Millet olarak hemen hepimizin bildiği bir gerçektir: Batı, özellikle de Fransızlar ve İngilizler siyasî alanda ayak oyunlarını çok severler. Bu entrikalara bizim kültürümüzdeki meşhur tabirimizle “Bizans ayak oyunları” da diyebiliriz, onların torunları olmaları hasebiyle... Tarih boyunca kendilerini güçlü, bizi güçsüz gördükleri zamanlarda hep bu oyunlara başurmaktan kaçınmamışlardır.

Fransızlar, bilhassa Osmanlı'nın son döneminde varlıklarını bizim üzerimizden ifadelendirmeye kalkışmışlardır. Bu tavırları, biraz da Fransız Kralı Fransua'nın Türk elçisinin eteklerini öptüğü Kanunî döneminden kalma bize karşı olan ezikliklerinden kaynaklanmaktadır.

Bu sebepledir ki Fransızlar; kendilerini güçlü, Osmanlı'yı güçsüz hissetttikleri zaman hemen harekete geçmişlerdir. Onların Osmanlı karşısındaki bu tutumu, kendini isbatlamak için mahallenin kabadayısına kafa tutmaya çalışan bitirim tiplere benzer.

Fransızlar, Osmanlının son dönemlerinde kendi varlıklarını isbat etmek, artık dünya sahnesinin kralı biziz, demek için, deyim yerindeyse, Osmanlı'ya bir deneme çekerler...

Plan dahilinde, meşhur yazarları Voltaire'in kaleme alıp senaryolaştırdığı; Muhammed yahut taassubisimli piyes Fransa'da sahneye konulur. Piyes, Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem'i güya küçük düşürmeye yönelik bir oyundur.

Abdulhamid Han rahmetullahi aleyh oyunun muhteviyatını duyar duymaz bulunduğu yerde elleri arkasında bağlı olarak dönmeye başlar... Biraz sonra divan kâtibini çağırtır. Hemen Fransız hükümetine yazılmak üzere bir metin kaleme almasını emreder.

Metin, zehir zemberek ifadelerle doludur. Abdulhami Han metinde, sahnelenmekte olan piyesin gösterimine derhal son verilmesini, aksi halde bunun bir siyasî mesele yapılacağını tehditvâri ve net bir dille ifade eder.

Bu uyarı, derhal tesirini gösterir ve Fransızlar oyunun gösterimini hemen durdururlar.

Sözün kısası; 'Hasta Adam' dedikleri Osmanlı'nın hasta hâli bile Fransızları korkutmaya yeter.

Fakat bir müddet sonra, oyunun ikinci perdesi sahneye konulur. Piyes bu sefer de İngiltere’de oynanacaktır. Abdulhamid Han, Fransızlara çektiği ültimatomun aynısını bu defa İngilizlere çeker... İngilizlerin kendilerine güveni Fransızlardan daha fazladır.

İngiliz Hükümeti; geç kalındığını... biletlerin satıldığını... Esasen böyle bir müdahalenin vatandaşlarının hürriyetlerine tecavüz (günümüz diliyle: özgürlüklerini kısıtlamak) olduğunu ve oyunu engelleyemeceğini belirtir.

Sultan Abdülhamid Han rahmetullâhi aleyh, bu cevap üzerine âdeta küplere biner! Bu sefer son derece kararlıdır. İngiltere Hükümetine gönderdiği ikinci ültimatomda mealen şunlar yazılıdır.

‘Müslümanların halifesi olarak, ‘İngilizler, Peygamberimizi karalayıcı hakaretler ediyorlar’ diye İslâm Âlemi’ne fermân / bildiri göndereceğim! Büyük Cihad ilan edeceğim! Dünyayı başınıza yıkacağım!’

Bu, öylesine bir meydan okuyuştur ki; İngilizlerin ödü kopar!.. Onlar da Fransızlar gibi apar topar piyesi sahneden çekiverirler...

Bu ültimatom verildiğinde, İngiltere yeryüzünün en kudretli devleti, 'üzerine güneş batmayan' krallığı... Osmanlı ise Batı'nın gözünde en zayıf zamanlarını yaşayan bir 'Hasta Adam'dır. [Remzi Kuşçular, Abdulhamit’in Feryadı, Kutlu Doğum Özel sayısı, 2006]

Bakalım, asırlar boyu sahnelenen bu oyunun galibi kim, kaybedeni kim olacak? Zaman, gerçek resmin önündeki sis perdesi gibidir... Sis çekilir, resim netleşir. Bekleyip göreceğiz.

Yazıda ismi geçen Volter'den de kısaca söz etmemiz gerekir herhalde. O da, öyle büyük düşünür filan da değildir aslında. Adına düşünce ürütelmiş / uydurulmuş bir ateisttir.

Dilerseniz bu noktada sözü, basın ve medya dünyamızın renkli simalarından ironik üslûbiyle Engin Ardıç'a bırakalım, ondan dinleyelim Volter'in kim olduğunu...

Voltaire şaklabanları

"Konu, Voltaire. Fransız düşünürü ve yazarı. (Kendisi aynı zamanda çorap fabrikatörüydü!)
Günümüzde okunan bir yazar değildir, Fransız okullarında “çocuklara eziyet olsun” diye zorla okutulur. (Bir o, bir de Jean-Jacques Rousseau denilen modası geçmiş sahtekâr... Bilmez miyim? Geçer not alana kadar anam ağlamıştı.)

“Fakat Voltaire'in bir lafını mürekkep yalamış hemen herkes bilir:

'Düşüncelerinize karşıyım ama onları özgürce savunabilmeniz için canımı vermeye hazırım!' Montesquieu okuyan zengin kızları da herhalde biliyorlardır....

“Düşüncelerimi savunabilmem için ölmeye hazır olduğunu beyan edip sonra da beni işimden kovdurmaya çalışan bile vardır...

Şimdi şapa oturacaklar...

“Çünkü efendim, Voltaire böyle bir lâf etmemiş!

“Vallahi bilmiyordum, dün öğrendim.

Bunu, 1935 yılında Evelyn Beatrice Hall adında bir hatun kişi uydurmuş... (Kendisi S.G.Tallentyre takma adıyla da yazarmış.)

Biz okumadık, okumayı da düşünmüyoruz; ‘Voltaire'in Hayatı’, ‘Voltaire'in Dostları’, ‘Voltaire'in Mektupları’ gibi eserleri varmış.

“Bu lâfı, uzmanı olduğu ‘Voltaire'in düşünce tarzına bir örnek’ diye uydurmuş... Bunu da açık seçik belirtmiş... Yani kadıncağızın kabahati yok aslında...

“Kabahat, bu sözün üstüne sazan gibi atlayıp onu Voltaire'in kendisi söylemiş gibi pazarlayan şamşırıklarındır.

“Bakalım şimdi ne yapacaklar?

“Ne yapacaklar, hiçbir şey olmamış gibi yerli yersiz tekrarlamaya devam edecekler.” [SABAH Gazetesi, 22 ARALIK 2011, PERŞEMBE]