Selamün Aleyküm abi,

Öncelikle nasılsınız iki olmanızı yüce Allahtan niyaz eder,sağlıklı uzun ve hizmet dolu bir ömür geçirmenizi dilerim.

Abi,ilim yolunda bir kardeşiniz olarak izninizle bir kaç soru sormak istiyorum;

1- Geçenlerde bir arkadaşım telefon mesajı olarak Hazreti Ali Efendimize ithafen :

“Çocuklarınızı, kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştirin.” sözünü göndermiş.

Sorum şu abi  Hazreti Ali Efendimizin bu sözü sahih midir? Bu sözün açıklaması nedir ve çocuk yetiştirilmesinde zamana nasıl uyacağız?

2- Peygamber Efendimiz (s.a.v.) İstanbul'un ikinci defa fethiyle alakalı bir hadis-i şerifi varmıdır, ikinci fetihin nasıl olacağını izah edebilirmisiniz?

Selamlarımla... İsmail İsmaile - gmail

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Teşekkür eder, güzel dualarınıza mukabil hayır-dualar ederim.

1. “Çocuklarınızı, kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştirin.” sözünün sıhhati ve mefhumu hususunda tereddüt edecek bir şey olmasa gerek. Hafızam beni yanıltmıyorsa, yıllar önce Hz. Ali (r.a.) hakkındaki bir risalede de gördüğümü hatırlıyorum.

Açıklamasına gelince…

Hz. Ali (r.a.), “Çocuklarınızı, kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştirin.” anlayışı içinde ufukları tarayacak, ilmi ve hikmeti arayacak nesiller yetiştirmemizi tavsiye ediyor bizlere...

“Oğul atayı geçmezse işler yürümez.” diyor Yusuf Has Hâcib.

“Her insanın, kendisinden yüz sene sonrasının planını yapması lâzım...” diyor Hz. Mevlânâ.

Binaenaleyh gelecek nesillerin, gelecek yüzyılların hesabını yapacak her Müslüman; çocuğuna o göz ve gönülle bakacak, işine-eşine, dostuna-ahbabına, her şeye… Ve aynada kendisine o göz ve gönülle bakacak Allah için... Dünyaya neden ve niçin gönderildiğini unutmayacak asla!

Mevlânâ Celaleddîn-i Rumî hazretlerinin büyüklüğünün sırrına bakarken, babası Bahâüddin Veled hazretlerinin yanında annesi Mü’mine Hatun’a da çok dikkat etmek gerek. İşte Mevlânâ’yı büyük yapan ince bir sır, annesinin ağzından yavrusunun ruh dünyasına şöyle giriyor:

- Babandan daha çok oku evladım! Evladı annesini ve babasını geçmeyen hiçbir millet yükselemez!

Dünyadaki problemlerin yarınlara uzanan çözümündeki sonuç alıcı en önemli hareket noktalarından, olmazsa olmazlarından birisi bu.

Bu çağda çocuk yetiştirmenin en kritik ve en hassas noktalarından biri; içinde yaşanılan zaman dilimini iyi okumak ve geleceği görebilmektir.

Bunun yolu ise öncelikle seçici ve şuurlu bir okuma, araştırma ve müşahededen / gözlemden geçiyor. Çünkü çocuğun okul ve arkadaş ortamında yaşadığı dünyayı, yükselen-yükseltilen değerleri-değersizlikleri, çekildiği alanları, düşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu yeni tuzakları, problemleri, büyük fırsatları ve ihtiyaçları bilmeden ona ne kadar yardımcı olabilirsiniz?

Her mü’min çocuğunu en iyi kıvamda yetiştirmeye çalışmalı…

1- Zekâ seviyesi ve kabiliyetleri (yetenekleri) yönüyle;

2- Özellikleri; çalışkanlık, azim, sabır, sebat, metanet vb. cihetleri bakımından;

3- Hâli itibariyle, yani ellerini açtığında duâsı âdeta reddolunmaz ve girdiği her yerde güzel ahlâk örneği bir çocuk, bir genç olarak yetiştirmek suretiyle…

Görüldüğü gibi, en iyi yetiştirme yolu herkese açık; illâ da yüksek zekâ ve kabiliyet / yetenek şartı yok.

Hz. Ali (r.a.), asırlar öncesinden yolu gösteriyor: “Çocuklarınıza hedef gösterin...” diyor.

