Merhaba Hocam Selamun Aleyküm.
Hocam sorum zamanda yolculuk mevhumunun dinen caiz olup olmaması ile ilgili. Bununla ilgili Sevgili Peygamberimiz (Sallallahü aleyhi ve sellem)'den veya mübarek evliya zatlardan herhangi bir nakil mevcut mudur? Çevremde zamanda yolculuk yaparak hem geleceğe hem de geçmişe gidilebileceği ve dahi olan olayları değiştirip, halihazırda ölmüşleri kurtarabileceğine inanan kimseler var. Muhtemelen bu kişiler popüler film, kitap vs. etkilerden dolayı böyle düşüncelere kapılmaktalar. Bir mümin olarak bu konuda itikadımız ne yönde olmalıdır? Olmuş hadiseler ile ilgili Yüce Allah takdir etmiş ve artık bunları değiştirmek mümkün değil diye düşünüyorum ancak size de sormak istedim. Bu arkadaşların itikadları, imanları tehlikede midir bir telkinde bulunmalı mıyım?
Hayır ve dualar ile muhterem hocam. db altın – gmail
*******
Merhaba kardeşim ve aleyküm selam;
İslâm’ın -sizin de belirttiğiniz üzere- bu alandaki itikadî hükümleri bellidir. Binaenaleyh Müslümanın böyle saçmalıklarla işi de ilişkisi de olmaz, olamaz. Ölmüşlerin nesini kurtarabileceklermiş?! Böyle saçmalık mı olur? Popülist İslâm da, Müslüman da olmaz!
Peygamberler (aleyhimüsselâm) ve eliyâullah’ın durumu hakkında ise nakilde bulunmağa gerek var mı? Sadece Mi’râc hadisesi yeter de artar bile… Vak’anın içerisinde hem mâzi, hem hâl, hem istikbâl yok mu? Keza hem beden hem ruh ile değil mi? Ve yine diğer ülû’l-azm peygamberlere ait mucizeler de ortada…
Velilere dair hâriku’l-âdelikler ise, tabakatü’l-evliya’ya dair eserlerde mebzûl denecek kadar çoktur. Teferruatı bu formatın sınırlarını aşar, yeri kitaplardır. Eserlere müracaat edip bakacaksınız! Bütün bunlar Allah’ın izniyle, olmayacak, olamaycak haller-hadiseler değildir. Zaman da mekân da zaten Rabbimizin (c.c.) yaratıklarından birer mahlûktur. Hepsi O’nun kudreti dâhilindedir. Dolayısiyle Allah dostları için bast-ı zaman da tayy-i mekân da mümkündür. Yani zamanın genişlemesi, bereketlenmesi, az zamanda uzun bir zaman yaşamış olma hâli de, mekânı aşarak bir anda değişik yerlerde görünebilmeleri de imkân dâhilindedir.
Sadede, meselenin zahir planına gelince…
Nasslarda böyle bir şey açık olarak söz konusu değildir. Bunlar, şu anda birer teori olarak ortaya konmuş, bilim-kurgu hayallerin ürünüdür.
Manevî sahada derinleşen evliyânın, ruhânî yolculukları esnasında ise, biraz önce belirttiğimiz gibi, hem geçmiş hem hem hâl hem de gelecek zamanda seyahat ettiklerine dair bolca misâllerini İslamî kaynaklarda / literatürde görmek pekâlâ mümkündür.
Şimdiki durumu itibariyle fantastik bir faraziye de olsa, şu noktayı belirtelim ki; eğer maddî gelişmeler ve teknoloji sahasında da, Allah (c.c.) böyle bir imkânı insanlara lütfederse, bu yine de gaybı bilme anlamına gelmez. Çünkü Kur'an'ın bilinmez ve ulaşılmaz dediği gayb, Allah Teâla’nın mutlak ilminde olan gaybdır. Allah (c.c.) bildirmezse bunu kimse bilemez. Bkz. ve lütfen dikkatle okuyunuz: http://www.halisece.com/islami-makaleler/341-gayba-iman-qmugayyebat-i-hamseq-fal-ve-falcilik.html
Ancak, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) ve evliyânın (kaddesallahu esrarahum) geleceğe ait haberler verdikleri bilinen hakikatlerdir. Bu gibi haberler de ancak Allah Teâla’nın bildirmesiyle mümkün olmuştur. Kaldı ki, eskiden bazı kâhinlerin gelecekle ilgili verdikleri haberlerinin kaynağı, cinlerin, göklerde hadiseleri konuşan meleklerden kulak hırsızlığı yaparak aşırdıkları sözleri olduğunu bize bildiren nakiller vardır.
