Selamün aleyküm hocam, yurtdışında yaşıyoruz, kimi zaman farklı durumlarla karşılaşıyoruz, mesela kilisede namaz kılınabilirmi? Ş. Şahin Kurnaz - Almanya (Facebook)
*******
Ve aleyküm selam.
Zaruret halinde, gerekli tedbirler alınarak, kilisede ve sair mekânlarda namaz kılınabilir, caizdir. Ancak bir zaruret ve mecburiyet yoksa mekruhtur. Bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/755-kilisede-namaz-kilinir-mi.html
Hz. Ömer’in (r.a.) kilisede namaz kılmayı reddetmesi ise, aşağıda anlatacağımız üzere, bir başka sebebe istinad eder.
Yahudi ve Hıristiyanlar kadar, ilk kıble olması hasebiyle Müslümanlar için de mukaddes bir mekân olan Kudüs (bâhusus Beytü’l-Makdis), Hz. Ömer (r.a.) devrinde fethedildiği zaman, İslâm’ın gayrimüslim unsurlara musâmahası adına önemli hâdiseler yaşanmıştır.
Ömeru’l-Fâruk (r.a.) Kudüs’te yaşayan gayrimüslimlere tam bir inanç hürriyeti sağlamış ve onlarla akdettiği anlaşma metninde bunları bütün açıklığıyla ifade etmiştir. Buna göre;
- Kiliseler mevcut hâliyle korunacak, yıkılmayacak ve sayıları azaltılmayacaktır.
- Dinlerinden dolayı rahatsız edilmeyecekler, zarar görmeyeceklerdir. [Taberî, Tarîhu’r-Rusûl ve’l-Mülûk, Leiden, 1879-81, I/2405-6]
Hz. Ömer bin Hattâb (r.a.) bu anlaşmayı akdetmek üzere Kudüs’e geldiği sırada, Hıristiyanların dinî lideri Patrik Sofranyus, ona şehrin en büyük kilisesi olan Kıyâme (Ba’s) Kilisesi’nde namaz kılması teklifinde bulunmuş... Lâkin o, namaz kılması durumunda kilisenin ileride Müslümanlar tarafından camiye çevrilebileceği endişesiyle namaz kılmayı kabul etmemiştir. [Abbas M. el-Akkâd, el-Abkariyyetü’l-İslâmiyye, Beyrut, 1968, s. 427-8]
Yine Hz. Ömer (r.a.) hilâfeti döneminde fethedilen Mısır’da da aynı musâmahalı tavrın sergilendiği görülür. Mısır’ın fethine şahit olan Nikou Piskoposu Jean, şehri fetheden Amr b. Âs’ın (r.a.) kiliselere dokunmadığını, onları yağma etmediğini, emlâkine el koymadığını ve Müslümanların Hıristiyanların işlerine karışmadığını açıkça ifade etmektedir. [Mustafa Fayda, “Ömer”, TDV İslam Ansiklopedisi, XXXIV / 50]
Hâsılı, Hz. Ömer’in (r.a.) dışındaki diğer Müslüman idareciler de, bazı istisnaî durumlar haricinde, hep Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) tarafından tatbik edilen esaslara muvafık hareket etmişlerdir.
Selam aleyküm hocam. İyisiniz inşallaah. Size bir sualim olacak. Göz iltihabından dolayı abdest bozulur mu. İsmi mahfuz tutarsanız sevinirim. Cenab-ı hakk dininin hizmetinden ayırmasın. (gmail’e gelen. İsim mahfuz)
*******
Ve aleyküm selam.
Kan, irin ve sarı sudan başka olan akıntılar, bir dert / hastalık sebebiyle akıyorsa, abdesti bozar. Meselâ bir illetten-iltihaptan dolayı, kan-irin ve sarı su değil de beyaz olarak gelen gözyaşı da, abdesti bozar. Yani bir göz hastalığından dolayı gözleri sulanan kişinin abdesti bozulur.
Ağlamaktan veya soğan gibi göz yaşartıcı şeylerden dolayı gelen gözyaşları ise abdesti bozmaz. Ancak, biraz önce belirttiğimiz gibi Hanefî mezhebinde, göz iltihabı-ağrısı gibi hastalıktan meydana gelen akıntının abdesti bozacağı, böyle kimse özür sahibi sayıldığından her namaz için vakit girince abdest alması lâzım geleceği ifade edilmiştir. [Bkz. el-Kâsânî (Vefatı: 587), Bedâyiu’s-Sânayi‘ fî Tertîbi’ş-Şerâî‘, Beyrut, 1394 / 1974, Abdesti bozan haller bahsi]
Özür sahibi ve abdesti hakkında detaylı bilgi için bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/727-ozur-sahibi-ve-abdesti.html
Selamun aleyküm hocam
1-Görülemeyen bir necasetin bulaştığı bir elbiseyi yıkarken kapa koyup yıkamak mı gerekir yoksa sadece çeşmenin altında yıkasak yeterli olur mu?
