Selâmünaleyküm abi; kulak çınlaması ile ilgili yazınızï okudum. 20 yıla yakındır "tinnutus" rahatsızlığım var, 24 saat sürekli çınlama mevcut. Bazen cok zorlasada alıştım artık. Bu çınlamada diğer sağlıklı kişilerde olan çınlama gibimidir? Ayrıca bir cok doktor gezdim çaresi tıbben olmadığını söylediler. Muhterem hocam manevi cihette tedavi şekli tavsiye edermisiniz. Selam ve dua ile hayırlı akşamlar. Seyfettin Bayır - Facebook
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Siz meseleyi / derdinizi çok güzel özetlemişsiniz. Sorduğunuz ‘fark’la ilgili de, takdir edersiniz ki, bizim bir şey söylememiz doğru olmaz. İştigâl sâhamız değil. Ancak âcizane mülahazam; birinin zaman zaman, gelip geçici; öbürünün ise, sürekli olmasıdır.
Tabii her derdin manevi tedavisine müracaat etmek lazım. Malumunuz, ilaçlara da tesirini halk eden Mevlâmız. Hangi derdin devasının nerede olduğunu araştırmak da bizim vazifemiz. Lütfen aşağıdaki linke bkz. ve gereğini yapmaya çalışınız.
Salemun aleykum hocam, bi sorum olacak, kulak cinlamasi hakkında, Peygamber Efendimizden olduğu söylenmekte, bunun asli nedir hocam? Allaha emanet olun. Mehmet Murat Karakahraman – facebook
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
“Kulak çınlaması, ind-i Bârî’de hüsn-i zikrin geçmekten (Cenab-ı Hak nezdinde / Allah katında iyilikle anılmaktan dolayı) olup, salât-ı şerife getirmek lazımdır.” [Ebu’l-Faruk Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.)]
Bu demektir ki; her ne kadar bazıları, özellikle de İbnü’l-Cevzî rahımehullah [*], el-Mevzûât’ında (3, 76) mevzudur / uydurmadır dese de, "Birinizin kulağı çınladığı zaman, bana salât getirsin; ‘beni hayırla ananı Allah (c.c.) da (nezdindekiler / melekler yanında) hayırla ansın’ diye dua etsin” mealindeki hadis sahihtir. Eğer sahih olmamış olsaydı, son devir dersiâmlarından Nakşî yolu Müceddidîn silsilesinin 33’ncü ve son halkasını teşkil eden, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) verâset-i tâmmesine sahip mürşid-i kâmil ü mükemmil bir zat olan Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri, hadis-i şerifin meali mahiyetindeki yukarda kaydettiğimiz o sözü sarf eder miydi hiç!
Erzurumlu İbrahim Hakkı (k.s.) hazretleri de Mârifetnâme’sinde ‘çınlama’dan değil de ‘seğrime’den söz ederek şöyle der:
‘Kulak seğrir; sağ ve solda hoş haberdir. Boğaz da kulakla seğirirse; sağda mal, solda gamdır.’ [A.g.e, 44. Kısım, 8. Bölüm]
Meseleyi tıbbi açıdan değerlendiren uzmanların görüşlerine gelince…
Kulak çınlamasının tıbbi bazı sebepleri vardır. Bunları aşağıda açıklamaya çalışacağız.
Ancak, eskiden beri insanlar arasında cari olan bir inanış, belki bu konuya ışık olabilir. Şöyle ki, bir insanın kulağı çınladığı vakit, “birileri benden bahsediyor / beni anıyor veya falanın kulağını çınlattık” gibi ifadeler kullanılmaktadır.
Gerçekte dışarıdan gelen bir sesli uyaran olmadan hastanın ses algılamasına Kulak çınlaması (tinnitus) denir. Bu ses değişik tonlarda ve özelliklerde olabilir. Hastalar kimi zaman bir çınlama, kimi zaman uğultu, rüzgâr sesi veya bir makinenin çalışma sesi gibi diye tarif edebilirler. Bunların hepsine birden ‘tinnitus’ adı verilir.