Abi .. ben ........ Kemal Salih..sizden soru sormak için fese girdim .. sitenizin adresini bilmiyorum ...bide .. mevzu hadislerin hakikati ... yani batini sened ile direk Aleyhisselamdan ruya yoluyla soylendigi .. hakkindeki malumatin kaynagini hiç kitaplardan bulamadim ...
Allah razi olsun
*******
Selamün aleyküm kardeşim;
1- Site adresimiz: http://www.halisece.com/ Ancak yaşadığımız teknik bir problem dolayısiyle okuyucuların bize oradan ulaşması herhalde mümkün olmuyor. Bildiğim kadarıyla ârıza halen de giderilemedi.
2- ‘Mevzu hadislerin hakikati’nden kastınız, ‘böyle hadis adı altında uydurma sözler var mıdır, ise… Gayet tabii ki vardır, belli zamanlarda bu tip ihanetler olmuştur. Olmasa zaten bu mefhum ortaya çıkmazdı. Ancak mesele, bazılarının özellikle deformistlerin, sünnet düşmanlarının uluorta dillendirdikleri gibi değildir. Ehl-i Sünnet âlim ve ârifleri bunları ayıklmamıştır. Bu noktada bir problem yoktur. Asıl problem, söz konusu belli kişi ve çevrelerin kendi kafalarındadır.
3- Hadislerdeki bâtınî sened meselesini de, rüyaya irca’ etmek (uyd. indirgemek) noksanlık olur. O bakımdan buna, sadece rüya değil, keşif ve ilham yoluyla da diyebiliriz. Ayrıca her şeyin me’hazini ‘satırlar’da bulamayabiliriz, o takdirde evliyaullahın ‘sadırları’na / keşif ve ilhamlarına müracaat etmemiz gerekir. Lütfen aşağıda verdiğimiz linkleri mutlaka dikkatlice okuyunuz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/501-men-arefe-nefsehu-fekad-arefe-rabbehu.html
http://www.halisece.com/akaid/421-seri-hukumlerin-isbati-ve-ilhamin-dindeki-yeri.html
http://www.halisece.com/akaid/421-seri-hukumlerin-isbati-ve-ilhamin-dindeki-yeri.html
Hayırlı Akşamlar Hocam,
Prof.Dr.Vehbe Zuhayli hakkında ne düşünüyorsunuz?Geçmişte Kuran arapçasını medrese usulü öğrenmiştim.Ara verince bilgilerimi unuttum maalesef.Ev ortamında tekrar öğrenmek istiyorum.Bir site buldum.Bu sitede bu eğitimler var.Fakat Vehbe Zuhaylinin bir yazısı vardı ve ben kendisi ile ilgili geçmişte hiç de iyi şeyler duymadığımı hatırladım.Emin olmak için biraz araştırma yaptım.Ama internette bilgi kirliliği olduğu için tam emin olamadım.Sizin söyleyecekleriniz benim için çok önemli.Çünkü bu siteden alacağım dvd setleri ile yanlış bilgiler edinmek istemiyorum.Doğru kaynaklardan doğru bilgileri interaktif olarak öğrenmek istiyorum.Şu an dışardan eğitim alma durumum yok.sitenin linki bu ;
http://www.sanalmedrese.net/category/sanalmedrese/
sizin tavsiye edeceğiniz dvd ile eğitim seti satın alabileceğim bir site varsa linkini gönderirseniz sevinirim. İnniy Tevekkeltü Alallah, Facebook
*******
Hayırlı akşamlar kardeşim;
Vehbe Zuhaylî’yi, itikâden Ehl-i Sünnet olarak biliyoruz. Kitapları, araştırmacıların zaman zaman müracaat ettiği kaynaklar arasındadır. Özellikle ‘el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhu’ isimli eseri… Yalnız okuyan kişi, en azından kendi mezhebinden kısa da olsa bir iki temel eseri okumuş ve hazmetmiş olması gerekir. Aksi halde kafa karışıklığından kurtulamaz. Bu da faydadan ziyade zarar getirir. O bakımdan adı geçen şahsın eserleri, halka tavsiye edilebilecek denli komprime kitaplar değildir.
