merhaba hocam.. bu sorumu kimseye soramadım ya da paylaşamadım. kız arkadaşımla 1 yıldan bu yana kadar çıkmaktayız ve kız arkadaşım bana ilk başladığımzda itiraf edip paylaşmıştı bir kişi tarafından tecavüze uğramış ve bunu hiç kimseyle paylaşamamış. ve bunu kabullenerek başladık. ve şuan çevrem de akrabalarımda dostlarımda hep duyduğum tek varsayım var bakire olmayan birisiyle evlenilmez diye.. ve bu durumu hiç kimse bilmiyor. sadece kız arkadaşımla ben biliyorum. ve çevremde böyle varsayımlar konuşmalar duyduğumda kendim bunalıma giriyorum ve bunu kız arkadaşıma da yansıtamıyorum.. ne yapabilirim? dinimizde bu durumda olan kişiler nasıldır ne yapmam gerekiyor ya da bir kişi duyduğunda böyle oldugunu korkuyorum onların bana karşı düşüncelerinden dalgalarından alaylarından ya da dışlamalarından.. inşallah derdimi sorumu anlatabilmişimdir. yardımcı olursanız çok sevinirim. şimdiden allah razı olsun..
Hocam ben Kırgızistanlıyım Süleyman efendi hazretlerinin kursalırnda (kurslarımızda) üniversite talebesi olarak okudum şu anda Moskovada çalışıyorum (üniversiteyi mezun olduktan sonra). Biz üniversite talebesi olduğumuz için tassavuf bilgilerinde çok zayıfız bazı konular çok akılıma takılıyor bu siteyi bulduğum için çok sevindim Allah sizden raazı olsun. Şimdi soruya geçeyim, Hocam malümunuz şimdi Türkiyede İsmailağa cemaatı ileri gelen ve tanılan bir cemaattır Mahmut Ustaosman oğlu hofaefendi son asrın müceddidi ilan edildi, bu cemaata biz nasıl hitap etmeliyiz O zatın muridleri tarafından edilen sohbetleri dinleye bilirmiyiz muceddid olduğunu kabül etmelimiyiz? Hocam ben Türk üniversitesi mezunuyum musayit vakitlerimi sohbet dinlemekle geçiririm son zamanlarda bu cemaata çok önem vermeye başladım bazende korkuyorum çünkü hocalarımız anlatıyordu hazreti Ustazımız son müceddittir ondan sonra muceddid gelmeyecek diye ama bizim hocaların vaaz sohbetleri mediyada çok az olduğu için başka hocalardan sohbet dinlemek zorunda kalırız.Kısacası hocam İsmailağa cemaatinden istifade edebilirmiyiz? Yanlış kelime ve tabir kullanmış olabilirim kusurumuza bakmaıyn. Abdullah
*******
Sevgili kardeşim;
Rabbim cümlemizi ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’i ve evladını hidâyet-i kamileden ayırmasın. Sırât-ı müstakiminde sabit-kadem eylesin. Feyzimizde-nurumuzda daim, rızâsına muvafık hizmetlerde kaim kılsın.
Hayır-dualarınıza mukabil Allah (c.c.), sizlerden de râzı olsun.
Şunu hemen belirtelim ki; sözünü ettiğiniz bu kanaat kimseyi bağlamaz. Bir başkası da yaptığı araştırma sonucu, farklı bir kanaat ve neticeye ulaşabilir. O bakımdan bu gibi iddiada bulunanların en azından, “bizim araştırmalarımızın sonucu budur, böyle inanıyoruz, doğrusunu Allah bilir” demeleri münasip ve güzel olur, hatta öyle söylemeleri icap eder.
***
Ayrıca müceddid için, bütün İslâm âlimlerinin bunu kabul etmesini beklemek doğru bir tavır olmayacağı gibi, böyle bir şart da yoktur. Zaten tarih boyunca hiç bir müceddid bütün âlimlerce müştereken kabul edilmiş de değildir. Bazı isimlerin müceddid diye meşhur olması ise, genel olarak bu şekilde kabul görmesi tarzındadır.
