Hocam İsrail askerlerinin filistinli müslümanlari katletmesinin üzerine filistinli müslümanlarin buna intihar saldirilariyla (sivil insanlara) mukabele etmesi dinen nedir? (Kemal)

*******

Değerli kardeşim;

Soru oldukça kritik ve sürekli gündemde olan bir mesele olması hasebiyle detaylı olarak ele alınması gerekiyor. Dileyen dilediği kadarını okur, vakti ve tahammülü olan da tamamını okur.

Bilindiği üzere İslâm’da cihad, yaşanılan devrin şartlarına ve icaplarına göre yapılır... Hazırlıklar da ona keza… Ayrıca cihadın iki de önemli kavramı vardır; şehit ve gâzi… Batılıların literatürlerinde "şehadet" kavramı olmadığından, Müslümanların cihad esnasında şehadeti göze alarak gerçekleştirdikleri fiil ve hareketleri onlar, "intihar" olarak adlandırıyorlar. Bizim basın ve medyamızdaki yanlışlıklar zinciri de esas itibariyle buradan kaynaklanıyor. Ya da bir başka ifadeyle cehaletten…

***

İşgal edilen vatanını savunmak, ırz-namus ve mukaddesatını korumak için kimilerinin "intihar eylemi", kimilerinin de "şehadet eylemi" dediği hareket tarzından başka bir imkânı bulunmayanların, bu davranışının hükmü mevzuunda günümüz araştırmacıları da farklı görüşler benimsemiş görünüyor.

Bazıları bu fiilin adına, "intihar eylemi" denmesinin yanlış olduğunu, bunun kesinlikle "şehadet eylemi" olduğunu, üzerine basarak ifade etmeye çalışıyor. Ve diyorlar ki;

Çanakkale savaşında siperlerin birbirine çok yakın olması dolayısıyla, siperden ilk çıkanların vurulacağı yüzdeyüz bilindiği halde Mehmetçik, hücum emriyle birlikte siperden fırlamakta tereddüt etmemiş, arkadan gelenlerin kendi cesetlerine basarak ilerlemesine zemin hazırlamak için ölüme koşmuştu…

Şunu hatırdan çıkartmamak lazım; İsrail'de sivil-asker ayrımı yok gbidir, hemen herkes askerdir. Oraları ziyaret edenler bunu böyle olduğunu bilir, yakinen şahididirler. Dolayısiyle "sivillere saldırı" ifadesi tamamen bir kandırmacadır.

***

Günümüzde bir eyleme "şehadet eylemi" denebilmesi için aşağıdakilere benzer şartların bulunması gerektiğini öne sürenler de vardır:

1. Fiilî bir savaş hali bulunmalı ve savaş iki ordu arasında geçmelidir.

2. Saldırıyı düzenleyen kişi, mutlak anlamda ölüme gitmemeli, yani ölmek için gitmemelidir.

3. Ölümü, düşman eliyle gerçekleşmelidir. [Prof. Dr. Hikmet Yüceoğlu, Yeni Ümit Dergisi, Ocak/Mart-2004, "Terör Kıskacında Şehitlik Arayışı" başlıklı makale]

Bu makalede, “Fıkıh âlimlerinin;

- Bir kişinin, neticede kurtulacağı ümidini taşıması durumunda veya bu ümidi taşımasa bile düşmana zarar vermesi…

- Morallerini bozması…

- Arkadaşlarına cesaret aşılaması…

- Kendinde bir güç hissetmesi…

- Esir olup işkence altında bazı sırlar vermekten endişe duyması gibi durumlarda çok sayıda düşman kuvvetinin içine dalması ve onlara saldırması caizdir" dediği nakledildikten sonra, yukarıdaki üç maddenin neye göre tesbit edildiğini anlamak, gerçekten zor, hatta imkansız!