Çocuğun kendisine ve insanlığa gerçekten faydalı olması, ortaya çok değerli bir insan çıkması için, o hedefin büyük olması yanında faydalı da olması, “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” Nebevî anlayışı içinde, insana yakışan o duygu ve düşüncenin çocuğa mutlaka ama mutlaka verilmesi gerekir.

Bu büyük hizmet yalnız annelerin-babaların, eğitimcilerin, hocaların vb. omuzunda değil; gücü yettiği oranda herkesin vazifesidir. Kur’ân-ı Kerim’e, Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) ve tarihimize baktığımızda bu mevzuda çok güzel örnekler görürüz. Bu cümleden olarak;

- Hz. Meryem’i kim yetiştirdi? Teyzesinin kocası Zekeriyya aleyhisselâm.

- Musa aleyhisselâmı kim korudu? Firavun’un zahirde eşi Hz Âsiye validemiz.

Evet o gözle bakarsak, bütün çocuklar, aslında bir bakıma bizim çocuklarımız gibidir. Tesisini istediğimiz iyilikler, güzellikler dünyasını kurmaya aday tertemiz fıtratlarla gönderilmiş cevherler ki, mücevhere çevirmek, Allah Teâla’nın bize lûtfettiği en güzel vazifelerdendir. Keşke kıymetini tam olarak idrâk edebilsek... Onları yetiştirme merkezli yaşayabilsek...

Zaman bulmaya gelince; tarihin en yoğun ve zamanı en değerli şahsiyeti olan Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.), çocuklarına ve torunlarına ayıracak zaman bulmuşsa, herkes bulabilir… Kimsenin zamanı onun kadar yoğun ve değerli olamaz… “Arayan ve aramasında ısrar eden bulur.”

***

Günümüz dünyasında nasıl bir çocuk, nasıl bir genç yetiştirmeliyiz

a. Zekâsı ve kabiliyetleri işlenerek, her alanda âdeta rekabet edilemez şekilde fark oluşturan üstün maharetler / beceriler kazanmış;

b. Severek fikir üreten ve çok yönlü düşünen;

c. Ürkeklik, çekingenlik ve içine kapanıklıktan uzak, kendini rahatlıkla ifade edebilen, sorumluluk şuuru yüksek, medenî cesareti üst seviyede, kendisine verilen potansiyelin farkında ve kendine güven (özgüven) sahibi, gayet cesur ve hayata mütebessim gözlerle bakan;

d. İhtiyaç olan her türlü özel bilgiyi özümsemiş / kendine mâl etmiş;

e. Günlük hayatta ihtiyaç olan basit pratik bilgi ve maharetlere / becerilere sahip;

f. Sporla yeterince iç içe;

g. İslâmî, insanî, ahlâkî ve manevî değerlerle dinamik anlamda mücehhez; insanlığa faydalı olma arzusuyla yanıp tutuşan, insanlığa insanlığı hâkim kılma sevdasını yaşayan;

h. İçe dönük muazzam bir düşünce derinliğiyle beraber dışa karşı muhteşem bir açıklık içinde;

i. Dünya ile yarışıp rahatça öne geçecek âdeta rekabet edilemez harika çocuklar ve gençler yetiştirmek!

Arayan ve aramasında ısrar eden bulur.” ve “Kolaylaştırın, güçleştirmeyin; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” anlayışıyla hareket edip çileye talip olan dert sahipleri, gerçekten isteyenler, yeterince isteyenler bu güzel özelliklerin nasıl kazandırılacağını da bulur.  

O ümidin, o hayâlin gerçekleşmesi için hiş şüphesiz canımızı-ruhumuzu da fedaya hazırız!

Dert o, ümit o, sevda o! [Ahmet Maraşlı, Tefekkür, Tarih, Medeniyet ve Düşünce Dergisi, 04.09.2013, “İnsanlığın hasretini çektiği nesiller nasıl yetiştirilir?” başlıklı makaleden iktibas]

***

Sahib-i zaman (k.s.) hazretleri ise bu husustaki vazife, tavsiye ve tatbikatlarını şu enfes sözleriyle hulâsa etmişlerdir:

Bizim vazifemiz, batağa düşmüş olan ümmeti bataktan kurtarmak... Gaye rıza-i ilahidir.”

Bizler de, zât-ı âlileri tarafından bu vazifeyle muvazzaf memurlarız. O halde çocuklarımızı da geleceğe hazırlarken, tek gayemiz gene rızâ-i ilahi olmalıdır.