Ve yine müceddid'in bilinmesi, herkes tarafından anlaşılması dînî bir vecibe ve mecburiyet de değildir. Fakat onu tanıyan, istifade ve istifaza eden mü'minler, Allahu Teâla'nın onu vazifelendirmekle murad ettiği nûr ve feyizlerden faydalanmak nimetine kavuşmuş olurlar. Madem Allah Teâla, Rasûl-i zîşânının (s.a.v.) diliyle ‘her asırda ümmet için bir mücedddid göndereceğini’ vaad etmiş, bu vaade karşı lakayd kalmak da tabii ki akıl kârı değildir.
***
Sahib-i zaman Üstâzünâ Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri bir gün, “evlatlarım” tabir ettiği talebelerine hitaben buyururlar ki:
“Allahu zû’l-Celâl hazretleri dinini ihyâya hükmetti ve min indillâh bu tecdîd / yenileme vazifesi, benim ve sizin omuzlarınıza indi. Delil mi istiyorsunuz? İşte Hz. Allah, çelik-çomak oynayacak çocuklara kısa zamanda ilmini ihsan ettiği gibi, irşâda dahi istidat veriyor. Bundan büyük delil mi olur.
“Cihanın nûru, merkez-i tecellî-yi zât olan Vâris-i Muhammedî’nin kalb-i şerifinden dağıldığından, bütün tarikatler feyz almak için ona muhtaç ve irtibat kurmaya mecburdurlar.
“Vâris-i Muhammedî ve sahib-i zaman’ın sonuncusu, sâdât-ı kiramdan olup, bu devlet Türkiye’ye ihsan olunmuştur. İmam-ı Rabbani (k.s.) Hindistan’da, Hz. Şah-ı Nakşibend ve Salâhuddin İbni Mevlâna Sirâcüddin (k.sırrahuma) Buhara’da, son Sahib-i Zaman (k.s.) ise Türkiye’de zuhur etmiştir. Cümlesi sâdâttan (seyyidlerden) olup, bu tarîk-ı âlinin yüceliğine şehâdet eder. Irk ve milliyet gözetmeden Hindistan, Pakistan ve Buhara’dan emanet-i kübrâ, ilâhi irâde icabı, Türkiye’ye intikal etmiştir.” [Erol, Ali, Hatıratım, s. 24, 32-33]
Velhâsıl, işin hulâsası / özeti budur.
Dileyen dilediğini “müceddid”, “mürşid-i kâmil” ilan ededursun; bizim yolumuz da, müceddidimiz de, mürşid-i kâmil ü mükemmilimiz de bellidir. Zerre miktarı da olsa bir tereddüdmüz, abdestimizden şüphemiz yoktur. Kuşkusu olanlara da, “güle güle” demekten öte yapabileceğimiz bir şey gelmez elimizden… Binaenaleyh 'selametle' der geçeriz.
Zâhirî ilim bakımından bilmediklerini öğrenmek için elbette ki Ehl-i Sünnet müntesibi olan her yerden, herkesten, her eserden istifade edebilir, yararlanabilirsin. Ama manevî-bâtınî cihetten ancak kendi yolunun-meşrebinin büyüklerinden, onların sohbetlerinden ve eserlerinden istifâza edebilirsin (feyizlenebilirsin). Tasavvufta usûl budur.
“Çatal kazık toprağa gitmez”!
Selamun aleykum Hocam. Bu günlerde gündemde olan aynı bahçe içinde cami ve cemevi yanyana projesine dair yorumunuz nedir?
selamun aleykum hocam;
sizi gereksiz meşgul etmek istemezdim,özür dilerim.
Allah dostlarının hayatlarını anlatan bir yazıda,Seyid Fehim Arvasi (ks) hazretlerinin hayatını okurken şaşırtıcı yazılar gördüm, sizin bu Allah dostu hakkında malumatınız var mıdır? vaktiniz olursa alıntıladığım kısmı okuyup,şahsi düşüncenizi paylaşır mısınız, Allah razı olsun hocam.''.....Kendisi veli olan, âlim ve velilere çok hürmet eden Sultan İkinci Abdülhamid Han, Seyyid Fehim hazretlerinin sohbetlerinde bulunup, duasını aldı. On iki gün kadar İstanbul'da misafir ettikten sonra, Haydarpaşa'ya kadar merasimle, törenle uğurladı.
Seyyid Fehim hazretleri ve Seyyid Ubeydullah Efendi vapurla Mısır'a gittiler. Oradaki âlim ve veliler ile görüşüp sohbette bulundular. O devrin önemli ilim merkezlerinden olan Ezher Medresesinden yetişen âlimler, Seyyid Fehim hazretlerinin ilim ve faziletteki üstünlüğünü kabul ettiler.