***

Mezhep imamlarımızdan İmam Muhammed (rh.), es-Siyeru'l-Kebîr'de (I, 1512) şöyle der:

"Eğer bir Müslüman, kendilerini hezîmete uğratma veya kılıçtan geçirme arzu ve düşüncesiyle bin kişiye saldırsa, bunda bir beis yoktur. Çünkü Sahabe'den (r.anhum) birçok kimse Uhud günü Rasûlullah’ın (s.a.v.) huzurunda böyle yapmış; O da (s.a.v.) onlardan herhangi birinin bu davranışını kınamamış… Onlardan bazısı böyle yapmak için kendisinden izin istediğinde de, onu şehitlikle müjdelemiştir. Eğer o kişide düşmanı hezimete uğratma veya kılıçtan geçirme arzu ve düşüncesi yoksa bu durumda onların arasına dalması mekruh olur."

Yine İmam Muhammed (rh.) şöyle der: "Eğer düşmanı kılıçtan geçirme arzu ve düşüncesi ile değil, arkadaşlarını düşman üzerine saldırmaya cesaretlendirmek maksadıyla onların arasına dalar ve bu davranışından düşmanın kılıçtan geçirilmesi durumu ortaya çıkarsa, inşaallah bunda bir beis yoktur."

İmam es-Serahsî (rh.) bu ifadeleri şöyle açıklar: "… Aynı şekilde onun bu fiili düşmanın gönlüne korku salar ve aralarına çözülme sokarsa bunda bir beis yoktur. Çünkü bu, düşmanı kılıçtan geçirmenin en üstün yoludur. Ayrıca onun bu davranışında müslümanlar için menfaat vardır. Bu çeşit bir menfaat hasıl etmek için herkes canını ortaya koyar."

***

“Şehadet eylemleri” için düzenli ordu ve karşılıklı savaşan iki devlet şartı koşmanın pratik bir anlamı bulunup bulunmadığı üzerinde düşünmek gerekir.

Çünkü mesela Irak-Filistin-Suriye ve sair pek çok yerde bu şartların hiçbir anlamı yoktur. Orada işgale direnmek için düzenli ordu teşkilini beklemek, "kaytarmak"tan başka bir anlam ifade etmez. Kaldı ki düşman size derlenip toparlanma fırsatı tanımıyorsa, elinizde başka hangi alternatif vardır?

“Şehadet eylemi”nden başka tercihi/seçeneği bulunmayanların; mukateleye fiilen katılmayan sivillerin, çocuk, kadın ve yaşlıların zarar görmemesine dikkat etmesinin de bir zorunluluk olduğunu belirtmek gerekir.

*****

Aşağıda sîretten, bir insanın cihad esnasında kesin şekilde öldürüleceğini bildiği halde, Müslüman tarafın maslahatı/yararı veya karşı tarafın zayıf düşürülmesi için bir harekete/eyleme atılmasıyla ilgili örnekler ve fıkıh alimlerimizin bu mevzudaki görüşlerini nakletmeye çalışacağız.

Allah (c.c.) bir ayeti kerimede şöyle buyuruyor: "Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar. Onlardan kimi (Allah yolunda şehid edilmek suretiyle) adağını yerine getirdi, kimi de (şehid olmayı) beklemektedir. (Ahidlerinde) hiçbir değişiklik yapmamışlardır." [Ahzab suresi, 33/23]

Bu ayetin nüzul sebebiyle ilgili olarak, Buhari, Müslim, Tirmizi ve daha başkalarının Enes ibn Malik’ten (r.anhum) rivayet ettiklerine göre, Hz. Enes’in amcası Enes ibn Nadr (r.a.) Bedir savaşında bulunamayınca: "Rasûlullah’ın (s.a.v.) girdiği ilk çarpışmada bulunamadım. Eğer Allah bana Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte bir çarpışmaya katılmak nasip ederse, mutlaka nasıl (kahramanca) hareket edeceğimi görecektir" dedi. Bu kişi Uhud savaşında şehid edildi. Bu savaşta öldürülünceye kadar kahramanca savaştı. Bedeninde kimi gürz, kimi kılıç, kimi de ok yarası olmak üzere seksen küsur yara görüldü. Bu ayeti kerime de onun hakkında indirildi. [Bu konudaki rivayeti Buhari, Cihad, 12; Tefsir, Ahzab suresi tefsiri, 3; Tirmizi, Ahzab suresi tefsiri, 2,3'de rivayet etmiştir]

