selamünaleyküm hocam Erkeklerde gusül abdesti adabı nasıl olmalı...gusul abdesti alırkenn göbekten aşağı avret mealine bakmak abdesti bozar mı yani gusül abdesti alırken avret mealine bakılmamalı mı.....normal abdest alındığında da erkeklerde göbekten aşağıya bakmak abdesti bozar mı??
*******
Ve aleyküm selam.
Banyo esnasında da, abdest sırasında da göbekten aşağıya, avret mahalline bakmak abdesti bozmaz. Kısacası abdesti bozan haller içerisinde böyle bir madde yoktur. Vesveseye ve tevehhüme gerek yok, at bunları kafandan… Elinin altındaki ilmihâl kitaplarına bakabilirsin. Ancak, banyo esnasında da olsa, hiçbir zaman zaruret ve mecburiyet halleri dışında avret mahalline bakmak iyi değildir, âdaba aykırıdır, bakmamak gerekir. Bu hususta detaylı bilgi için bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/964-avret-mahalline-bakmak.html
Ayrıca gusül abdestinin âdabıyla alakalı geniş bilgi için de lütfen aşağıdaki linke bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2155-banyo-adabi.html
Selamun aleyküm hocam
Hocam çay bahçesi ya da kafe gibi biryer açmak istiyoruz ama burada insanlar aileleriyle gelicekler kadın erkek oturulacak böyle biryer açmak caiz olur mu.ya da bir lokanta da aile bölümü açıp orada farklı aileler gelip yemek yiyecekler.böyle bir durumda doğal olarak kadın erkek yine karışık bir yer olacak .böyle biryer açmamız caiz olur mu.Allah razı olsun
*******
Ve aleyküm selam.
Peki ben sana sorayım: O tür bir işletme öyle olmazsa nasıl olacak? Halihazırdaki uygulamalar nasıl? Zaten böyle değil mi? Buralarda haremlik-selamlık uygulanıyor da bizim mi haberimiz yok? Aile bölümü var bu mekânların, öyle değil mi? İslamî hassasiyeti olan dindar aileler kendi mahremiyetlerine kendileri riayet edecek elbette… Sen onların başında bekçi veya çoban değilsin ki… Şayet dikkat etmezlerse, bunun da mes’uliyeti niçin işletmeci üzerine olsun? Kimse kimsenin günahını-vebalini yüklenmez. Yeter ki sebep olmasın.
Açtığın yer-mekân, adı üstünde çay bahçesi ya da kafe. Bar değil, gazino vs. değil. Neticede helalinden yeyip içmeyle alakalı bir müessese… Gelen müşteri, belli bir usul ve edep dâhilinde yiyeceğini yeyip içeceğini içip gidecek. Öyle değil mi? Ama bu arada bir takım haramlara bulaşır, işlenmesine önayak olursan şayet, haliyle onların vebali de sorumluluğu da senin üzerine olur! Bunu da söylemeye bilmem gerek var mı?
Nesini soruyorsun ki bunun sevgili Kumcu?
İki Kaş ortasındaki tüyleri almak caiz mi?
*******
Erkeklerin kaşlarındaki eğri-büğrü / anormal durumdaki kılları almasının bir mahzuru olmaz. Bu sebeple kaştaki o tür kılların alınmasını, sakalların kenar, yan ve altlardan alınmasına ve düzelltilmesine benzetebiliriz. Ancak kaşları ve kaşlarının ortasındaki kılları (çatık kaş) alması caiz değildir, Mert’liğe yakışmaz!
***
Kadınların kaşlarına gelince… Onların yüzlerinin belli bir şekli vardır, esas itibariyle erkeklere benzemez. Meselâ yüzlerinde ve üst dudaklarında erkeklerde olduğu gibi tüyler bitmez. Şayet bir kadının yüzünde dikkat çekecek şekilde tüyler varsa veya bıyık çıkmışsa, onun, bunları alması-aldırması mahzurlu değildir. Çünkü kadında fıtrat olarak böyle tüylerin olması değil, olmaması normaldir. Binaenaleyh bunları almak ve aldırmak fıtrata dönmektir.