Seyyid Fehim hazretleri, hizmetlerinde bulunan Hacı Ömer Efendiyle birlikte Câmi-ül-Ezher Medresesine gittiler. Bir odaya girdiler. Bu odada oturan bir âlimin etrâfında çok sayıda kitaplar ve önünde bir kağıt olduğu halde oturduğunu gördüler. Âlim, kitaplara bakıyor fakat önündeki kağıda bir şey yazamıyordu. Seyyid Fehim hazretleri kağıtta olan yazıyı bir defada okuyup ezberledi. Çünkü bir defa okuduğu yazıyı ezberlemek onun hususiyetlerindendi. Âlim kimse başını kaldırıp; “Sizin okumanız var mıdır?” diye sordu. Seyyid Fehim hazretleri ilimle bir miktar meşgul olduğunu bildirdi. Âlim; “Siz bu kağıttaki yazının manasını bilir misiniz?” dedi. “Evet” cevabını alınca, hayret etti ve; “Hayret! Câmiü'l-Ezher Medresesi (Üniversitesi) bütün şubeleri (fakülteleri) ile bir haftadan beri bu meselenin halli için tatil edildi. Reisü'l-ulema başta olmak üzere bütün âlimler gece-gündüz çalışmaktadır. Bu yazının mana ve mefhumunu anlamaktan aciz kaldı” dedi. Seyyid Fehim hazretleri; “Basit bir meseledir” buyurunca, âlim daha çok hayret etti.
Seyyid Fehim hazretleri anlaşılamayan meseleyi izah etmeye başladı. Hayretler vâdisinde dolaşan âlim, saygıyla kalkıp elini öptükten sonra, hemen kağıt kalem alıp Fehim-i Arvasi hazretlerinin izahını yazdı. Adresini alarak tekrar ellerini öptü ve ayrıldı. Seyyid Fehim hazretleri de Hacı Ömer Efendiyle birlikte kiraladıkları eve döndü.
Bir müddet sonra Câmiu'l-Ezher Medresesi Reisü'l-ulemâsının (rektörü) gönderdiği dört âlim çıkageldi. Reisü'l-ulemâ tarafından Câmiu'l-Ezhere davet edildiğini ifade ettiler. Seyyid Fehim hazretleri daveti kabul buyurup, gitti. Büyük bir salonda Reisü'l-ulemâ başta olmak üzere beş yüze yakın âlim büyük bir saygı ile kendisini karşıladılar. Seyyid Fehim hazretleriyle Reisü'l-ulemâ yan yana oturdular. Sohbet başladı. Reisü'l-ulemâ, Seyyid Fehim hazretlerine; “Efendi hazretleri! Tam istenen şekilde açıkladığınız mesele, Câmiü'l-Ezherce müşkil ve manası anlaşılamayan bir mesele hâline gelmişti. Cenab-ı Hakk'ın yardımıyla bu müşkilâttan bizleri kurtardınız. Câmiü'l-Ezher size sonsuz şükrân borçludur” dedi.
'''Birçok müşkil meselelerin halledildiği sualli cevaplı sohbet, saatlerce devam etti. Bu sırada Seyyid Fehim hazretleri, yanındaki Hacı Ömer Efendiden tütün çubuğunu doldurmasını ve yakmasını istedi. Hacı Ömer Efendinin hazırladığı çubuktan birkaç nefes çekip yerine koydu. Reisü'l-ulemâ, Seyyid Fehim hazretlerinden müsaade isteyip; “Birkaç nefes de ben çekebilir miyim?” dedi. Seyyid Fehim hazretleri müsaade ettikten sonra birkaç nefes de Reisü'l-ulemâ çekti. Fakat bu sırada salondaki âlimler arasında fısıltılar başladı. İki âlim gelerek Reisü'l-ulemâ'ya; “Efendim tütün içmenin kesin haram olduğuna dair dört fetva vermiştiniz. Şimdi içiyorsunuz, hikmeti nedir?” diye sordular. Reisü'l-ulemâ cevaben; “Yemin ederim ki bizim ilmimiz bu zatın ilmi yanında denizde bir damla gibidir. Verâ ve takvamız da bu zatın verâ ve takvâsı yanında yok gibidir. Bu zata uyarak bugünden sonra tütün içeceğim. Demek ki yanılmışım. Haram değilmiş. Haram ve günah olsaydı, bu zat ağzına koyar mıydı? Siz serbestsiniz. Benden haram olduğunu duyan herkese haram olmadığını duyurunuz” dedi......'' Ismail ardıç
*******
Ve aleyküm selam.