Filasıl araştırmacılar için de Cezîri’nin bu mevzudaki “el-Fıkhu ale’l-Mezâhibil-Erbaa”sı varken öbürüne ihtiyaç olmayabilir. Binaenaleyh önceliği Cezîri’ye vermek uygun olur. Lâkin dört mezhebin fıkhî kaynaklarını, nasslara (ayet ve hadislere) dayanan delillerini daha fazla vermesi bakımından, araştırmacıların, Zuhaylî’nin eserlerini daha çok tercih ettiklerini görüyoruz.
Hatalarına gelince… Her âlimin hataları olduğu / olabileceği gibi Zuhayli’nin de mutlaka bazı hataları-yanlışları olabilir, vardır. Bu husus onun da, başkalarının da ilmî kimliğini küçük düşürmez. Yeter ki itikâden-amelen-meşreben Ehl-i Sünnet çizgisi hâricinde bulunmasın.
Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî adlı eserinin birinci cildinde özet olarak şu ifadelere yer vermiştir:
“Bu kitabımız sadece bir mezhebin görüşlerini aktaran bir eser değidlir. Bilakis, dört mezhebin yani Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî’nin görüşlerini karşılaştırmalı olarak ders veren bir fıkıh kitabıdır. Bazen diğer mezeheplerin görüşleriyle de bu karşılaştırmayı yapar. Mezhepler arasında karşılaştırma yaparkan her mezhebin en muteber kaynaklarına müracaat edilmiştir...” [Zuhaylî, a.g.e., 1, 9]
Bu ifadelerden onun şahsiyetini ve ilmî metodunu anlamak mümkündür. Fakat bazen Ehl-i Sünnet dışı diğer mezheplerin görüşlerini de zikrettiği için, bakacağımız mevzuları iyi okumak icap eder. Ayrıca ‘telfik’ meselesinde de Mâlikî ve Hanefî ulemasından bazılarının (ekseriyetin değil) görüşlerini öne sürerek, “Zaruret halinde -telfike götürse de- herhangi bir mezhebi taklit etmek caizidir” demiş. Gerçi ikaz için ifadelerinin sonunda, “Ancak sırf, ağlence olsun diye veya kişi kendisi öyle arzu ettiği için ruhsatlarla amel etmek caiz değildir” [Zuhaylî, a.g.e, 1, 10-11] açıklamasına da yer vermiştir. Bu ve benzeri inceliklere de dikkatle yaklaşmak gerekir. Ayrıca aşağıdaki linkere de bir bakın, lütfen:
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/993-hayatu-s-sahabe.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/775-ashab-i-kiram.html
***
Madem temeliniz var, o halde alet ilimleri bakımından adreslerini verdiğiniz sitelerden faydalanabilirsiniz. Fakat unutmamak lazım; gerçek manada ilim, ‘hayyen an hayyin’ alınır, öğrenilir. Yüzyüze, karşılıklı okuma-okutma usûliyle… Söz konusu metodlarla, ancak sağlam olan temel üzerine bazı ilaveler yapılabilir.
Bu hususta şahsen tavsiye edebileceğim bir dvd ile eğitim seti ve sitesi yok.
Bilgilerinize…
Selamün aleyküm hocam, çiğ balık çiğ et ve çiğ yumurta yemek caiz mi? Allaha emanet olunu. Cansu Solmaz Özbakırcı – İstanbul
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Et-balık veya yumurta gibi bazı gıda maddelerini çiğ olarak yemenin, dinen mahzuru yoktur. Binaenaleyh bunların, bazı zararlarından dolayı, eğer aksi yönde bir zaruret yoksa, bu şekilde yenmemesi daha güzeldir. Hatta "tıbben bazı zararları olduğu için caiz değildir" diyen âlimler de vardır.
Ancak çiğ köfte, pastırma, sucuk, salam ve suşi yemekte mahzur yoktur. Çünkü etin içerisinde mevcut olan bazı zararlı unsurların, baharat gibi maddeler veya sair ameliyeler sebebiyle öldüğü bilinmektedir. Bu şekildeki etin hükmü, pişmiş gibi olduğu yönünde kat’iyyet kazanır.
