Resulullah (asm) şöyle buyurdu: “Kim Müslüman kardeşini işlediği bir suçtan dolayı ayıplarsa kendisi de o suçu işlemeden ölmez.” (Tirmizi) Hocam bazen nefsimize hakim olamayıp birini gunahindan dolayı kinadigimizda ya kendimiz yada sevdiğimiz biri aynı hataya düşünce bu hadisi şerif o zaman dank ediyor kafamıza peki biz pişman olup tevbe eder ve dua edersek bu başımıza gelen musibetten kurtulabilirmiyiz. Örnek vermek gerekirse onceden açıkları kınayan birinin büyüdüğünde kızını tesetture sokamamasi gibi. Hocam eğer kinamissak ve başımıza gelmişse bunun bi çaresi yok mudur artık tevbe ve dua ile başa gelen musibeti geri cevirebilirmiyiz
Soru: Melisa tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Selamün aleyküm.
Değerli kardeşim; aslında sorduğunuz meselelerin pek çoğunun cevapları geçmiş yazılarda mevcut. Ama zannederim dikkatle okunmuyor, araştırılmıyor; sadece kendi sorduklarımızın cevabını takip edip geçiyoruz. Böyle olunca haliyle her seferinde tekrar sormak gerekiyor. Bu sözünü ettiğiniz hususların da cevapları var sitede. Değişik zamanlarda, muhtelif yazılarda fazlasıyla ele alınmış. Ama madem sormuşsunuz, tekrar da olsa açıklamaya çalışalım vaktimiz nisbetinde...
Kopyaladığınız hadis-i şerif mealinde de görüldüğü üzere Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) bu noktadaki ikaz ve ihtarları gayet nettir, açıktır. Bu haslet, yani kişinin din kardeşini / kardeşlerini herhangi bir hatasından dolayı kınayıp ayıplaması çok çirkin bir huydur. Kâmil bir mü’mine asla yakışmaz, kesinlikle bunu yapmaması gerekir. Yaparsa da cezası belirtilmiştir. Bu mevzuda uyarıcı başka hadis-i şerifler de vardır. Mesela şöyle buyrulmuştur:
"(Müslüman kardeşinizi) kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz. (Ölmezden evvel mutlaka kınadığınız ayıpla siz de kınanırsınız.)" [Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 53, Hadis no: 2507; Beyhaki, Şuabu'l-İman, 5, 315, H. no: 2778; ayrıca bkz: Aclûnî, Keşfu'l-Hafa, 2, 265]
Abdullah İbn Ömer (r.anhümâ) anlatıyor:
"(Bir gün) Rasûlullah (s.a.v.) minbere çıkıp yüksek sesiyle şöyle nidâ etti (seslendi):
"Ey diliyle Müslüman olup da kalbine iman nüfuz etmemiş olan(münafık)lar! Müslümanlara eza vermeyin, onları kınamayın, kusurlarını araştırmayın. Zira kim Müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa, Allah da kendisinin kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurunu araştırırsa, onu, evinin içinde (insanlardan gizli) bile olsa rüsvay (rezil-maskara) eder."
Ve yine İbn Ömer (r.anhuma) bir gün Kâbe'ye baktı ve:
"Şânın ne yüce, hürmetin ne yüce! Ancak mü'minin Allah nezdindeki / yanındaki hürmeti (kıymeti-değeri) senden de yüce!" dedi." [Tirmizî, Sünen, Birr, 85, H. no: 2033]
İşte böylesine yüce ve Kur’an-ı Kerim’in tabiriyle eşref-i mahlûkat (yaratıkların en şereflisi) olan insanı, hele hele mü’min-müslim kardeşimizi kınayıp incitmemek lazım.
Bu hadis-i şeriflerdeki ‘Müslümanın kınanması’ ifadesi, onun geçmiş zamanda işlediği günahları, hataları, kusurları sebebiyle ayıplanması, geçmişinin başına kakılması anlamına gelir. Çoğunluk görüşe göre; kusurlarına, günahlarına tevbe etmiş bir mü’minin kusurlarını araştırıp kınamak, o günahın, kusur araştıran kişinin başına da geleceği manasındadır. Ancak bazı âlimler, eski günahlarından tevbe ettiğinin bilinmesi ile bilinmemesi arasında fark görmezler, her iki halde onların başına kakılmasının câiz olmayacağını söylerler. Dikkat etmek gerek!
Allahu Teâla hata ve günahları açığa çıkaran değil, hata ve günahları örten kullarından eylesin cümlemizi...
Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) bir diğer hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuşlardır:
“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mü’min) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir Müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter." [Buhârî, Sahih, Mezâlim, 3; Müslim, Sahih, Birr, 58]
Peki, dediğiniz gibi yaptığımızdan “pişman olup tevbe eder ve dua edersek, bu başımıza gele(cek ola)n musibetten kurtulabilir miyiz”?
Kurtulup kurtulamayacağımızı elbetteki Rabbimiz (c.c.) bilir. Takdir O’nundur. Bizim yapmamız gereken ise şudur:
Hasbelbeşeriyye (insanlık icabı-insan olmamız dolayısiyle) işlediğimiz o çirkin fiilin farkına varır varmaz pişman olup tevbede bulunmak, hem kendi hatamız-kusurumuz, hem de o kardeşimizin günahları için istiğfar etmektir. Bunu kabul edip etmemek, belirtilen musibeti geri çevirip çevirmemek Mevlâmız’ın bileceği iştir. Onu biz bilemeyiz. Fakat rahmeti gadabından büyüktür, geniştir. Umudumuzu kesmemeliyiz. Bizim yükümlülüğümüz, üzerimize düşeni yapmaktır. Sonrasında da Allah’tan gelene (hayır veya şer-iyi veya kötü) râzı olmak, asla isyan etmemek, feryâd u figânda bulunmamaktır.
Tamam mı sevgili Melisa!
Hocam selamün aleyküm. Bir sorum olacaktı, halk arasında denildiği gibi gerçekten eşek şeytanı görünce mi anırır, horoz melek görünce mi öter? Allahın sevdiği sesler nelerdir? Bu konuda peygamberimizin bir sözü var mı?
Soru: Celaleddin tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Evet, bu hususta Âlemlere Rahmet Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hadis-i şerifleri var.
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:
"Horozların öttüğünü işittiğiniz vakit, Allah'tan lutuf ve ikrâmını talep edin. Zira onlar bir melek görmüştür. Merkebin anırmasını işittiğiniz zaman, şeytandan Allah'a sığının. Çünkü o da bir şeytan görmüştür." [Buharî, Sahih, Bed'ü'l-halk, 15; Müslim, Sahih, Zikr, 82, Hadis no: 2729; Ebu Davud, Sünen, Edeb, 115, H. no: 5102; Tirmizî, Sünen, Deavât, 58, H. no: 3455]
Câbir (r.a.) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular:
"Geceleyin köpeklerin havlamasını ve merkeplerin anırmasını işittiğiniz zaman, şeytandan Allah'a sığının. Çünkü onlar, sizlerin görmediklerinizi görürler." [Ebu Davud, Sünen, Edeb, 105-106, H. no: 5103]
Hadis-i şerifler, horozların, köpeklerin ve eşeklerin sezgi güçlerinin, biz insanların sezgi ve güçlerinden daha fazla olduğunu… Üzerimize inmekte olan iyilikleri veya felâket ve musibetleri bizden daha önce sezip sesler çıkarmak suretiyle iyi ya da kötü reaksiyon gösterdiklerini… ve bunların acı-acı sesler çıkarmağa başladıkları zaman, üzerimize bir belânın ya da musibetin inmekte bulunduğunu düşünerek Allah'a sığınmamız gerektiğini ihtar etmektedir. Bu bakımdan hadis-i şerifteki ihtara kulak verip ona göre hareket etmek müstehaptır.
Horoz diğer hayvanlardan farklı bir hususiyet taşır: Bilhassa geceleri ötüşünü belli periyodlarla yapar ve bunu hiç değiştirmez. Her gün fecirden önce ve fecirden sonra muntazam ötüşleri vardır. Gecelerin uzayıp kısalması onun fecir öncesi ve fecir sonrası periyodik ötüşlerini aksatmaz. Şâfiîler, sabah vaktinin tayininde horozların ötüşünü esas almayı hükme bağlamışlardır. Nitekim bir başka rivayette: "Horoza sövmeyin. Çünkü o, namaza çağırır." buyrulmuştur. [Ebû Dâvûd, Sünen, Edeb, 115; Ayrıca bkz. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 115; V, 193]
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), her şey gibi horozların bu muntazam ötüşlerinin de tesadüfî olmadığını, İlahî irade ile melek tarafından uyarıldıklarına dikkatimizi çekmektedir. Onlar mademki bu işe müekkel bir meleği görerek ötmektedirler. Öyleyse o sırada yapılacak duaya, meleğin "âmin”i kazanılabilir. Böylece yapılan duanın kabul görme ihtimâli artar. Ayrıca bu duayı yapan meleklerin, kendisi için istiğfarını ve ihlâsına şehadetlerini de kazanmış olur. Bu te’vili-açıklamayı yapan İyaz (rh.) hazretleri devamla der ki: "Bu hadisten hareketle, sâlihlerin huzurunda, teberrüken duâda bulunmak müstehap addedilmiştir."