Tinnitusa yol açabilecek çok sayıda sebep vardır. Bunlar arasında Kulak kiri (buşon) gibi basit sebepler olabileceği gibi, iyi ya da kötü huylu tümörler gibi ciddi faktörler de olabilir. Kulak çınlaması daha çok ileri yaşlardaki kimselerde görülmesine rağmen her yaşta olabilir. En sık görülen sebepler olarak şunlar sayılabilir:
- İç kulağın yaşlanması
- Kulağa giden damarlarda daralma
- Hipertansiyon
- Gürültülü ortamlarda bulunma
- Orta Kulak iltihapları
- Dış Kulak rahatsızlıkları
- Kolesterol ve diğer yağların yüksek oluşu
- Psikolojik faktörler (depresyon , gerginlik)
- Kullanılan ilaçlar (aspirin ve bazı antibiyotikler...)
Bunların dışında; daha seyrek görülen sebepler çok uzun bir liste oluştururlar.
Tinnitusun bir hastalık olmayıp, başka bir hastalığın belirtisi / habercisi olduğu unutulmadan teşhis konulmaya çalışılmalıdır. Ancak tinnitusun gerçek sebebi çoğunlukla tesbit edilemediği için, tedavide hedef, tinnitusun azaltılması olmaktadır. Kulak çınlamasının sebebi araştırılırken en sık uygulanan tetkikler şunlardır:
- Odiometrik tetkikler (orta Kulak ve iç Kulak ölçümleri)
- Tansiyon ölçülmesi
- Kan tahlilleri (kan şekeri, kolesterol, karaciğer, guatr tetkikleri)
- Radyolojik İncelemeler (Normal grafiler, bilgisayarlı tomografi, manyetik resonans).
Yapılan tetkikler sonucunda eğer tinnitusa sebep olabilecek bir hastalık bulunursa, o hastalığın tedavisi yapılmaya çalışılır. Ancak mevcut hastalığın başarılı tedavisi bile tinnitusu ortadan kaldırmayabilir.
Sebebi belli olsun olmasın, tinnitusu azaltmak için en sık başvurulan yöntem ilaç tedavisidir. Bu maksatla; iç kulağa giden kan akımını arttırıcı ilaçlar kıllanılır.
Tinnitus eğer hastanın günlük hayatını olumsuz yönde etkileyecek kadar şiddetliyse, ‘tinnitus masker’ denilen ve işitme cihazına benzer cihazlar faydalı olabilmektedir. Tinnitus sebebiyle uykuya dalmakta zorlanan hastalar için pratik bir yöntem, yatmadan önce 15-20 dk. süre ile walkman dinlemek olabilir. Bu tinnitusu geçici olarak kaldırabilir.
Ne dersiniz; çok rahatsız etmediği sürece en güzeli, “salavât-ı şerife”ye devam etmek değil midir? Hastalık derecesinde de olsa kulak çınlamamız, umulur ki bu vesileyle Cenab-ı Hak şifasını veriverir. Zira Şâfî isminin sahibi O’dur. Başvurduğumuz sebepler ne olursa olsun, O’ndan başka şifa verecek yoktur.
Rabbim cümlemizin ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’in istisnasız bütün hastalıklarına âcil, hasarsız ve kalıcı şifalar ihsan eylesin. Amin…
Dipnot
[*] İbnü’l-Cevzî (rh.); tefsir, hadîs, târih ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimidir. Künyesi, Ebu’l-Ferec olup, ismi, Abdurrahmân bin Ali bin Muhammed bin Ali bin Ubeydullah bin Abdullah bin Kasım bin Nadr bin Kasım bin Muhammed bin Abdullah bin Abdurrahmân bin Kasım bin Muhammed bin Ebî Bekr Sıddîk’dir (rahmetullahi aleyhim ve radıyallahü anhüm). Ebu’l-Ferec, büyük dedesi Câferu'l-Cevzî’ye ait el-Cevzî nisbetinden dolayı, İbn Cevzî diye meşhûr oldu. Kendisine de; el-Kuraşî, et-Teymî, el-Bekrî, el-Bağdâdî nisbet edildi. İbn Cevzî, Hanbelî mezhebine mensup büyük bir müfessîr, kudretli bir edîb, târih ve terâcim (biyografi) müellifidir.