Dikkat edilirse ayetin metninde Cenab-ı Hak, Allah yolunda şehid oluncaya kadar çarpışmayı adayanlardan ve bu adağını yerine getirenlerden övgüyle söz etmektedir ki, bu onların intihar edenler gibi olmadıklarını gösterir. Ayetin nüzul sebebiyle ilgili rivayet de, şehid olmayı göze alarak kahramanca çarpışmanın övgüye değer bir amel olduğunu ortaya koyuyor. Fakat bilmek gerekir ki, cihadın gayesi ölmek değildir. Ama düşmanın zayıf düşürülmesi veya İslam kuvvetlerinin bir zarardan korunması mücahitlerden birinin veya birkaçının öldürülmesiyle ancak mümkün olacaksa bundan dolayı bazılarının kendilerini şehadete atmaları intihar değil aksine büyük bir kahramanlıktır. Aşağıda vereceğimiz rivayetler de bunu ortaya koymaktadır.

***

Müslim'in (rh.) naklettiği bir hadise göre Enes ibn Malik’in (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.) Uhud gününde ensardan yedi ve Kureyş'ten iki kişiyle birlikte yalnız bırakıldığında, müşriklerin onun üzerine ok yağdırmaları ve kendilerine doğru yaklaşmaları üzerine: "Bunları kim bizden uzaklaştırır, onun için cennet vardır -yahut- o cennette benim arkadaşımdır" diye buyurdu. Bunun üzerine ensardan bir adam öne geçti ve öldürülünceye kadar çarpıştı. Sonra yeniden üzerine ok atmaya başladılar. Rasûlullah (s.a.v.) tekrar: "Bunları kim bizden uzaklaştırır, onun için cennet vardır -yahut- o cennette benim arkadaşımdır" diye buyurdu. Bunun üzerine ensardan bir adam öne geçti ve öldürülünceye kadar çarpıştı. Bu şekilde tam yedi kişi şehid oluncaya kadar devam etti. Daha sonra Rasûlullah (s.a.v.) yanındaki iki sahabisine: "Arkadaşlarımıza insaf etmedik" diye buyurdu." (İmam Nevevi, Müslim Şerhi'nde hadisin sonundaki: "Arkadaşlarımıza insaf etmedik" ibaresini şu şekilde açıklamıştır: "Yani Kureyşliler, ensara insaf etmedi. Kureyşliler çarpışmaya çıkmazken ensardan olanlar teker teker çarpışmaya çıkarak şehid edildiklerinden böyle denmiştir.")

Bu olayda dikkat edilirse yedi sahabi Rasûlullah’a (s.a.v.) zarar gelmesini önlemek için müşriklerin üzerine atılmış ve geleceği kesin olan bir ölüme kendilerini atarak müşriklerin Rasûlullah’a (s.a.v.) yaklaşmalarını engellemişlerdir.

Kurtubî (rh.) Tefsir'inde bu olaydan, cesaretli bir kimsenin yalnız başına da olsa ölümü göze alarak kalabalık bir düşman grubunun arasına dalıp onlara zarar vermesinin caiz olduğu hükmünü çıkarmıştır.