2-Bir necaseti temizlerken üzerimize sıçramalar oluyor bunlar affedilmiş midir.örneğin çeşmenin altında necis bir şeyi temizlediğimiz sular yere düşünce pantolonumuza sıçrayabiliyor.bunlar affedilmiş midir?
*******
Ve aleyküm selam.
1- Necis (pis) olan bir şeyi su ile yıkamak hususunda akarsu / çeşme veya durgun su ile kap içinde yıkamak arasında bir fark yoktur. Yeter ki yıkama sonunda sıkılan su berrak bir hâle gelmiş olsun.
Malum olduğu üzere görülemeyen bir pisliğin bulaşmış olduğu eşya-elbise v.s., bir kap içine konarak üç kez yıkanıp her defasında sıkılmakla temizlenmiş olur. Sıkmak, yıkayıcının kuvvetiyle orantılıdır, yalap-şalap değil, ona göre olması gerekir. Son sıkmada da, hiç su damlamayacak şekilde sıkmak lâzımdır. Böylece hem yıkanan şey, hem yıkayıcının eli, hem de kullanılan kap temizlenmiş olur.
Bu yıkamada sıcak su veya sabun gibi ekstra temizleyici maddelerin kullanılması şart değildir. Bununla beraber güçlük olmadığı ve mevcut bulunduğu takdirde bunların kullanılması tercih edilir. Ayrıca bu noktada yapılması icap edenleri yaptıktan sonra, şüpheci olmamak lâzım. Bir de suyu israftan kaçınmak ve iktisada riayet etmek gerekir. Çünkü israf haramdır.
2- Necasetin temizliği esnasında da, abdest alırken kullandığımız mâ-i müstâmelin üzerimize sıçramaması hususunda da hassas davranmamız, gereken tedbiri almamız iktiza eder.
Necaset olan bir yere dökülen temiz su, necasete bulaştığı için temiz değildir. Fakat bu sudan insanın bedeni veya elbisesinin üzerine sıçradığı takdirde bakılır; şayet değdiği elbisenin dörtte birinden ziyade değilse veya değdiği uzvun / organın dörtte birinden çok değilse bağışlanır. Dolayısiyle bununla kılınan namaz sahih olur.
Nitekim insanın bedenine veya elbisesine sıçrayan iğne ucu kadar idrar serpintileri, bedenin tamamını kaplasa bile namaza mâni değildir. Çünkü bundan sakınmak zordur.
Ancak devamlı olarak idrar sıçrama ve serpintisinden korunmak sünnettir. Yollara ve asfaltlara ayakkabıyla basılması yolları necis kılmaz. İmâmeyn’in yani İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'in (rahımehumallah) görüşü böyledir. Kabul edilen (müftâbih olan) görüş de budur.
Hâsılı;
Biz elimizden gelini yaptıktan, yani vüs’atimiz nisbetinde kaçındıktan sonra oluşabilecek sıçramalar ma’fuvdur, bağışlanır. Ancak unutmamak lazım; Müslüman lâubâli olamaz, dağınık ve dikkatsiz değildir, yaptığı her ameli kafasına göre değil, âdap ve usûlüne uygun olarak yapar.
Hocam bu iskender evrenesoglu hakkinda ne düşünüyorsunuz? tesekkur ederim hayirli aksamlar.. Mustafa Güneş – Facebook
*******
Değerli kardeşim;
Müşârun ileyh, kamuoyunda "Sahte Peygamber" olarak bilinen sapıktır! Hakkında ne düşünebiliriz ki böyle birilerinin..?
Çok yakın tarihimizin icraatlarıyla malum, zulmiyle meşhur 28 Şubat döneminde, ülke ve özellikle Müslümanlar aleyhindeki çalışmalarıyla ünlü Batı Çalışma Grubu'nun, "örnek din adamı!" diye gösterdiği bir herif-i nâ-şeriftir Evrenesoğlu… Atalarımızın dediği gibi, “Söyle dostunu, kim olduğunu söyleyeyim sana…” Nebevî ifadeyle, “Kişi sevdiğiyle beraberdir!” Dostu, sevdikleri BÇG olan birinin, dini tahrip noktasında onlardan farklı olacağını düşünmek, herhalde çok büyük bir safdillik olur.
