İstanbul, sadece Türkiye’nin değil, dünya coğrafyasının gözbebeği…

Süleyman Peygamberin (a.s.) bu şehri kurmak için seçtiği mekân… Kurdun kuşun, insin cinnin, bütün canlıların yeryüzünde bir hafta boyunca gezip dolaşıp bulabildiği en güzel yer, Boğaz’ın gerdanlığındaki inci; Sarayburnu. Şehrin ilk kurulduğu yer...

Şairlere, yazarlara, edebiyatçılara ilham kaynağı, Kur’an’ın ifadesiyle “belde-i Tayyibe/güzel belde”.

Napolyon’a göre, “Dünya tek bir devlet olsaydı, başkenti İstanbul olurdu”.

Hisseden, görebilen, bakmasını becerebilen insan için her köşesi tarih, kültür, sanat, estetik kokan bir kent.

İstisnasız bütün insanlığın hayranlık duyduğu şehir.

Malum, “Güzelin talibi çok olur”. Değişik zamanlarda çeşitli milletler tarafından pek çok defa kuşatılmış… Harplere-darplere, yağmalara-istilalara maruz kalmış.

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.), rivayete göre Mi’rac dönüşü semadan bu “güzel belde”yi görmüş… ve bu kutlu şehrin bir gün Müslümanlar tarafından fethedileceğini, onu fetheden kumandanın ne güzel kumandan, askerinin de ne güzel asker olduğunu müjdelemiş. (Buhârî, Tarihu’l-Kebîr, 2, 281)

Bu müjdeye mazhar olabilmek isteyen Müslümanlar adeta yarışa girmiş, onlarca kerre muhasara edip bu güzel coğrafyaya ve o güzel övgüya sahip olmaya çalışmışlar. Öyle ki, seksen küsur yaşına rağmen, Efendimiz’in (s.a.v.) mihmendarı, İstanbulumuz’un manevi sahibi Ebu Eyyûb el-Ensarî (r.anhü'l-Bârî) o kuşatmalardan birine iştirak etmiş… ve bu uğurda şehit olmuş.

Ancak fetih, ilahi takdir gereği Hacı Bayram Veli’nin (k.s.) buyurduğu gibi, Fatih-Akşemseddin (k.esrarahüma) ikilisinin önderliğindeki güzel askerlere kısmet oluyor. Hepsini rahmetle yâd ediyor, şefaatlerini ümid ediyoruz.


***

 

FETHİN 554. YILDÖNÜMÜ.

İstanbul, bundan tam 554 yıl önce böyle bir mayıs ayının 29. günü atamız Sultan II. Mehmed Hân (k.s.) ve askerleri tarafından fethedilmişti... (Rahmetullâhi aleyhim ecmaîn)

Bizler de, bu pâk ve güzel ecdadımızın bize “emanet” ettiği bu güzide şehre layık mukimler olma yarışında -tabir caizse- nal toplamamalıyız.

Emanet” dedim… Çünkü emanetin değeri madde ile ölçülemez, korunması dikkat ve hassasiyet ister.

Eski hukukumuzda “el-Emânetü lâ tuzman: Emanet ödenmez” diye bir kaide/kural vardır.

Şu demek:

Emanete herhangi bir şekilde bir zarar verilirse, bu zarar maddi olarak tazmin edilmez-edilemez. Emanette aslolan, itina ile onun hakkına riayet ederek korumak, kollamaktır.

Bizim görevimiz-sorumluluğumuz bu emaneti gelecek nesillere en iyi şekilde teslim edebilmek olmalıdır. Yoksa bir mirasyedi gibi gönlümüzün istediği gibi tasarrufta bulunmak olmamalıdır. Buna hakkımız yok.