***

Enes ibn Malik’ten (r.a.) rivayet edildiğine göre Bedir'de müşrikler Müslümanlara yaklaşınca Rasûlullah (s.a.v.): "Genişliği göklerle yer kadar olan cennet için kalkın" diye buyurdu. Ensardan Umeyr ibnu'l-Humam: "Genişliği göklerle yer kadar olan bir cennet mi ey Rasûlullah?" dedi. Rasûlullah (s.a.v.): "Evet" dedi. O da: "Tamam, tamam" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): "Seni "tamam, tamam" demeye yönelten ne oldu?" diye sordu. O da: "Vallahi, oranın (o cennetin) ehlinden olma arzusundan başka bir şey değil, yâ Rasûlullah!" dedi. Rasûlullah (s.a.v.): "Sen oranın ehlindensin!" diye buyurdu. (Umeyr) sonra heybesinden birkaç hurma çıkardı ve onları yemeye başladı. Ardından: "Ben eğer bu hurmaları yiyinceye kadar yaşarsam bu uzun bir hayat olur" dedi ve yanındaki hurmaları attı. Sonra öldürülünceye kadar onlarla çarpıştı." [Bunu Müslim, İmare, 145'te rivayet etmiştir]

İmam Nevevi (rh.), Müslim Şerhi'nde bu hadisle ilgili açıklamasında şöyle der: "Buradan bir kişinin kafirlerin birliklerinin arasına dalmasının ve kendisini şehadete atmasının caiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu hareket ilim adamlarının büyük çoğunluğuna göre caizdir ve hiçbir keraheti yoktur."

***

Taberî Tefsiri'nde rivayet edildiğine göre Ebu İshak, Bera ibnu Azib’e (r.a.): "Bir adam yalnız başına düşmandan bin kişilik bir grubun içine dalarsa, Hz. Allah'ın: "Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın" derken kastettiği kimselerden olur mu?" diye sordu. Bera (r.a.) da şöyle cevap verdi: "Olmaz. Öldürülünceye kadar çarpışsın. Allah, peygamberine: "Allah yolunda savaş. Sen sadece kendinden sorumlusun." [Nisa suresi, 4/84] diye buyurdu."

Burada Bera (r.a.), söz konusu ayeti fetvasına delil gösterirken şunu demek istemiştir: "Allah Teala Peygamberine (s.a.v.): "Sen sadece kendinden sorumlusun" diyerek yalnız başına bile kalsa Allah yolunda çarpışması gerektiğini ona bildirmiştir." Ayrıca rivayetten şunu anlıyoruz: "Bir kişi yalnız başına kalabalık bir düşman grubunun içine daldığında onlarda bir şaşkınlık ve dağınıklık meydana getireceğini, bu arada içlerinden birkaç kişiyi öldürebileceğini ve böylece düşman tarafına zarar verebileceğini, ama buna rağmen öldürüleceğini biliyorsa bu eylemi yapabilir."

İşte bu bir istişhadî eylem yani şehadeti göze alarak gerçekleştirilen eylemdir. Geçmişte bu tür eylemler bir mücahidin kılıcını alarak düşman kuvvetlerinin arasına dalması suretiyle gerçekleştiriliyordu. Bugün de vücuduna bomba bağlayarak veya arabasına bomba yerleştirerek düşman kuvvetlerinin arasında patlatması suretiyle yapılıyor. Esasta benzerlik, şekilde ise farklılık söz konusu. Şekilde farklılığın kıyasın geçerliliğini ortadan kaldırmayacağını çünkü çağın şartlarına ve gereklerine göre şekilde farklılık olabilir. Eğer cihad uygulamalarında sadece esasta değil şekilde de aynılık ararsak bugün toplarla, otomatik tüfeklerle ve benzeri savaş aletleriyle cihad etmeyi caiz görmememiz gerekir.