Kaş aldırmaya gelince o tamamen farklı bir meseledir. Bu mevznuda Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde, "Allah yüz tüylerini yolan ve yolduran kadına lânet etsin." [Buhari, Sahih, Libas, 84; Müslim, Sahih, Libas, 120] buyurmuşlardır. Dolayısiyle kadının, sosyal hayata katılmak bir yana, eşi için süslenme maksadıyla bile kaşlarını aldırması caiz olmaz. Buna göre normal olan iki kaşın arasını almak sünnet olmadığı gibi, insanlara daha güzel görünmek için yapılırsa, asla caiz değildir.
Ancak, iki kaşın arasındaki kıllar, erkeklerde olduğu gibi gür bir şekilde geliyorsa, normal kadın görüntüsüne çevirmek maksadıyla bu kılları almak, herhalde fıtrata dönüş olacaktır. Bununla beraber eğer böyle bir erkeksi görünüm yoksa, hâli üzere / olduğu gibi kalması gerekir.
***
Mezuyu özetlemek gerekirse, normal kadın kaşının bir şekli, yani tabiî sayılan belli şekilleri vardır. Bunların dışına çıkan, göze saqîl gelen (görüntüsüyle sıkıntı veren, can sıkan), sahibini çirkin gösteren ve bu yüzden onu psikolojik olarak rahatsız eden fazla kıllar alınabilir. Normal kaşları ise modaya uyarak inceltmek, yerlerini değiştirmek gibi muamele ve uygulamalar caiz görülmemiştir.
Lakin diğer amelî meselelerde olduğu gibi bu husuta da mezheplerin farklı görüşlere sahiptir. Meselâ Mâlikilere göre, erkek olsun kadın olsun, güzelliği bozan, insanı rahatsız eden bedendeki bütün kılların temizlenmesi caizdir. Kocanın hoşlanmadığı kılların temizlenmesi ise, kadına vâciptir. [Cezîrî, el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, 2, 45]
Hanefî mezhebine göre, erkeklerin sırt ve göğsünü tıraş etmesi edebe aykırıdır. [Bkz. Cezîrî, a.g.e.] Bu ifadeden anlaşılıyor ki, Hanefîlere göre sırt ve göğüs kıllarını aldırmak, haram veya tahrimen mekruh olmamakla birlikte, tenzihen mekruh olup, edebe aykırıdır.
Mevzu ile ilgili ayrıca bkz. http://www.halisece.com/genel-fikhi-konular/466-kas-ve-tuy-yolma-dovme-yaptirma-disleri-seyreltip-inceltme.html
Selamünaleyküm Hocam. Ben …………'ye sorular sordum. Soramadıklarım da vardı.Size soracağım umarım cevaplarsınız.
Her duşta gusül abdesti gerekir mi?
Hocam bazen rabıta yapmazsam yada gusül abdedti almazsam duşa girince yaşadığım şehre musibetler yağıyor gibi.Hava tamamen kapalı tamamen bulutlu oluyor.Ne yapmalıyım?Bu düşüncemin gerçeklik payı var mıdır?
Bir de hocam üniversite 4.sınıfım.yurda gidersem tekamülü bitiremeyeceğim yine de gideyim mi?
………, 'rabıtana dikkat ettikten sonra hoca olmana gerek yok' dedi.
Bir de hocam tevbe haşa kendimi büyük bir zat ya da Mehdi zannettiğim oluyor.Ne yapmalıyım?
Bir sorum daha olacak manevi mertebeler de seçilme diye birşey var mı?kendini seçilmiş gibi biri düşünmek ne kadar doğru.Şimdiden Allah razı olsun hocam.İnşaallah cevap verirsiniz. İsim mahfuz.
*******
Ve aleyküm selam.
Kusura bakmayın, iletiniz gözümüzden kaçmış, haliyle cevabı da gecikti. Ancak ikinci iletinizde haberdar olabildik. Ayrıca mesajınız da muayyen şahıs ve hususi mevzuları muhtevi olduğundan kısaltıp düzenlemek durumunda kaldık, bilginiz olsun.
Sorularınız ve cevaplarına gelince…
1- Her duşta gusül abdesti gerekir mi?