N e t i c e :
Çiğ et-balık-yumurta yemek haram değildir. Bunların haram olduğunu belirten sarih bir delil yoktur, dolayısiyle aslolan helâl olmaktır. Bir delil bulunduğunda ise hüküm değişir. Bazı âlimler, zararlı olacağından ötürü mekruh demişlerdir. Mesele tıbbîdir, tıbben yenmesi sakıncalı ise mekruh veya sakınca durumuna göre haram hükmünü alabilir.
Bir başka izahla; çiğ et-balık veya yumurta yenmesi, biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, esasen tıpla alakalı bir mevzudur. Bu da şu manaya gelir: Eğer balığın veya etin çiğ yenmesi sağlık açısından mahzurlu ise, bu sakıncaya göre bir hüküm ortaya çıkar. Mesela hastahaneye kaldırılmayı gerektirecek bir rahatsızlık sebebi oluyorsa, ‘çiğ balık yenmesi haramdır’; daha düşük bir rahatsızlık sebebi oluyorsa ‘mekruhtur’; tıbben hiçbir sakıncası yoksa ‘yenebilir, mubahtır’ denir.
Mevzu ile ilgili ayrıca bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1013-susi.html
Abi selam aleyküm Rasûlullah efendimizin cenaze namazi münferiden kılındığını okudum. Sebebi nedir acaba? Fatih Aktaş – Facebook
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Evet, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) namazı cemaatle değil, münferiden kılınmıştır. Çünkü bizzat kendisi öyle olmasını-yapılmasını tarif buyurmuşlardır. Maamafih tarihçiler arasında, zahirî, idarî ve içtimai sebepleri göz önünde bulundurarak, Müslümanların halifesi olmadığı için cemaat halinde değil, münferiden kılınmıştır... Ayrıca Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) ahirete irtihal ettiği odada bulunduğundan, Müslümanların hepsi bir araya sığmadıkları için münferiden kılınmıştır, diye izahlarda bulunanlar da vardır. Bunlar da makul ve mantıklı açıklamalardır.
Bu hususta gelen hadis şöyledir:
Abdullah b. Mes'ud (r.a.) anlatıyor:
“Nebîmiz / Peygamberimiz ve Habîbimiz / Sevgilimiz, irtihalinden bir ay önce bize vefatını haber verdi.” [İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 256-257; Taberî, Târîh, c. 3, s. 1 92-1 93; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 320; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye, c. 5, s. 253; İbn Hacer, Metâlibu'l-Âliye, c. 4, s. 261]
“Yâ Rasûlallah! Senin ecelin ne zaman?” diye sorduk.
“Ecel yaklaşmış; Allah'a, Cennetü'l-Me'vâ'ya, Sidretü'l-Müntehâ'ya, Refîqu'l-A‘lâ'ya, Kandırıcı Doluya, Nasib'e, mes’ud / mutlu ve kutlu hayata dönüş yaklaşmış bulunmaktadır!” buyurdu. [İbn Sa'd, c. 2, s. 257; Taberî, c. 3, s. 193; Süheyl, Ravidu'l-Ünüf, c. 7, s. 590; İbn E sîr, c. 2, s. 320; Ebu'l-Fidâ, c. 5, s. 253; İbn Hacer, c. 4, s. 261]
“Yâ Rasûlallah! Seni kim yıkasın?” diye sorduk.
“Ev halkımdan, yakınlık sırasına göre en yakın olanlar!” buyurdu.
“Yâ Rasûlallah! Biz seni neyin içine sarıp kefenleyelim?” diye sorduk.
“İsterseniz, şu elbisemin içine; yahut Mısır bezine veya kumaşına sarınız!” buyurdu.
“Yâ Rasûlallah! Senin üzerine cenaze namazını kim kılsın?” diye sorduk:
“Allah size rahmet etsin! Sizi Nebînizden dolayı hayırla mükâfatlandırsın! [İbn Sa'd, c. 2, s. 257; Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 564; Taberî, c. 3, s. 193; İbn Esîr, c. 2, s. 320; Ebu'l-Fidâ, c. 5, s. 253; İbn Hacer, c. 4, s. 261]
“Siz, beni yıkadığınız ve kefenlediğiniz zaman şu seririmin üzerine ve şu evimin içindeki kabrimin kenarına koyunuz! Sonra, bir müddet benim yanımdan çıkıp gidiniz!”