***

 

İÇ VE DIŞ FETİH

Evet, İstanbul dışarıdan fethedilmiş; zamanın şartlarına göre içeriden de en mükemmel tarzda imar ve inşa edilmiş… Ama hayat devam ediyor. Hem mevcutların en iyi şekilde korunması, hem de yeni ve kalıcı eserlerin bu güzel şehre kazandırılması lazım. Onun için diyoruz ki;

İstanbul şehircilik planında bir fetih bekliyor… Mimar-mühendis vd. fatihlerini gözlüyor…

İstanbul sosyo-ekonomik ve kültürel açılardan yeni fetihlere âmâde… Taşradan sürüklenip gelen çirkinliklerin yerini, güzelliklere bırakmasını; “İstanbulluluk” şuurunun/bilincinin yeniden canlanıp filizlenmesini, kök salıp meyvelerini teşhir etmesini/sergilemesini bekliyor. İlim ve irfan yuvalarının dolup taşmasını, hem kemiyet hem keyfiyet yönüyle tekâmülün idamesini istiyor.

Ekonomik açıdan baktığımız zaman İstanbul, gerek iç ve gerekse dış turizmi teşvik edip kendisini canlandıracak fatihlerini gözlüyor. Dünyanın bir numaralı Açık Hava Müzesi durumunda olan İstanbul’da, neden bir “kültür turizmi” patlaması olmasın!

Hepsinden önemlisi bu zarf (İstanbul), mazrufunun (sakinlerinin) tıkanan gönüllerini fethedecek biz sevdalılarına kucak açıyor. Hedefimize düşün, hem zarfın hem de mazrufun fatihi olmaktır. Başta resmi ve sivil toplum kurum ve kuruluşlarımız olmak üzere tüm vatandaşlarımızın yapması gereken, bu bedeni tedavi ederken ruhunu tahrip etmemektir. Biri varsa öbürü bir mânâ ifade eder… Ne insansız şehir, ne de şehirsiz insan düşünülebilir.
***

KONGRE MERKEZİ

İstanbul; ilmi çalışmaların müzakere edildiği, teknolojik gelişmelerin tartışılıp konuşulduğu, ticari ve sınai görüşmelerin-anlaşmaların yapıldığı, her nevi sosyal ve kültürel faaliyetlerin sahnelendiği bir dünya “kongre-turizmi” merkezi olmaya aday… Hem de bir numaralı aday!

Bunu görmemek, hissedip anlamamak için bırakın kalbi, insanın beş duyudan da yoksun olması gerek.

İstanbul’da yaşayanlar olarak bizler, özellikle de yönetim kadrosunda bulunanlar, bunun şuurunda/bilincinde olmaları ve bu tablonun gerçekleşmesi yönünde hedefe ulaşmak için bütün benliğiyle geceli-gündüzlü büyük bir gayretin-çabanın içinde olmamız lazım.


***

 

SONUÇ

Kısacası fetihlerin, olumlu gelişmelerin devamı için Fatih’in torunlarına ihtiyaç var. Onlar da bu ülkede mebzul.

Öyleyse ne duruyoruz! Buyrun, hep birlikte iç bünyedeki manevi tıkanıklıkları fethetmeye-açmaya… İlim ve irfan yuvalarının kemiyet ve keyfiyetini yüceltmeye... Manialar varsa, ki hep vardır ve olacaktır, onları da by-pas etmeye… Allah'ın izniyle azmin karşısında kim durabilir!

Hasılı, İstanbul’u aşk derecesinde sevmeliyiz. "Aşıka Bağdat uzak değildir." Hiçbir problem de çözümsüz olamaz. İnşaallah bütün engeller aşılır; eskimeyen yenilere, yeni eskimeyen eserler eklenir.
***

İstanbul, bugünkü haliyle bile maddi ve manevi açıdan görmeye-gezmeye-yaşamaya, hatta uğrunda ölmeye değer bir şehir... Lütfen bu şuuru kaybetmeyelim ki, ona, gereken ilgiyi de ihmal etmeyelim.

Bu en içten duygu ve düşüncelerle İstanbul’da oturan herkesi bu güzel şehri sevmeye, ona iyi davranmaya ve gözümüz gibi bakmaya davet ediyorum.

Belki haddim değil ama, burada oturan bir fert olarak buna hakkım olduğunu düşünüyorum.

 

{tortags,478,1}