Basında-medyada şöyle kısa bir araştırma yaptığımızda karşımıza, mûmâ ileyhle ilgili ana hatlarıyla şu çok önemli bilgiler çıkıyor:
1- Sahte Mehdî… Yani bu kişi, önce Mehdî olduğunu iddia etmiş.
2- Sahte Peygamber… Herhalde Mehdîlik iddiasına çok fazla itibar edilmemiş veya hızını alamamış olacak ki, sonrasında Peygamber (!) olduğunu söylemiş.
İşin en garib tarafı da, sözde peygamber olduğunu, kendisine vahiy geldiğini iddia eden bu herifin, Kur’an’ı yüzünden dahi okumasını bilmiyor olmasıdır!
Hâsılı; sapıklıkta ve saptırmakta zirveleri zorlayan bu kişi, neresinden bakarsanız bakın, tek kelimeyle “sahtekâr”ın tekidir!
Daha fazla söze hacet yok.
Selamün aleyküm. Hocam namazdan sonra okunan "Allahumme entesselamü ve minkesselam,.." duasını okumanın hükmü nedir, Peygamberimizin bu konudaki uygulaması nasıl olmuştur? Allaha emanet olunuz. Ahmet Sacit Sarıyıldız - Facebook
*******
Ve aleyküm selam.
Hz. Sevbân'dan (r.a.) rivayet edilen bir hadisi şerifte, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) selâm verince -bir rivayete göre de ifade, namazı bitirince- üç kere "estağfirullâh" der ve şöyle söylerdi: "Allâhümme ente’s-selâmü ve minke’s-selâm, tebârekte yâ ze’l-celali ve’l-ikrâm."
Meali: “Allâh'ım! Sen selâm’sın (Selâm sıfatının sahibisin, her türlü noksanlıklardan berîsin, kurtuluş merciisin). Selâmet (her türlü belâ ve musibetten emniyet) ancak Sendendir. Ey celâl (azamet / ululuk) ve kerem-ikrâm sahibi (Rabbim), Senin şânın çok yücedir."
Bu dua farz namazlardan sonra okunduğu gibi, sünnet namazlardan sonra da okunur. Çünkü bu dua ile Allâhü zû’l-Celâl’in yüceliği zikredilmiş / anılmış oluyor. Bu bakımdan sünnetlerden sonra okumak da sünnet olmuş olur.
Maalesef zaman zaman rastlıyoruz Ramazan aylarında… Müezzinlerimizin bazıları, cemaatle kılınan Vitir namazının ardından bu duayı okumadan hemen, “Alâ Rasûlinâ salavat” diyerek devam ediyorlar. Buna şahit olan ve meseleyi bilenlerin onları münasip bir lisanla ikaz edip hatırlatması gerekir.
Memleketimizdeki yaygın olan şekliyle, namazların farzlarından sonra üç defa istiğfar getirme uygulaması pek fazla yapılmıyor, müezzinler tarafından doğrudan "Allâhümme ente’s-selâmü,.." duası okunuyor. Namaz bitiminde de Salavât, Sübhânallâhi… tesbihi söyleniyor. Ardından Âyetü’l-Kürsî, İhlâs-ı şerif, Felak ve Nâs surelerini okumak da Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) hadisleriyle sabittir, sünnettir. Gene bunların ardından da 33 kez Sübhânellâh, 33 kez el-Hamdülillâh, 34 kez de Allâhü ekber deyip, bunu “Lâilâhe illallâhü vahdehu lâşerîke leh…” temcid kelimeleri ile bitirmek de sünnettir.
Ancak bunlar, Asr-ı Saâdet’te yani Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında seslice ve bir müezzinin komutuyla söylenmiyordu, herkes kendisi içinden okuyordu. Fakat İslâm’a sonradan girenlere, bu duaları ve okuma usûlünü bilmeyenlere de öğretmek maksadıyla vazifeliler, bu duaları biraz seslice okumaya başladılar... Sonraları ise buna alışıldı ve bunları hatırlatmak müezzinin vazifesi gibi addolundu. Şer’î bakımdan herhangi bir mahzur söz konusu olmadığından, tatbikat da bu yönde devam etmiş ve etmektedir.