Halis ECE
Bilindiği üzere ru’yetullah, yani Allâh’ın Cemâli’ini görmek dünyada değil âhirette olacaktır.
Rasûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) Mi’rac’daki görüşü de, dünya âleminde olmamış, âhiret yurdunda vâki olmuştur.
Nitekim, Rasûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) , “Sen kelâm ilminde (akâidle alâkalı hususlarda) müctehidlerdensin” müjdesine muhâtap olan, hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî es-Serhendî (k.s.) hazretlerinin, bu husustaki sual-cevap tarzındaki izahları şöyledir:
“Sual: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat söz birliği etmiştir ki, dünyada Allah Teâlâ’yı görmek vâki olmamıştır. Hatta, Ehl-i Sünnet ulemâsının pek çoğu, Hâtemü’r-rusül ve’r-risâle(1) (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) Efendimiz’in Mi’rac gecesi, Rabbini görmediği fikrindedirler. Huccetü’l-İslâm İmâm Gazâlî (k.s.) dahi, “En doğrusu, Resûlüllah (s.a.v.), Mi’rac gecesi Rabbini görmedi” demiştir. Fakat sen, risâlelerinde, Resûlüllah Efendimiz’in dünyada Rabbini gördüğünü söylüyorsun. Bunu nasıl izahedersin?
“Cevap: Rasûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) Mi’rac gecesi Rabbini görmesi, dünyada değil, âhirette vâki olmuştur.
“Rasûlüllah Efendimiz, Mi’rac gecesi zaman ve mekân dairesinden çıkıp imkân darlığından da kurtulunca, bir anda ezel ve ebedi buldu. Bidâyet (başlangıç) ve nihayeti bir noktada gördü. Hatta, Cennet'e binlerce sene sonra girecek olanları cennette gördü. Abdurrahman b. Avf (r.a.), ashâb-ı kirâmın fukarâlarından beş yüz sene sonra cennete girecektir. Resûlüllah Efendimiz onun, cennete beş yüz sene sonra gireceğini de gördü; bu gecikmenin sebebini dahi sordu.
“İşte bu makamdaki görmek; âhirete ait görmektir, uhrevîdir. 'Dünyevî ru’yet' denilmesi, mecaz yolludur, zâhire binâendir; yani, dünyadan gidip gördüğü ve yine dünyaya döndüğü için öyle denilmiştir. Her şeyin doğrusunu en iyi bilen Allah Teâlâ’dır.”(2)
Velhâsıl mü’minler, Allâh Teâlâ’yı Cennet'te keyfiyetsiz (nasıl olduğu anlaşılmaz bir vaziyette) ve misilsiz (eşsiz ve benzersiz) olarak, yani bilinmez ve idrâk edilmez bir halde görürler. Zira keyfiyetsiz olanla alâkalı görmek de, tabii ki keyfiyetsiz olur. Belki gören, keyfiyetsiz olandan yani Allah Teâlâ’dan bolca nasiplere nâil olur ki, keyfiyetsiz olanı (Allâh’ı) görmeye güç yetirsin.
RU’YETULLÂH’IN HAKİKATİ NEDİR?
Ru’yetullâh’a yani Allah Teâlâ’nın Cemâli’ni görmeye inananlar, âhirette hiç şüphesiz bu saâdete nâil olacaklardır. İnkâr edenlerin ise nasibi, elbette ki mahrûmiyettir.
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki; ru’yetin hakikati, bu dünyada rûhunu sülûk ve urûc(3) yoluyla hakîkat-i salât(4) mertebesine çıkaran ehass-ı havâs(5) zümresine açılır ve bildirilir.
Hadîs-i şerifte bildirilen, “Namaz mü’minin mi’râcıdır” mübârek sözünün hakikati, bu kimseler için doğru ve geçerlidir. Hakîkat-i salât makamı, sülûk mertebelerinin nihayetidir, ilerisi ise vücûb mertebesidir.
Eğer bir kimse bu âlemde Allâh’ı görmenin hakikatini anlamak isterse, rûhunu bu makama çıkarmalıdır. Aksi takdirde Kitap ve sünnet ile sâbit olan ru’yete, bildirilen şekliyle iman ederek bu işin nasıl olduğunu araştırmamalıdır. Çünkü bu hakikati münâsip olan tarzda anlamak, ancak bu sûretle mümkündür... En sağlam yol budur.(6)
DİPNOTLAR
(1) Mânâsı: Peygamberlerin ve peygamberliğin sonuncusu.
(2) el-Mektûbât, 1, 283.
(3) Kısaca sülûk ve urûc; Allâh’a vâsıl olmak, Hakk’a ermek için hakiki bir mürşidin-rehberin öncülüğünde ve kontrolünde çıkılan mânevî yolculuğun adıdır.
(4) Hakîkat-i salât, namazın hakikati demektir ki; kulun namazda, kalıbının yanında kalbiyle ve diğer lâtîfeleriyle de bir bütün olarak huzûru İlâhî’de bulunduğunun şuurunda olmasıdır.
(5) Ehass-ı havâs; üstün vasıflara sahip bulunun kişiler, dinî ve mânevî hayatlarını en mükemmel şekilde yaşayan tasavvuf erbâbı, ârifler, seçkinler demektir.
(6) Salâhuddin ibnü Mevlâna Sirâcüddîn, Mektuplar ve Bazi Mesâil-i Mühimme, s. 102.