S.a Hocam

Hocam dinimizde insan öldürmenin caiz olduğu durumlar varmıdır günümüz türkiye şartlarında mesela iki aile arasında çıkan kavga sonucu birinin ölmesiyle karşı tarafın o aileden birini öldürme hakkı varmı geçenlerde bizim kaldığımız ilde iki aile arasında kavga çıktı tabi duyduğumuz kadarıyla borçlu aile alacaklı aileye tuzak kurup kalabalık bi şekilde alacaklılara saldırmışlar alacaklılardan biri kalbinden 2-3 bıçak darbesi almış kalbi durmuş ama ecel gelmedimi ölmüyor işte  borçlu taraf öldürme niyetiyle bıçağı saplamış demekki ve sonra borçlu aile borçlarını ve fazlasını verelim demiş ama alacaklı aile sizden biri ölmeden bu iş kapanmaz demiş yani kısacası öldürme hakkı var mıdır.

ALLAH razı olsun.

ALLAH'ın bereketi rahmeti hepimizin üzerine olsun.

*******

Ve aleyküm selam.

Evet, İslâm hukukunda insan öldürmenin caiz olduğu yerler vardır; fakat bunlar arasında kan davası yoktur. Meşrû olan hükmü de, önüne gelen kendi eliyle uygulayamaz. Bunu infaz edecek olan devlettir. Davayı hukuka havale etmek gerekir. Aksi halde kaos oluşur, curcuna kopar, toplumda huzur ve sükûnden eser kalmaz… Dolayısiyle İslâm’da, bir taraftan biri öldü, öbür taraftan da birinin öldürülmesi gerekir deyip adam öldürmeye cevaz yoktur. Madem karşı taraf belli bir noktaya gelmiş; en güzeli oturup anlaşmak, sulh olup barışmaktır. Böylece bu son derece kötü ve bir o kadar da tehlikeli duruma noktayı koymak, nihayet vermektir. Kur’an-ı Kerim’de “…sulh hep hayırdır (anlaşıp barışma daha hayırlıdır)…” [Nisâ suresi, 128]  buyrulmaktadır. Bu tehlikenin / felaketin önü ancak böyle alınabilir. Yoksa sürgit devam eder gider. Dinimiz buna asla cevaz vermez. Bu aynen ‘yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar’ fasit felsefesinin devamı olur. Bunun ne insanlıkta ne de İslâm’da yeri vardır! Kaldırılan cahiliyye âdetlerindendir.

Hâsılı, öldürme hakkını infaz edecek olan devlettir, kısası uygulama mercii odur. Aksi halde kişi, katil olur ve bunun cezasını da hem bu âlemde hem de öbür âlemde çeker! O devlet yoksa da, mevcut hükümlere uymak gerekir.

***

Hadis-i şeriflerde, kişinin ancak üç durumda ve kaadı / hâkim kararıyla öldürülebileceği bildirilmiş ve şöyle buyrulmuştur:

"Müslümanın kanı ancak üç şeyden birisi ile helâl olur: Zina eden evli, cana karşılık can, dinini terkeden ve İslâm toplumundan ayrılan kimse." [Bu hadisi İbn Mes'ud (r.a.) rivâyet etmiştir. Buhârî, Sahih, Diyet, 6; Müslim, Sahih, Kasâme 25; Ebû Davud, Sünen, Hudud, I; Tirmîzî, Sünen, Hudud, 15]

Başka bir rivâyet de şöyledir: "Kişinin kanı üç durumda helâl olur: İmandan sonra kâfir olan yahut evlilikten sonra zina eden yahut da haksız yere bir cana kıyan kimse."

Katlin ve intiharın haramlığı hususunda çeşitli hadisler nakledilmiştir: "Bir mü’minin öldürülmesi, Allah katında, dünyanın sona ermesinden daha büyük bir hadisedir."

Yine Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) Vedâ Hutbesi'nde bütün kan dâvâlarını kaldırdığını beyan buyurdu. İlk olarak kaldırdığı kan dâvâsı da kendi yakını idi:

"Ey insanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz Mekke nasıl mukaddes bir şehir ise; canlarınız, mallarınız, namus ve şerefiniz de öylece mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur."

"Ashab'ım! Yarın Rabb'inize kavuşacaksınız ve bugünkü her hâl ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız."

"Ashab'ım! Câhiliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvâsı Abdülmuttalib'in torunu Rebia'nın kan dâvâsıdır." [Buhâri, Sahih, İlim, 37; Hacc, 132; Hudûd, 9; Müslim, Sahih, Hacc, 147; Tirmîzî, Sünen, Fiten, 6]

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) 1400 küsûr yıl önce kan davasını kaldırmış iken, bugün "Kan davası" adı altında yaşanan adam öldürmeler cehaletin, İslâm'dan uzaklaşmanın neticesi değil de nedir? Cehalet o seviyeye gelmiş ki, bazan hatta çoğu zaman hiçbir suçu olmayan nice insanlar bile katilin akrabası diye öldürülüyor, öldürülebiliyor...

***

Kasden öldürmenin cezası hakkında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kasden öldürmede kısas vardır. Ancak, maktulün velisinin affetmesi halinde durum değişmektedir."

Yani İslâm hukukuna göre, başkasını kasden öldüren kişi, maktulün akrabaları tarafından affedilmedikçe ona kısas uygulanması gerekir.

Kasden adam öldüren kimse âsî ve fâsık olur. Onun işi Allah'a kalmıştır. Hz. Mevlâ dilerse ona azap eder, dilerse bağışlar.