İbn Cevzî’yi, İbn-i Teymiyye’nin talebesi olan İbn Kayyim el-Cevziyye ile karıştırmamalıdır. İbn Kayyim 1292-1350 (H. 691-751) târihleri arasında yaşamıştır. Aralarında bir buçuk asırlık bir zaman farkı vardır. Ayrıca itikad ve fikrî bakımdan da çok farklı şahsiyetlerdir. Ebu’l-Ferec ibni Cevzî, Ehl-i Sünnet, diğeri ise dört mezhebe uymayan bid’at ehli birisidir.
Ebu’l-Ferec ibni Cevzî’nin doğum târihi kesin bilinmeyip, 1120 (H. 511) senesinde Bağdâd’da doğduğu tahmin edilmektedir. 1201 (H. 597) yılında vefat etmiştir. [Bkz. İslam Tarihi Ansiklopedisi, 6. Cild]
Selamün aleyküm hocam, eşim bana anamsın bacımsın kızımsın dedi, bir keresinde de dünya ahiret kardeşimsin dedi, bununla boş olur muyuz? Nazmiye Karadayı - İzmir
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Erkeğin hanımına “kızım-bacım-anam” diye hitap etmesi nikâhına zarar vermez. Hatta hanımıyla telefonda konuşurken, kendisine, “Kiminle konuşuyorsun?” denildiğinde, o da, “Kızımla” diye cevap verse… Yahut hanımını gösterip, “Bu benim kızım” dese, talak vâki olmaz, nikâhları bir zarar görmez.
Ancak bir kimse karısına; “Sen benim anam, bacım, kızım gibisin”, yahut “Sen benim anamsın, bacımsın, kızımsın” dese, bu durumda bakılır:
- Eğer “zıhâr”a (bir nevi yemine) niyet etmiş ise zıhâr sayılır ve keffâret gerekir. Bunun keffâreti; sırayla bir köle azad etmek, gücü yetmezse iki ay ara vermeden oruç tutmak, buna da gücü yetmezse altmış fakiri sabahlı akşamlı doyurmaktır. Zıhar için bkz. http://halisece.com/sosyal-meseleler/2975-zihar-ne-demektir-keffareti-nedir-nasil-odenir.html
- Şayet karısını “talâk”a (boşamaya) niyet etmiş ise, karısı boş olur.
- Yemin etmeyi kastetmiş olursa, “îlâ” denilen yemin gerçekleşmiş olur ki, bunun keffâreti de sırasıyla, ya bir köle azâd etmek, ya on fakiri doyurmak yahut da bu ikisine gücü yetmez ise, üç gün peş peşe oruç tutmaktır.
- Yukardakilerin hiçbiri değil de, bu sözlerle karısına olan saygı-sevgi ve bağlılığını ifade etmek istemiş ise, bunu dile getirmiş sayılır, herhangi bir şey gerekmez. [Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-ı İslamiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, II, 331]
Misâllerden anlaşılacağı üzere “şimdiden sonra, bundan böyle” gibi bir kayıt koymasa bile, boşamaya niyet ettiği takdirde bu ifadelerle talâk vâki olur, hanımı kendisinden boş olur.
***
‘Dünya âhiret bacımsın’ sözüne gelince…
1- Erkek eğer,‘dünya âhiret bacımsın’sözünü söylerken; sadece karısını kendine haram kılmak için söyleyip, boşamaya niyet ve kastetmemiş ise, Hanefî mezhebine görebu söz ile ‘zıhar’ olmaz; ama böyle bir söz sarf etmekle mekruh / çirkin bir fiil işlemiş olur.