***

Ebu Davud, Nesaî, Tirmizî, İbnu Hibbân ve Hakîm'in (rahımehumullah) rivayet ettiğine göre Eslem ibn Yezid (r.a.) şöyle demiştir: "İstanbul'daydık. Birden karşımıza Bizans kuvvetlerinden büyük bir asker birliği çıktı. Bu arada bir mücahit Bizans güçlerinin arasına daldı. Ta ortalarına kadar girdi. Sonra aralarından sıyrılıp çıktı. İnsanlar bunu görünce: "Subhanallah! Bu adam kendini tehlikeye atıyor" dediler. Bunun üzerine Ebu Eyyub el-Ensari (r.a.) şöyle dedi: "Ey insanlar! Siz bu ayeti (yani "kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" [Bakara suresi, 2/195] ayetini) böyle mi yorumluyorsunuz. Bu ayeti kerime biz ensar topluluğu hakkında inmiştir. Allah İslam'ı kuvvetlendirince ve destekçileri de çoğalınca biz kendi aramızda gizlice: "Mallarımız zayi oldu. Allahu Teâla da zaten İslam'a güç kazandırdı. Artık mallarımızın başında durup da onlardan zâyi olanları düzeltsek" dedik. Bunun üzerine Hz. Allah bize cevap olarak bu ayet-i kerimeyi indirdi. Burada tehlike ile kastedilen savaştan geri kalarak malların başında durup onları düzeltmeye çalışmaktır."

İlim adamları bu rivayetten yola çıkarak bir kişinin öldürüleceğini bilse bile düşman birliklerine zarar vermek için onların saflarına dalmasının caiz olduğunu söylemişlerdir. İlim adamları bu hadisin şerhinde şöyle demişlerdir: "Şayet bir kişinin hücumu son derece cesaretinden doğuyorsa ve bununla düşmanı korkutacağını yahut Müslümanları düşmanlara karşı teşvik edeceğini veya buna benzer sahih bir maksat umuyorsa bütün âlimlerce bunun iyi bir şey olduğu tasrih edilmiştir." [Bkz. Nimet-i İslâm'ın İslâm mecmuası tarafından yapılan baskısına konulan "Cihad bölümü" ilavesi, sh. 948]

***

Bir rivayette bildirildiğine göre, Müslümanlar İran tarafına doğru sefere çıktıklarında Müslümanların atları İranlıların fillerinden ürktü. Bunun üzerine Müslümanlardan bir mücahit, çamurdan bir fil yaptı. Sonra kendi atını o file alıştırdı. Daha sonra atıyla İranlıların fillerine doğru saldırıda bulundu. Etrafındakiler: "Onlar seni öldürürler" dediler. O da: "Müslümanlar fetih gerçekleştirecek olduktan sonra benim öldürülmem önemli değil" dedi.
Bu olayda da dikkat edilirse bir mücahit, İslam ordularının önündeki önemli bir engeli ortadan kaldırmak için kendini şehadete atıyor. İşte bu da bir “istişhadî eylem”dir.

***

Yemame olayında, Hanife oğulları kaleye sığınınca Bera ibn Mâlik (r.a.) arkadaşlarından kendisini bir tulum içine koyarak kalenin duvarından içeri bırakmalarını istedi. Onlar da öyle yaptılar ve tek başına kalenin içine girip düşman kuvvetleriyle çarpışarak içerden kale kapısını açmayı başardı ve böylece Müslümanlar kaleye girdiler.

Bu olayda da Bera ibn Malik’in (r.a.) Müslümanların kaleye girmelerini sağlamak için şehadeti göze alarak bir eylem yaptığı görülüyor.

Sireti ve genelde İslam tarihini incelediğimizde bu olayların benzeri birçok şehadet eylemi gerçekleştirildiğini görürüz. Ulubatlı Hasan'ın yaptığı da bir “istişhadî davranış” değil midir? Ulubatlı Hasan sırf Osmanlı bayrağını düşman surlarına asabilmek için kendini şehadete atmıştır. Onu bu fiilinden dolayı sürekli övgüyle anıyor, yaptığı hareketi/eylemi büyük bir kahramanlık olarak zikrediyoruz da, günümüzde bir mücahidin gerçekleştirdiği benzer bir eylem karşısında neden: "Öyle şey mi olur, bu bir intihardır" diyoruz, diyebiliyoruz. Lütfen sürekli başkalarını çifte standartçılıkla suçlarken kendi değerlendirmelerimizde aynı hataya düşmemeye de gayret edelim.