Hazır duştasın, neden boy abdesti almayacaksın? Boy abdestinin normal abdeste göre elbette üstünlüğü vardır. Kaldı ki abdestin olsa bile malum, abdest üzerine abdest almak nûr üzerine nûrdur. Sevap fazlalığı sırtında yük mü oluyor ya da kambur mu oluşturuyor? Amellerin belli şartları, farz ve vacipleri olduğu gibi, bir de sünneti-âdabı vardır. Âdâba uygun olan, madem yıkanıyorsun, abdestini de almandır. Bu kadar ahmakça bir soru düşünülebilir mi?
2- Hocam bazen manevi vazifemi yapmazsam yada gusül abdedti almazsam duşa girince yaşadığım şehre musibetler yağıyor gibi. Hava tamamen kapalı tamamen bulutlu oluyor. Ne yapmalıyım? Bu düşüncemin gerçeklik payı var mıdır?
O musibetli tevehhüm, kapalı, bulutlu ve bulanık düşünce o anki hâlet-i ruhiyenin bâtın âlemine / zihin dünyana in’ikâsıdır (yansımadır). Tasavvuf erbabı bir mü’min abdestsiz, hele hele gusülsüz dolaşmaz, evinden-yurdundan manevi ikmâlini yapmadan ayrılmaz. Yani öyle olması lazım gelir. Tabii ki mü’min olarak toplumun üzerine yağan bela ve musibetleri öncelikle kendi hatalarımızda aramak gerekir. Ferd ferd bizler iyi olmaya gayret edersek, toplum da kendiliğinden salâha erer. Maamafih bunlarda gerçeklik payı aramaya kalkışmaktansa, at o vesveseleri-kuruntuları kafandan… Zira neticede, olan her şey Allah’ın takdir ve yaratmasıyladır. Senin yapman gereken, bela ve musibetlerin yağmasına sebep olabilecek hallerde değil, rahmet ve bereket deryalarının coşup çağlamasına vesile teşkil edecek amel-hizmet ve ibadetlerde bulunmaya çalışmak olmalıdır.
3- Bir de hocam üniversite 4. sınıfım. Yurda gidersem tekamülü bitiremeyeceğim yine de gideyim mi?
Neden yurda gidersen tekâmülü bitiremeyeceksin? Ne münasebet, yurt buna engel mi oluyor? Aksine yardımcı olacağını düşünüyorum şahsen… Hem yurtta olmaya bak, hem de tekâmülünü bitirmeye… Muhterem Büyüğümüz’ün tekâmül mevzuundaki hassasiyetini bilmeniz lazım. Elbette ki büyük hikmet ve sebepleri var o ikaz ve nasihatlerin… Unutmayalım, kalbimize nakş u bend edelim, iktizasınca hareket etmeye gayret gösterelim.
Bu noktada sana tavsiyem; kendini sanki bir çaresizlik girdabında gibi görme ve gösterme gayretkeşliğinden de mızıkçılığından da vaz geç! Her alanda tekâmül etmeye bak. Malumunuz, ‘Kem âlât ile kemâlât olmaz’ demiş atalarımız. Ve yine bu manada, ‘Kendisi himmete muhtaç dede, nerde kaldı gayriye himmet ede’ buyurmuşlar…
4- ………… 'rabıtana dikkat ettikten sonra hoca olmana gerek yok' dedi.
………., elbette ki doğru söylemiş. Bizim için her şeyin başı da, ortası da, sonu da râbıta… O olmadan hiçbir şey olmaz. Esasen o herkese lâzım! Râbıta mevzuu, ayrı bir bahis... Maamafih sen, olabilirsen tabii ki hoca da olmaya, İslâmî ilimlerde tekâmül de etmeye bak. O sana ‘hoca olma’ dememiş ki; ‘olamıyarsan şayet, hoca olmana da gerek yok, ama illa da râbıta lâzım’ demek istemiş… Lakin zâhirî ilim de tahsil edersen, bâtınla yani râbıtayla birlikte zû’l-cenâhayn olmuş olursun. Düşünsene; başta kendin olmak üzere râbıtasız ilmin, kime ne kadar faydası olacak!
5- Bir de hocam tevbe haşa kendimi büyük bir zat ya da Mehdi zannettiğim oluyor. Ne yapmalıyım?