Şâfiî ve Mâlikîlere göre ise ‘zıhar’ olur. Zıhar sabit olunca; kadın kocasına haram olur. Erkek, keffâret verinceye kadar, karısına cinsî yakınlıkta veya cinsî temasa götürecek hareketlerde bulunamaz. Bu fiillerde bulunmak haram olur. Zıhar keffâreti yukarıda belirtildi.
2- Şayet erkek,‘dünya âhiret bacımsın’ sözünü söylerken, karısını boşamaya niyet etmiş ise,”bâin talak (boşama)”olmuş olur. Erkek bir defa boşamayı kastetmiş ise bir ‘bâin talak’;birden fazla boşamaya niyet etmiş ise, niyet ettiği sayı kadar talak vuku bulmuş olur. Bir defa boşamayı kastetmiş veya sayı hususunda niyeti yoksa, o vakit bir‘bâin talak’ olmuş olacağından, karı-koca birbirlerine haram olurlar.
Karı-kocadan her biri tekrar birleşmek istemeleri halinde; yeni bir nikâh ve yeni bir mehir lazımdır. Tekrar birleşmeleri durumunda kocanın iki boşama hakkı kalmış olur.
Ancak üç bâin talak olmuş ise, yeni bir nikâh ile de olsa evlenemezler.
Ayrıca unutmamak lazım; Hanefî mezhebinde, kızgın-öfkeli ve sarhoş iken yapılan boşamalar da sahihtir / geçerlidir.
3- Eğer bu sözü söylerken boşamaya niyet etmediyse nikâha bir zararı yoktur.
[Fetâvâ-yi Hindiyye, 3, 295, 2, 521; Zuhaylî, el-Fıkhı'l-İslâmîveedilletihî (Terc. İslam Fıkhı Ansiklopedisi) 9, 290-318; Cezîrî, Mezâhib-i Erbaa, c. 6; Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, 2, 1192]
***
S o n u ç
Bilindiği üzere sarih talâk, maksadı açıkça yansıtır şekilde belli lafızlarla yapılan talaktır. Açık olduğu için niyete muhtaç değildir. Adamın ağzından çıktığı takdirde hüküm ifade eder, düşüncesi ne olursa olsun, niyete itibar edilmez. ‘Sen boşsun’, ‘seni boşadım’ gibi sözler sarihtir / açıktır.
Fakat kinâye lafızlarla talakın niyete ihtiyacı vardır. Çünkü kullanılan lafızların hem talakta hem de başka manalarda kullanılma ihtimali vardır.
Bunun için fukahanın hepsi, “kinâye lafızla söylenen talak, ancak niyet ile vâki olur, çünkü hangi manada kullanıldığı açık değildir”, demişlerdir.
Hocam selam aleykum nasılsınız. Talak ile alakalı bir arkadaşım bir soru sordu. Kaynağa ulaşmam mümkün olmadığı için şuan size sual edeyim dedim. Kişi eşiyle kavga halinde bilinçsiz bir şekilde farklı zamanlarda bazı lafızlar kullanmış. Bende bu lafızlardan dolayı talak vaki olduğunu söyleyince, hata ettiğini ve bilinçsizce söylediği ifade etti. Nikah tazelesek olurmu dedi. Hulle icab eder dedim. Haliyle olmaz öyle şey, saçma Vs dedi. Biraz kestirmeden gidiyorum hocam kusura bakmayın. Kısacası hangi lafızlar ile (açık veya kinayeli) talak vaki olur. Nikahın ve talağın hükümlerini bilmemek özür sayılır mı. Şafii mezhebine göre geri dönüş mümkün mü. Bı konuda desteğinizi bekliyor, dua ediyorum. Teşekkür ederim şimdiden. Mustafa Taşdemir - Facebook
*******
Ve aleyküm selam kardeşim; teşekkür ederim, sağlığınız…
Sorunuz muğlak ve müphem; söz konusu kişi, eşiyle kavga halinde bilinçsiz bir şekilde farklı zamanlarda bazı lafızlar kullanmış, diyorsunuz… Tamam da, peki telaffuz edilenler hangi lafızlar? Sarih mi kinyevî mi? Adet / sayı durumu nedir? Bunlar belli olmadan talakın ric’î mi, bâin mi ya da söylediğiniz gibi geri dönüşü olmayan tarzda bir ayrılık mı olduğuna nasıl karar vereceksiniz? O bakımdam aşağıda bu mevzu hakkında vereceğim linklerden sorunuzla alakalı olanları lütfen dikkatlice okuyunuz. Vaktiniz-fırsatınız olursa diğerlerine de atf-ı nazar edersiniz.