Aslında İslam tarihinden, “istişhadî davranışlar” daha pek çok örnek gösterilebilir. Ama sözü bu rivayetlerle uzatmak kanaatimizce gereksiz. Meselenin anlaşılması ve yapılanın delilsiz olmadığının bilinmesi için bu kadarının yeterli olacağını sanıyoruz. Şimdi ilim adamlarının konuyla ilgili görüşlerine ve fetvalarına bakalım:

***

İbnu Arabi (Muhyiddin İbn Arabi k.s. değil fıkıh alimi İbnu Arabi rh.) bir kişinin kalabalık birdüşman grubuna saldırıda bulunması hakkında şöyle demiştir: "Bana göre doğru olan bunun caiz olduğudur. Çünkü bunda dört husus vardır: Birincisi: Şehadeti istemek. İkincisi: Düşmana zarar vermek. Üçüncüsü: Müslümanları onlara karşı cesaretlendirmek. Dördüncüsü: Düşmanları moral yönünden zayıflatmak. Çünkü onlar: "Bu bir kişi böyle yaparsa hepsi birden neler yaparlar!" diye düşüneceklerdir."

Bir kişinin kalabalık bir düşman topluluğuna saldırıda bulunması demek İbnu Arabi'nin (rh.) yukarıda zikrettiği gayeleri ve İslam kuvvetlerinin yararına düşman kuvvetlerinin zararına olacak daha başka gayeleri gerçekleştirmek için kendini şehadete atması demektir. Çünkü bir kişinin kalabalık bir gruba saldırıda bulunmasının sonucunun o bir kişinin öldürülmesi olacağı kesindir. Yukarıda da zikrettiğimiz gibi geçmişte bu tür şehadet eylemlerinin kılıçla gerçekleştirilmesi bugün bombayla veya benzeri şeylerle gerçekleştirilemeyeceğini göstermez.

***

Mâlikî mezhebi alimlerinden Kasım ibnu Muhaymere, Kasım ibnu Muhammed ve daha başka fakihler (rahımehumullah), Allah için halis niyetle olması ve kişinin kendinde bir güç olduğunu hissetmesi halinde bir kişinin kalabalık bir düşman birliğine saldırmasının sakıncalı olmadığını söylemişlerdir.

***

Şevkani de Neylu'l-Evtar'da düşmana esir olmak istemeyen bir Müslümanın öldürülünceye kadar çarpışmasının caiz olduğunu söylemiştir. Bazı ilim adamları da düşmana esir olduğu takdirde kendisine işkence edileceğinden dolayısıyla bu işkence altında Müslümanların sırlarını verebileceğinden endişe duyan bir kişinin kendini ölüme atmasının intihar sayılamayacağını ifade etmişlerdir. Bu yöndeki fetvalar kişinin kendini ölüme atmasının her zaman intihar hükmünde olmadığını, bu konuda niyet ve gayeye bakılması gerektiğini göstermektedir.

***

Ünlü tefsir âlimi Cassas'ın (rh.) Ahkamu'l-Kur'an, C.1, sh. 309'da naklettiğine göre Hanefi alimlerinden Muhammed ibnu Hasan eş-Şeybani şöyle demiştir: "Eğer sonuçta kurtulabileceğini veya öldürülse de düşmana zarar verebileceğini tahmin ediyorsa bir kişinin bin kişiye karşı saldırı gerçekleştirmesinde sakınca yoktur... Sonuçta kurtulamayacağını hatta düşmana da bir zarar veremeyeceğini ama Müslümanlara cesaret kazandıracağını, böylece onların kendisini örnek alarak düşman karşısında aynı cesaretle çarpışacaklarını hesap ediyorsa yine de saldırıda bulunmasında bir sakınca yoktur. Allah'ın izniyle bu hareketinden dolayı sevap alacağını umarım."