***

Şâfiî mezhebi, öldürmenin hükümlerini farz, haram, mekruh ve mubah olmak üzere 4 kısma ayırır:

a- Farz: Mürted (dinden çıkan)'ın tevbe etmediği ve düşman savaşçısının İslâm'a girmediği yahut cizyeyi vermediği zaman öldürülmesi farzdır.

b- Haram: Kanının dökülmesi caiz olmayan masum kimsenin öldürülmesi haramdır.

c- Mekruh: Bir kimsenin, kâfir olan hasmını Allah'a ve Rasûlüne sövdüğü zaman onu öldürmesi mekruhtur.

d- Mubah: Kısas tatbik edilecek kimseyi veya devlet başkanının savaş esirini öldürmesi mubahtır. Çünkü o maslahata göre öldürüp öldürmemekte serbesttir. Nefis müdafaası için saldırganı öldürmek de mubahtır. Dört büyük mezheb imamı ise, öldürmenin mubah olduğu halleri şu şekilde sıralarlar:

- Bir kimse yabancı birisinin evine girdiğini ve yabancı bir erkeği karısı veya yakın akrabası ile zina ederken görse onu öldürmesi helâldir. Katile kısas gerekmez.

- Zina, erkekle kadının rızası sonucu oluşmuşsa Hanefî ve Hanbelîlere göre kadının kocası onları suçüstü yakalaması halinde her ikisini de öldürebilir.

- Eğer erkek, kadını zinaya zorlamışsa kadının bu erkeği öldürmesi mubah görülmüştür.

Ancak, bütün bu uygulamalar, İslâm ahkâmının cârî ve mer’î olduğu yer ve yerler için geçerlidir. Yoksa olmaz. Zira mevcut hükümlere göre, öldüren İslâm hukuku bakımından haklı bile olsa, maalesef farklı şekilde cezai müeyyidesi vardır ve kişi kodesi boylar… Onun için çok dikkatli ve hassas davranmak ve kafamıza göre bir takım icraatlara girişmekten son derece sakınmamız lazımdır.

***

N e t i c e

İslâm öncesi bir cehalet dönemi âdeti olan ‘kan davası’, İslâm'ın adalet ve hukuk düzeninden uzak toplumlarda yeniden ortaya çıkmış ve güvenlik probleminin yanında büyük sosyal ve ekonomik zararlara da yol açacak boyutlara ulaşmıştır. Bunun başlıca sebebi, suç ile ceza arasındaki eşitsizlik ve cezanın adalet duygusunu tatmin etmekten uzak oluşudur.

Bir insanı haksız yere ve kasıtla öldüren bir kişinin birkaç yıl sonra ortalıkla dolaşması, insanda ister istemez intikam duygularını harekete geçirmekte ve adaleti ferd olarak şahsen gerçekleştirmeye itmektedir. Ve katilin öldürülmesi ile başlayan kan davası, bütün tedbirlere rağmen sona erdirilememektedir.

Biraz önce de belirttiğimiz gibi ‘kan davası’, sosyal, psikolojik ve sosyo-ekonomik boyutları olan, kökü cahiliye dönemine dayanan insanlıkdışı vahşice bir uygulamadır. İnsanların huzur ve güvenini bozan, birçok zulüm ve haksızlıklara sebep olan bu kötü âdet ve illet, ülkemizin özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin kanayan ve canlılığını koruyan içtimai bir yarasıdır. Bu uygulama ayrıca mahkeme, güvenlik, hastane, hapishane gibi pek çok kuruma aşırı yükler getirerek; geride binlerce çocuğu, kadını çaresiz ve bakıma muhtaç bırakarak devlete de ağır faturalar ödetmektedir. Dolayısıyla kan davalarını ortadan kaldırmak, hem devletin hem de bütün sivil toplum kuruluşlarının temel bir vazifesi olmalıdır.

Hasta olmamak yani hastalığı doğuran sebeplerden kaçınmak (koruyucu hekimlik tedbirleri), tedavi olmaktan daha önemli olduğu gibi, suçların işlenmesini önlemek de, işlenen suçların tahribatını düzeltmekten daha mühim ve daha kolaydır. Onun için, gittikçe yaygınlaşan ve toplum hayatını tehdit eder hale gelen kan davalarını önlemek için, âmil sebeplerin ortadan kaldırılması gerekir. Bu noktada devletin, basın ve medyanın, ilim adamlarının ve din âlimlerinin azamî gayreti göstererek, hatta işbirliği yaparak halkı şuurlandırmaları ve onların problemleri ile yakından ilgilenmeleri lazımdır.

Bu çerçevede, kan davalarının çokça olduğu bölgelerde, yeni iş sahaları açmak, mevcut olanları geliştirmek, eğitim ve öğretimi yaygınlaştırmak, sosyal faaliyetler düzenlemek, hutbe ve vaazlarla halkı aydınlatmak gibi faaliyetlerle bu dehşet saçan probleme acilen çözüm bulmak zaruri hale gelmiştir. Ayrıca öldürme fiillerine caydırıcı cezaların düzenlenmesi ve mevcut cezaların uygulanmasını engelleyen ve problemin daha da büyümesine sebep olan haksız afları çıkarma politikasından da mutlaka vazgeçilmelidir.

Bu problemin çözülmesinde, saygın ve karizmatik kişiliği olan zevattan, özellikle kanaat önderleri ve maneviyat büyüklerinden faydalanmak gerekir. Bu şahsiyetlerin, kan davalarının önlenmesinde ciddi bir tesire sahip olduklarının bir vâkıa olduğu göz ardı edilmemelidir.

Balığın suya ihtiyacı olduğu kadar insanların da huzurlu ve güvenli bir ortama ihtiyacı vardır. Herkesin, her kuruluşun, özellikle devletin bunu temel bir vazife telâkki ederek bu alanda bütün imkânlarını seferber etmelidir. 

Go to top