Linklere geçmezden evvel, sorduğunuz diğer hususlara da kısaca temas edelim:
1- Nikâhın-talakın hükümlerini bilmemek özür sayılmaz.
2- Şâfiî mezhebine göre neyin geri dönüşü mümkün mü? Eğer üç talaktan sonrasını kastediyorsanız, hayır, dört Ehl-i Sünnet Mezhebi’nden hiç birine göre mümkün değil. Ehl-i Sünnet dışı mezhepler ve İbn Teymiye gibilerse mevzumuzun dışında… Tabii bir de Hanefilere göre ‘hulle’ meselesi var, o da ayrı bir bahis. Ona da uydurma-kaydırma değil de, usûlünce kim ‘evet’ der bilemem.
Söz konusu linkler:
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2865-sarih-ve-kinayeli-bosama-sozleri.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1025-nikahin-dusme-sebepleri.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/797-uc-talak-meselesi.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/802-uc-talaktan-sonra-yeniden-evlilik.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2375-tehdit-ve-santajla-talak-bosama-vaki-olur-mu.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2365-cinnet-halinde-soylenen-kufur-ve-bosama-sozleri.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/578-haksiz-yere-bosama.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2050-sen-benim-karim-degilsin-sozunun-hukmu.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/879-talak-uzerine-yemin.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/660-kadinin-bosama-hakki.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2072-tefviz-i-talak-ve-kocanin-bosama-hakki.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2051-resmi-bosama-kac-talak-hukmundedir.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/661-kadinin-bosanma-hakkini-geri-vermesi.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1160-evli-bir-kadin.html
Cuma namazı kılınan bir yerde, sonradan gelen ikici bir cemaat tekrar cuma namazı kılabilir mi? Müsait vaktinizde ilgilenirseniz memnun olurum. Selamlar. İsim mahfuz
*******
Ve aleyküm selâm.
Sorduğunuz hususla alakalı, Mehmed Emre Hocaefendi merhumun Fetvaları’nda 3 soru ve cevaba rastladım. Onları aşağıda zikredip her bireri hakkında âcizane kanaatimi de belirtmeye çalışacağım. Son olarak da Hanefî fıkıh kitaplarımızdan Kudurî’nin, hâşiyelerle zenginleştirilmiş sualli-cevaplı eski bir tercemesinden nakilde bulunup meseleyi noktalamak istiyorum.
Soru 1: Cuma namazında, cami cemaate yeterli olmazsa, artan cemaat ayrı bir imamla ikinci bir cemaat olarak namaz kılabilir mi?
Cevap: Yerin darlığı sebebiyle cuma namazını iki cemaat halinde kılmak doğru değildir. Yeri genişletmek, caminin dışına taşmak veya içerideki cemaat bir öndeki safın sırtına, dinî usûl dairesinde, secde etmek suretiyle namaz kılmak gerekir. [Mehmed Emre, Fetvâlar, Çile yayınları, İst., 1983, Sh. 354, Soru no: 1402]
Bu cevap gayet net, ne dendiği açık; üzerinde konuşmak, bir şey söylemek herhalde zait olur.