Tabiri caizse işte asıl ‘zurnanın zırt dediği yer’ burası…
Bu hâl, tamamen nefsanî ve şeytanî bir durumdur; vesveseden, kuruntudan ibarettir. Bâtıl ve bir o kadar da de tehlikeli hülyâlardır bunlar! Onun içindir ki, ‘Bu yolda evliya olaçıkagelme yoktur’ buyurur büyüklerimiz. Keza; ‘Bu yolda kerâmet ve rüyalara da itibar yoktur’ diye de ikaz ederler…
O bakımdan ‘aman dikkat et’ derim; zira gün olur, kendini peygamber bile zannedersin. Ama nefs-i emmâre öylesine azılı ve dehşetli bir kâfirdir ki; onunla dahi yetinmez, tatmin olmaz, -hâşâ- ilah olduğun vehmini üfler kalbine!..
Böyle durumlarda derhal tevbe ve istiğfara sarıl, tesbih namazları kıl, bu tehlikeden kurtarması için, 'aman yâ Rabbî, ben ne hallerdeyim' diyerek yalvar-yakar, iltica et Mevlâ-yi Zû’l-Celâl’e…
Ne denli âciz-âdî, hakir, pür-taksir, rezil ü rüsvâ bir yaratık olduğunu düşün…
Bunca nankörlüğüne rağmen ayakta durabildiğine, insan suretinde dolaşabildiğine şükret, hudutsuz hamd ü senalarda bulun Cenab-ı Hakk’a…
Uçurumun hemen kenarcığında dolaştığını unutma, en ufak bir sendelemede aşağıya yuvarlanma tehlikesiyle burun buruna olduğunu hiç ama hiç hatırından çıkartma!
Ancak her şeye rağmen Allah’ın (c.c.) afv u mağfiret, rahmet ve hidayetinden de ümidini kesme! Çünkü başka gideceğin yer de yol da kapı da yok.
Kendi kendini muhatap al ve de ki;
- Hangi büyüklük, hangi Mehdî’lik..?
- Sen kimsin, o sözünü ettiğin makam ve mertebelerin sahibi olan zevat kim? Sen onların ayağının tozu olamazsın!
- Sen dünyanın en âdî, en rezil, en pespâye yaratığısın! Nitekim İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri buyururlar ki;
“Kendini köpeklerden ve kara sineklerden daha üstün gören bir sâlik (maneviyat yolcusu mü’min), bu yolun büyüklerinin sahip oldukları kemâlâttan (olgunluk-üstünlük ve kıymetlerden, manevi değer ve mertebelerden) mahrumdur!”
Hâl böyle olunca, şeytanın ve nefs-i emmârenin taarruzu ile söz konusu vesveselerle mâlul olan sen, var kendini bir düşün, hesap et hâl-i pür-melâlini bakalım!
6- Bir sorum daha olacak manevi mertebelerde seçilme diye birşey var mı? Kendini seçilmiş gibi biri düşünmek ne kadar doğru. Şimdiden Allah razı olsun hocam. İnşaallah cevap verirsiniz.
Manevi mertebelerde elbette ki 'seçilme' yani istıfâ müessesesi vardır. Başında da Mevlâ-yi Zû'l-Celâl... Ona geleceğiz. Ancak ondan evvel bilmemiz gereken husus; bâtın âleminde, seyr u sülûk yolunda mesafe alabilmek, rütbeler elde edebilmek, evliya tasnifine girebilmek için, tabii ki ibadet ve tâatte, zikr u fikirde, Allah yolundaki hizmetlerde ihlâs üzere sa’y u gayret, kısacası ilim-amel-ihlâs sacayağı lâzım. Hatta bunların hepsinin üzerinde de, Cenab-ı Hakk’ın inayeti gerek. Yoksa havanı alırsın! O bakımdan asıl önemli olan da, her şeyde hedefin rızâ-yı ilahi olması icap eder. Bütün bunların neticesinde, belki velîler listesine de dâhil olabilirsin ama, hiçbir hâl u kârda akıbetinden emin olamazsın. O bakımdan kâmil imanla huzur-i ilahiye göçebilmek için, ömrümüzün her anında Hz. Mevlâ’ya çoook ama pek çok yalvarıp yakarmalıyız…
Ümmeti irşad vazifesi, yani şeyhlik-mürşidlik, peygamber varisliği ise, tamamen 'seçilmişler'in kârıdır. Onlar Allah ve Rasûlü ile bu işlere mahsus manevi hey’et tarafından intihab olunur. Kısacası senin anlayacağın, demokrasilerde seçim aşağıdan yukarıya yapılır, lakin bu manevi noktadaki seçimlerse yukarıdan aşağıya doğru olur.