“Çünkü, benim üzerime, ilk önce iki dostum, Cebrâil ve Mikâil, sonra İsrâfil, sonra da yanında melek ordularıyla birlikte ölüm meleği Azrâil (aleyhimüsselâm) namaz kılacaktır! [İbn Sa'd, c. 2, s. 257; Belâzurî, c. 1, s. 564; Taberî, c. 3, s. 193; Ebu'l-Fidâ, c. 5, s. 253; İbn Hacer, c. 4, s. 261]
Bundan sonra, takım takım giriniz, üzerime namaz kılınız ve salât ü selâm getiriniz! Fakat, överek, bağırıp çağırarak beni rahatsız etmeyiniz!” [İbn Sa'd, c. 2, s. 256-257; Belâzurî, c. 1 , s. 564; Taberî, c. 3, s. 192-193; Süheyl, c. 7, s. 590; İbn Esîr, c. 2, s. 320; Ebu'l-Fidâ, c. 5, s. 253; İbn Hacer, c. 4, s. 261-262]
“Üzerime namaz kılmaya önce ev halkımın erkekleri başlasın! Sonra, onların kadınları kılsın! Onlardan sonra da sizler kılarsınız!”
“Ashabımdan burada bulunmayanlara selâm söyleyiniz! Kıyamet gününe kadar şu kavmimden ve dinime, bana tâbi olacak olan kimselere de benden selâm söyleyiniz!”
“Yâ Rasûlallah! Seni kabrine kimler koyacak?” diye sorduk.
“Ev halkımla birlikte birçok melekler ki, onlar sizi görürler, fakat siz onları göremezsiniz!” buyurdu.” [İbn Sa'd, c. 2, s. 193; Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 106]
Bu açıklamalara göre Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) cenaze namazını ilk olarak başta dört büyük melek olmak üzere melekler kılmıştır.
Hâsılı, Peygamber Efendimizin cenaze namazını önce melekler kıldılar; sonra da sırasıyla Hâşim oğullarının erkekleri, sonra kadınları, onlardan sonra da Hâşim oğullarının çocukları kıldılar. Takım takım bir kapıdan giriyor, imamsız olarak kendi başlarına Peygamberimizin (s.a.v.) üzerine namaz kıldıktan sonra o bir kapıdan çıkıyorlardı. Sonra Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer (r.a.), yanlarında Muhacir ve Ensar’dan, evin alabileceği kadar kişiler bulunduğu halde içeri girip saf oldular. Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer ilk safa, Peygamberimizin (s.a.v.) hizasında durdular. Onlar çıktıktan sonra, başkaları girip namaz kıldılar. Erkeklerden sonra kadınlar, kadınlardan sonra çocuklar, çocuklardan sonra da köleler namaz kıldılar. Cenaze namazının kılınması çarşamba gecesine kadar devam etti. Namazdan boşaldıktan sonra Hz. Ömer, “Cenazeyi ve cenaze sahiplerini, artık kendi hallerine bırakınız (başlarından dağılınız)” diyerek seslendi. [Bkz.M. Asım Köksal, Hz. Muhammed (a.s.) ve İslâmiyet, Misvak Neşriyat, İstanbul, 1980, 11, 98-105]
Efendimiz (s.a.v.) vefat ettikten sonra nereye defnedileceği hususunda ihtilaf çıkmıştı. Bu ihtilafa Hz Ebû Bekir (r.a.), Rasûlullah Efendimizden (s.a.v.) rivâyet ettiği bir hadis-i şerif ile son verdi. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Peygamberler vefat ettikleri yerde defnedilirler.”
Bu hadis-i şerif gereğince Nebî (s.a.v.) Efendimizin döşeği kaldırılarak yerine Ensar’dan Ebû Talha (r.a.) tarafından kabir kazıldı. Kabre Hz Ali ile Hz Abbas’ın oğulları Fadl ve Kusem (r.anhum) indiler. Hz Âişe (r.anha) validemizin odasında iki kişilik daha kabir yeri kalmıştı. Oraya da sonradan Hz Ebû Bekir ve Hz Ömer (r.anhuma) defnedildiler. Medine Mescidi’nin yeşil kubbesinin altındaki Ravza’da üç dost birlikte yatmaktadırlar.
Rabbim (c.c.) şefaatlerinden, bâhusus Efendimizin şefaat-i uzmâsından mahrum eylemesin. Amin…