Soru 2: Bir camide aynı vakitte iki defa cuma namazı kılınabilir mi?
Cevap: Hanefî ve Şâfiî mezhebi gibi iki hak mezhebin ihtiva ettiği ictihadî hükümlerin ortaya çıkardığı zarûretler sebebiyle olursa câizdir. Bundan başka bir sebeple cemaati bölmek doğru olmaz. [Mehmed Emre, a.g.e., Sh. 361, Soru no: 1433]
Burada ‘ictihadi hükümlerin ortaya çıkardığı zaruretler’ cümlesi müphem. Bundan kasıt nedir, net olarak neler olabilir, bilemiyorum. Aklıma ilk gelen, ‘kişilerin bir takım insanî zaruretleri dolayısiyle cumaya vaktinde gelememeleri’ gibi durumlar oluyor. Çok istisnaî bir hâl gibi de olsa, vukuu mümkün diye düşünüyorum. Bu cevapla, ancak o durumlarda ikinci bir Cuma cemaatinin caiz olabileceği ifade edilmiş oluyor. Lakin buna da ruhsat bulunduğu bilgisine vâkıf değilim. Keşke hâl-i hayatlarında Hocaefendiye sorabilmiş ve kasıtlarının ne olduğunu öğrenebilmiş olsaydık, diye temenni etmekten öte de yapabileceğimiz bir şeyin olmadığı mâlum.
Soru 3: Bir şehir halkından bazı kimseler Cuma namazına yetişemeseler, öğle namazını cemaatle eda edebilirler mi?
Cevap: Onlar, öğleyi kılacaklardır; fakat bunda ezan ve ikamet okumadıkları gibi, cemaat de teşkil edemezler. [Mehmed Emre, a.g.e., Sh. 635, Soru no: 2556]
Bu cevapta maksat aşikâr değilse de, delâlet yönüyle bellidir: Yani ‘o kişilerin, öğle namazını ezansız ve ikametsiz olarak münferiden kılmaları gerektiği; zira cemaatle eda edemeyecekleri gibi, ikinci bir cemaat teşkil edip cuma da kılamayacakları’na işaret edilmektedir.
Yukarıda ismini zikrettiğimiz eserde bu mesele, “Cuma namazı kılmak hangi kimselere vâcip olmaz” sorusunun cevabına ait 2 no’lu dipnotta şöyle anlatılmaktadır (biraz sadeleştirerek):
“Cuma ile mükellef olmayanlara ve hapistekilere Cuma günü şehir içinde öğle namazını, -gerek Cuma namazı kılındıktan sonra ve gerek ondan evvel- cemaat ile kılmaları tahrîmen mekruh olduğu gibi, ezan ve ikamet getirmeleri dahî mekruhtur. Şehir halkından Cuma namazını geçirmiş olan kimseler dahî öğle namazını ezansız-ikametsiz ve cemaatsiz olarak kılarlar. Zira cemaat olmakta mâzur olmayan (cemaat oluşturmakta özrü bulunmayan kişi) dahî mâzûra iqtifa ve iltihak ederek, cemâat-i matlûbe (özrü olana dâhil edilerek, eklenip katılarak, namazın sıhhati için istenen gerekli cemaat) olan Cuma cemaatinin azlığına sebep olma mahzuru olur (sakıncası vardır). Hem de, ondan başka cemaat ikame olunmakla, [bir nevi] ona suret-i muâraza görünüyor (o cemaatten başka ikinci bir cemaat oluşturmakla bir bakıma ona karşı çıkma, muhalefet etme gibi hoş olmayan bir durum ortaya çıkmış oluyor). [Dürrü Muhtâr ve Tahtâvî’den naklen; Hüseyin Hüsnü, Kudûri-yi Şerif Tercemesi, Dersaadet, 1329 (1911), s. 99-100]
N e t i c e:
Bir camide aynı vakitte iki defa cuma namazı kılınamayacağı, bunun tahrîmen mekruh olacağına işaret edilmiş oluyor.