Bir insan âlim olabilir, ârif ve velî de olabilir. Ama hepsinin dereceleri-mertebeleri aynı değildir, farklıdır. Her subay general olmadığı gibi, her general de orgeneral değildir. Mesela velayetin / evliyalığın en düşük basamağı velayet-i suğradır, sonra velayet-i kübra, onun ardından da velayet-i ulyâ gelir. Bu sınıfların hepsi de velidir, ama rütbeleri değişiktir. İrşada ehliyet ise, bambaşka bir makamdır. Teşbihte hata olmasın, Genel kurmaylık gibi…
Naklettiğiniz menkabeye gelince…
1- II. Abdülhamid Han (k.s.) hazretleri kendileri zaten çok büyük veli ve zirvede bir devlet ve siyaset adamıdır. Toplumda her alandaki grupları-klikleri, ulema, yazar-çizer, mütefekkir ve mütefelsifleri gayet güzel idare ettikleri gibi, velileri, tarikat şeyhlerini de hep hürmet saygı ile karşılamış, onlardan yardım ve iltifatını esirgememiştir. Dolayısiyle hemen herkes onu kendisinden bilir. Oysa o Nakşîdir ve bu yolun 32’nci halkası Salahuddin İbni Mevlana Siracüddin (k.s.) hazretlerine bağlıdır.
2- Hikayede nakledilen ve Ezher ulamasınca çözülemeyen mesele nedir, onu adı geçen zat nasıl çözmüştür? Ansiklopediden yaptığınız iktibasta bu durum bir muamma olarak kalmış! Biliyorsanız bunu da nakletseniz iyi olur. Bu haliyle mesele muallakta kalıyor, kahvehane hikayelerine dönüyor.
3- O günkü ulemanın sigayara “haram” yerine “mekruh” demesini, bir bakıma makul görmek gerekir. Zira tütünün zararı, günümüzdeki kadar tebellür etmiş değildi. Ama bugün her haliyle ortadadır, aksini düşünmek, söylemek mümkün değildir. Hele hele faydasından söz edene pek de akıllı gözüyle bakmazlar. Zaten söyleyenler de kendi tiryakiliklerine kılıf uydurabilmek için bu iddiayı dile getirmektedirler… Başka değil.
4- Haram-helal meselelerinde ölçü, velilerin söz, hal-hareket, tavır-tarz ve uygulamaları değil, fukahanın içtihatlarıdır. Bizim fukahamız da bunun haramlığına hükmetmişlerdir. [Bu mevzuda kaleme aldığımız -gerek sitedeki gerekse mollacami’deki- yazılarımıza bkz.] Nitekim bu hususta İkinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
“Sofiyyenin (tasavvuf erbâbının) amelleri, helâl ve haram mevzuunda senet değildir. Fakat onları ayıplayamayız da; mâzur görürüz. İşlerini Allah’a ederiz.
“Helâl ve haramı anlamakta, İmam Ebû Hanîfe, İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed (rahimehumullah gibi müçtehitler)'in kavilleri mûteberdir. Şiblî’nin ve Ebû Hüseyin Nûrî’ (k.esrarahum gibi tasavvuf erbâbı)'nın amellerine bakılmaz.
“Bugün, şeyhlerinin amellerinden başka bir şeye bakmayan ve kulak asmayan sofiyye, raks ve semâ’ı [da, sigarayı da] dinleri ve şerîatleri hâline getirmişlerdir. Şeyhlerinin amellerine istinad edip, onu, tâatleri ve ibâdetleri olarak kabûl etmişlerdir. ‘Onlar öyle kimselerdir ki, dinlerini bir oyun bir eğlence haline getirmişlerdir...” [A’râf sûresi, 51; el-Mektubat, 1, 266]
Selamün Aleyküm Hocam. İstibra için tuvalet kağıdını tıkaç olarak tenasül uzvuna takılması tavsiye edilmişti akıntıyı engellesin diye. ama kağıdın ihtiyaç giderirken çıkmadığını fark ettim sanki. Böyle bir şey olabilir mi?