***

2. “Peygamber Efendimizin (s.a.v.) İstanbul'un ikinci defa fethiyle alakalı bir hadis-i şerifi var mıdır, ikinci fetihin nasıl olacağını izah edebilir misiniz?”

O yönde rivayetler vardır. Çok merak ediyorsan araştırır bakarsın, dedikten sonra mevzuya bir nebze temas edebiliriz.  

Pâk ceddimiz Sultan II. Mehmed (k.s.) hazretleri, hükümdar olduktan bir müddet sonra Edirne’de âlimler ve amirlerle, memleketin ileri gelenleriyle istişare ederek, İstanbul’un fethi hususunda fikir alış-verişinde bulunuyordu. Müşavere hey’etinde Molla Hüsrev, Molla Gürânî ve Akşemseddin hazretleri gibi büyükler de vardı. Müzakere sırasında meclisteki âlimler, ağırlıklı olarak görüş ve kanaatlerini şu istikamette ortaya koymuşlardı:

Ashab-ı Kiram’dan itibaren nice hükümdarlar ve kumandanlar İstanbul’un fethine teşebbüs etmişler, fakat muvaffak olamamışlardır. Bazı hadis rivayetlerinde, Kostantıniyye (İstanbul) fethinin Benû Asfar ile yapılan bir savaştan sonra Rasul-i Ekrem’in (s.a.v.) soyundan olan bir zat (Hz. Mehdî) tarafından tesbih ve tehlil desteğiyle fetholunacağı haber verilmiştir. Binaenaleyh, İstanbul’un fethi Mehdî’nin işidir.” [Benû Asfar’la ilgili hadislere bkz. Özellikle Kıyamet’le alakalı olanlara. Rumlar, Romalılar, hatta Ruslar diyenler de var. Bizans üzerine yapılan Tebük seferini incelerseniz bir kısım münafıkların neden sefere katılmadıklarını izah için ‘Kadınlara za‘fiyetimiz var. Benû Asfar’ın kadınlarını görüp fitneye düşeriz’ mealinde bahaneler ileriye sürdüklerini görürsünüz.]

Sultan Mehmed’in (k.s.) danışma meclisindeki âlimler bu çerçevede görüş bildirmek suretiyle, İstanbul fethinin Sultan Fatih zamanında mümkün olmayacağını ileri sürüyorlar, Padişahı böyle bir teşebbüsten vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Ancak mevcut rivayetlere daha farklı ve tutarlı bir te’vil / yorum getiren Akşemseddin hazretleri, hey’ette hâkim olan kanaatin aksine şu görüşü sunmuştur:

“Önce Kostantıniyye’yi Sultan Mehmed fetheder, daha sonra bir zaman gelir Benû Asfar (Sarı oğulları) İstanbul’u işgâl eder. Mehdî’nin fethi ise bu hadiselerden daha sonrasıyla ilgilidir.” [Bkz. Emir Hüseyin Enisî, Menakıb-ı Akşemseddin; Ali İhsan Yurd, Akşemseddin, s.134.]

***

Meselenin bir başka izahı da şöyledir:

Fahr-i Âlem (s.a.v.) Ashâb-ı güzîne sohbet sırasında suallere cevap verirken, Ebû Zerr (r.a.) irtihal-i Nebî’den sonra zuhuru beklenen fitneleri sormuştu. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) de, ‘Dehmâ fitnesi, Vehmâ fitnesi ve Summün, Bükmün, Umyün fitneleri zuhur ederek, ehl-i- İslâm’a saldıracaklar” buyurmuştu. Üstâzünâ Süleyman Hilmi Tunahan Efendi (k.s.) hazretleri bu üç fitneyi şöyle açıklamışlardır:

Dehmâ fitnesi, Hz. Ali ve Hz. Muaviye (r.a.) arasında vaki ihtilaf veya İslâm âlemini yok etmek için yapılan Haçlı Seferleridir. Bunlar kılıçla def edilmiştir. Vehmâ fitnesi, İstanbul’un fethiyle bertaraf edilen Bizans’tır. Sultan Fatih’in Ehl-i Kur’an ordusu bu fitneyi def etmiştir. Summün, Bükmün, Umyün fitneleri ise, bir kısmı geçmiş, bir kısmı gelmekte, bir kısmı da gelir. Bu fitneler Zikir ve Râbıta nûrlarıyla def edilecektir.” [Bkz. Ali Erol, Hatıratım, s. 51-52]

Go to top