Hâsılı, seçilen seçilmiş, sen o mevzularla kafanı-gönlünü oyalayacağına-bulandıracağına, seçilmişlerin daire-i emânında Ashab-ı Kehf’in Kıtmîri gibi olmaya, kendine küçücük de olsa bir yer edinmeye bak! Sa’y u gayretin bu yönde olsun. Nene gerek senin bu tehlikeli uçurumlarda dolaşmaya kalkışmak, uçsuz bucaksız mânevi deryalarda kulaç atmaya yeltenmek! Kılavuzunu-rehberini, mürşidini takip et, ona tâbi ol yeter. Hatta yeter, yeter, yeter de artar bile!
Son söz:
Hiç bu saçmalıkların doğruluğu olur mu?!
Pki hocam teşekkürler sağolun
Hocam şeytan ve cin arasındaki fark ne aynı şey mi?
Şeytan ve çinlerde ölür mü?
Şeytan ve cinlerde ölür mü? İsim mahfuz – Facebook
*******
Dedim ya, bu meseleler esasen ilgi alanımız değil, ilgilenenlere sor. Fazla merakın da yarar getirmeyeceğini hatırlatmıştık, öyle değil mi?
Her neyse… Merakını gidermek için sorduklarını kısa da olsa cevaplamaya çalışalım.
1- Şeytan ve cinn, yaratıldıkları madde itibariyle biribirlerinden ayrı varlıklar değildirler. Aralarındaki fark sadece iman edip etmemeleri itibariyledir.
Şeytan / şeyâtîn taifesi tamamen kâfirdir.
Cinler ise, mü’min veya kâfir olarak ikiye ayrılmaktadırlar. Kâfir olanlar arasında müşrikler-münafıklar bulunduğu gibi, Îsevî ve Mûsevî (Hıristiyan ve Yahudi) olanları da vardır. Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) iman eden Nasîbin (veya Nusaybin) cinleri Yahudi idi. Onların iman edenlerinin Ehl-i Sünnet mezhebinden olanları bulunduğu gibi, Bid'at Ehli’nden (fırak-ı dâlle / sapık fırkalardan) olanları da mevcuttur. Mezhep taklidi bakımından da Hanefî olanları olduğu gibi, Şâfiî, Malikî ve Hanbelî mezheplerine mensup bulunanlarıı da vardır.
Cinler de insanlar gibi ibadetle mükelleftirler. "Ben cinleri de insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" [Zâriyât suresi, 56] mealindeki ayet-i kerime, onlarda da aynen bizim gibi mükellefiyetin / yükümlülüğün bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
2- Allah’tan başka her şey ölümlüdür. Şeytan da cinler de takdir edilen ömürleri bittiğinde elbette ki ölürler. İmam Ahmed b. Hanbel’in (rh.) Müsned’inde zikri geçen bir hadis-i şerifte Rasûl-i Zîşân Efendimizin (s.a.v.) bir dualarında, Cenab-ı Hakk'a, "Sen öyle bir Hayy'sin ki asla ölmezsin, hâlbuki cin ve insanlar ölürler" diye niyazda bulunduğu nakledilmektedir. Ezelen ve ebeden ölümsüz olan sadece Allah Teala’dır.
Cinlerin ömürleri, insanların ortalama ömür süreleri olan 70-80 senenin yaklaşık 10 ilâ 13 katı, yâni 700 ilâ 1000 sene arasında değişmektedir. Ancak bazı Cinlerin ömürlerinin 1400 seneye yakın bir zamanı kapladığı da bu sahada ihtisas sahibi olan kişilerce belirtilmektedir. [Mesela bkz. İbn Arabî’nin k.s., Müsâmerât’ta anlattığı ‘oduncunu hadisesi’]