***

Ebu Hamid el-Gazali (k.s.), İhya'da, bir Müslümanın öldürüleceğini bile bile bir düşman birliğine saldırmasının caiz olduğunda ihtilaf olmadığını bildirmiştir.

***

İmam Nevevî (rh.) de cihad esnasında belli bir gaye için kişinin kendini tehlikeye atmasının caiz olduğunu söylemiştir. Nevevi'nin şehadet eylemleriyle ilgili açıklamasını yukarıda vermiştik.

***

Beyhaki de Sünen'inde, Avf ibnu Afra ile Umeyr ibnu Humam'ın Bedir'de, Enes ibnu Nadr'ın Uhud'da ve Bera ibnu Malik'in (r.anhum) Yemame'de yaptığı hareketleri delil göstererek bir kimsenin kendini şehadete atmasının veya şehadeti göze alarak bir eylem düzenlemesinin caiz olduğunu bildirmiştir.

***

Kurtubî (rh.) Tefsir'inde, Allah'ın (c.c.): "İnsanlardan öyleleri de vardır ki, canlarını Allah'ın rızasını kazanma yolunda feda ederler" [Bakara suresi, 2/207] ayetini bir kimsenin düşmana zarar vermek veya Müslümanlara güç kazandırmak amacıyla kendisini şehadete atmasının caiz olduğuna delil göstermiştir. [Bkz. Kurtubi Tefsiri, 3, 21]

***

Mâlikî alimlerinden Ebu Abdillah Muhammed ibn Ahmed (rh.) bir kimsenin kalabalık bir düşman topluluğuna veya saldırgan grubuna yahut isyancılara karşı eylem düzenlemesi hakkında şöyle demiştir: "Saldırıda bulunacağı kimseleri öldürüp de kurtulacağına kanaat ederse bu hareketi yapması iyidir. Öldürüleceğine ancak yine de karşı tarafa zarar vereceğine yahut Müslümanların yararına olacak bir etki yapacağına kanaat ederse o zaman yine caizdir." Ebu Abdillah bu görüşüne Bera ibn Malik'in (r.anhuma) Yemame'deki hareketini delil göstermiştir.

***

Yine Mâlikî alimlerinden İbnu Huveyz Mikdad (rh.) şöyle demiştir: "Bir kişinin bir gruba yahut kalabalık bir asker topluluğuna saldırması konusuna gelince: Bu kişi eğer kendisinin öldürüleceği ama bununla birlikte düşmana zarar verebileceği veya başarılı çarpışma yapabileceği ya da Müslümanların yararına olacak bir etki yapabileceği kanaatini taşıyorsa bu hareketi caiz olur." İbnu Huveyz, bu görüşüne, bizim yukarıda verdiğimiz ve İranlıların fillerine karşı bir Müslüman mücahidin atını alıştırması ve tek başına bir orduya saldırması olayını delil göstermiştir.

Bu aktardıklarımız Allah yolunda, düşmana zarar vermek veya Müslümanların yararına olacak bir etki bırakmak için kendini şehadete atmanın caiz olduğu konusunda söylenenlerin sadece bir kısmı. Sonuç itibariyle, İslam fıkhına göre intihar genellikle, bir insanın dünya sıkıntılarından bıkarak ölümü tercih etmesi ve herhangi bir yolla kendi kendini öldürmesidir. Bir tek ilim adamı bile cihad esnasında düşmana zarar vermek yahut Müslümanlara cesaret kazandırmak amacıyla kendini ölüme atmanın intihar sayılacağını söylememiştir. Sadece ölümü göze alarak gerçekleştirilecek eylemlerde gözetilmesi gereken birtakım şartlar/kurallar belirlemişlerdir, onları da yukarıda zikrettik. 

Go to top