’nın Oğlu nerede?

Hakikaten fâsit bir neticeye vardık; günahlarımızdan dolayı bizim ibadetimiz, diğer milletlere nisbetle, hiç nazar-ı itibara alınmamıştır. Allâh’ın hikmeti nâmına bina olunan, Ekânim-i Selâse kilisesi, Büyük Kilise ve Yeni Sion adlarını almış olan bu mâbed, bu gün barbarların ibâdet yeri ve Muhammed’in evi adını aldı ve öyle oldu. Ey Cenab-ı Hak verdiğin hüküm âdildir!” [Dukas, a.g.e. ve çev., s. 184]

***

Ayasofya’ya en büyük zulmü Haçlılar yaptı

Ortaçağ’da yaşamış Fransız tarihçi Villehardouin, 1204 Haçlı yağmasını ‘Dünya yaratıldı yaratılalı bir kentten bu kadar çok ganimet kazanılmamıştır’ diye anlatır.

IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul yağmalanırken askerler kiliseye katırlarla ve Fransız bir fahişeyle beraber girerek âlem yaptılar...

Talana yetişemeyen Katolik askerler ise Ayasofya’nın şifalı olduğu, böbrek ve göğüs ağrılarına iyi geldiği söylenen sütunlarından parçalar kopartmaya giriştiler.

Ayasofya’da yapılan yağmanın miktarı o kadar büyüktü ki; yüklenen eşyaların ağırlığı altında hareket edemez hale gelip oldukları yere yıkılan katırlar da kılıçlarla parça parça edildi.

İstanbul’u işgâl eden Haçlı sürüsünde bulunan Robert de Clari Ayasofya’nın ‘yağma’ öncesi halini şöyle anlatıyordu:

Bu mâbedin bütün kapılarının kilit ve sürgüleri som gümüşten idi. Paha biçilemeyecek değerde olan mihrâbın yakınında ondört ayak uzunluğunda som altından bir ayin masası vardı ve bunun üzeri değerli taşlarla süslüydü. Mihrabın etrafındaki sütunlar da gümüştendi. Kilisede yer alan on kadar avizenin herbiri, insan kolundan kalın gümüş zincirlerle asılıydı…”

Buna karşılık Türkler İstanbul’u fethettikleri zaman Ayasofya’yı çırıl çıplak buldular. Anlatılmakla bitmeyen güzel mozaiklerinin çoğu; altın, gümüş ve değerli taşlarla süslü olan her şey, Haçlılar tarafından yağma edilmişti. Mâbed bakımsızdı. Nitekim bu durumu, onu fetih gününde gören Tursun Bey şu sözlerle anlatıyor:

Onun rahnesine taş koyacak bir mimar kalmamış, mâmur olarak sedece bir kubbesi kalmış... Padişah-ı Cihan bu binayi harâb ve yebâb (yıkık-dökük halde) görünce, ahir harap olmasın deyüp tamirini ve bakımını emretti.” Nitekim yukarıda etraflıca anlatıldı.

***

Ayasofya’da ilk ezân (m. 717)

İstanbul’un fethinden, Ayasofya’nın camiye çevrilmesinden önceki ilk ezân’ı da Fazilet takviminden okuyoruz. 

“Molla İdrîs-i Bitlisî’nin (r.aleyh) Tevârîh-i Âl-i Osmân kitabında şöyle geçer:

Emevî halîfelerinden Abdülmelik bin Mervân, oğlu Mesleme’yi (rahmetullahi aleyhima) büyük bir ordu ile Kostantıniyye’nin (İstanbul) fethine gönderdi. 

İslâm askeri uzun müddet muhâsara ettiyse de Kayser’in taht şehrinin surları sağlam ve askerleri de kalabalık olduğundan fetih mümkün olmadı. Bizanslılar çok zâyiat verdikten sonra Emir Mesleme’nin tek başına şehre girip Ayasofya’da bir kere ezan okuması şartıyla sulh yapıldı. Mal vesâir başka bir şey istenmedi. 

Mesleme, Ayasofya’ya girip yüksek sesle Ezân-ı Muhammedî okuduktan sonra Şam’a döndü.” [Nişancızâde, Mir’ât-ı Kâinât, (yayıncı, yayın yeri ve yılı, cilt ve sayfa no. belirtilmemiş); Fazilet takvimi, 1 Şubat 2016 Pazartesi, arka yazı

***

Bu büyük İslâm kumandanı Mesleme kimdir?

Emîr Mesleme,Emeviler sülalesinin ünlü kumandanlarındandır. Yukarıda da belirtildiği üzere Halife Abdülmelik bin Mervan'ın oğludur. İyi bir terbiye ve tahsil gördü. Muharip bir kumandan olarak yetiştirildi. Kardeşi halife Velid bin Abdülmelik (705-715) devrinde, 705 yılında Anadolu Kumandanlığına getirildi. Bu vazifedeyken Bizans İmparatorluğunun hâkimiyetindeki Erzurum ve Trabzon'u fethetti. 709'da Irak Valiliğine tayin edildi.

Kardeşi Halife Süleyman bin Abdülmelik (715-717) devrinde 715 yılında İstanbul Seferine memur edildi. Büyük bir İslam ordusuyla Ankara, Eskişehir ve Amuriyye'de Bizanslılarla kanlı muharebeler yaptı. Çanakkale'den Gelibolu ve Edirne'ye sonra İstanbul'a ulaştı. Kardeşi Süleyman da denizden gemilerle geldi. İstanbul Kuşatmasında Galata'yı ele geçirdiler. Bizans İmparatoru Leon korktu. Sonunda karşılıklı antlaşma imzaladılar.

Mesleme, Ayasofya'da [ezan okudu. H.E.] namaz kıldı [anlaşmada namaz şartı ve kılmak için kerahetten uzak, müsait bir yeri var mıydı, bilemiyoruz. [Bu mesele hakkında bilgi için bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/755-kilisede-namaz-kilinir-mi.html H.E.]

Haliç kenarında Arab ve Kurşunlu Mahzen camilerini yaptırdı. Şam'dan çok uzakta olduğundan halifelik merkezinden zamanında kuvvet alamadı. Bulgarlarla anlaşan Bizanslılar, Mesleme'ye ve ordusuna çok sıkıntı verdiler. Arap Camiinin bulunduğu yere, hastalık ve sıkıntıdan dolayı Kahır köyü denildi. Sonradan Karaköy denilmeye başlanıldı. Halife Süleyman bin Abdülmelik'in 717'de vefatıyla İslâm ordusu geri döndü. Bizanslılar anlaşmaya uymayıp, Mesleme'nin yaptırdığı camiyi bozdular. Kilise yaptılar. Osmanlı sultanlarından Dördüncü Murad Han (1621-1640) devrine kadar kilise kalıp, 1636'da yeri keşif olunarak mescide çevrildi. 1730'da Sâliha Sultan tarafından cami yenilendi.

İstanbul Seferi dönüşü İran Valiliğine getirilen Mesleme'ye daha sonraları Irak ile Horasan da verildi. 720'de Kayseri'yi zaptetti. 731'de Derbend'e kadar gidip, Hazarları yendi ve 732'de döndü. 740'da Şam'da vefat etti.[Bkz. Yeni Rehber Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi yayınları, 2. Baskı, 1993-1994]