Halimî hazretleri, yukarıda kaydettiğimiz horoza sövmeyi yasaklayan hadisten, "Her ne ki, kendisinden bir istifade, bir hayır elde edilir, ona sövmek veya hakaret etmek caiz değildir, bilakis hürmet ve tekrim / saygı gerekir." hükmünü çıkarmıştır. Şârih Davudî (rh.), "Horozdan beş şey öğrenilir" der ve sayar:
"Güzel ses, seherde uyanma, kıskançlık, sehavet / cömertlik ve kesretü'l-cimâ’."
Köpek havlaması ve merkeb anırmasına gelince; bu da mü’mini, şeytanın şerrinden Allah'a sığınmaya sevketmelidir. Bazı âlimler bu hadisten hareketle, günahların yanına Allahu Teâla'nın gadabının indiğine, dolayısıyla öyleleri görülünce istiâze etmenin (Cenab-ı Hakk’a sığınmanın) müstehap olduğuna hükmetmiştir.
Şu hâlde günlük hayatını kulluk edebi içerisinde geçirmekle mükellef olan insan, şâhid olduğu farklı tezahürlerin her birini Hz. Allah'ı hatırlamaya vesile kılıp zikir edecektir… Horoz sesiyle Allah'tan lütfunu isteyecek, merkeb ve köpek sesiyle şeytandan istiâzede bulunacaktır. Diğer bazı hadislerde de yıldız kayması, rüzgâr esmesi ve benzeri hadiseler de başka zikirlere vesile ve fırsatlar kılınmıştır. [Bkz. Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, 16, 421-22]
Ve yine Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
''Üç ses vardır ki Allahu Teâla onları sever: Horoz sesi, Kur'an okuyan kişinin sesi, seher vakitlerinde istiğfar edenlerin sesi.” [Deylemi, Müsnedü'l Firdevs, Hadis no: 2361; Ali el-Muttaki, Kenzü’-l-Ummâl, H. no: 35285]
İstidrâden belirtelim; seslerin en çirkini de, eşek sesidir. Nitekim bu husus Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz tarafından şöyle beyan buyrulmuştur:
“Gidişinde / yürüyüşünde mûtedil (hızlı-telaşlı değil, orta halli, vakarlı) ol, (konuşurken de) sesini pesden al (alçalt), çünkü seslerin en beti (çirkini) elbette eşeklerin sesidir.” [Lokman suresi, 19]
Bu sebeple Kur’an-ı Kerim okurken de yüksek perdeden, bağırarak-çağırarak, âdeta haykırarak okumak makbul değildir, manevi huzur ve ruhâniyeti kaçırır, demişlerdir Allah dostları. Keza zikrin de makbulü cehrî olan değil, hafî-gizli olandır.
***
İmam Gazâlî (k.s.) hazretleri Eyyühe’l-Veled isimli eserlerinde, bu hadis-i şerifin ışığında şu açıklamalarda bulunurlar:
“Ey oğul, gece teheccüd namazını ihmâl etme. Seherlerde istiğfârı aslâ terketme. Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v.): “Üç ses vardır ki Allâhü Teâlâ onları sever: Horoz sesi, Kur’ân-ı Kerîm okuyanın sesi ve seher vakitlerinde istiğfâr edenin sesi” buyurmuşlardır.
“Horoz, melekleri görünce öter. Bu sırada yapılan duâ makbuldür. Kur’ân-ı Kerîm okumak ise Cenâb-ı Hak’la konuşmak demektir. Fazileti âşikârdır. Seher vakitleri ise kalbin dünya meşguliyetlerinden en boş (en temiz) bulunduğu, şeytan vesveselerinin az olduğu vakittir.
“Allâhu Teâlâ gecenin son üçte birinde buyurur ki:
‘Bana duâ eden yok mu istediğini vereyim, istiğfâr eden yok mu onu bağışlayayım, tevbe eden yok mu tevbesini kabûl edeyim.’
Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
‘Gecenin ortasında kılınan iki rek’at (namaz) günahlara keffârettir.’
“Tâbiîn’den Süfyân-ı Sevrî (rh.) şöyle der: “Allâhu Teâlâ seher vakitlerinde esen bir rüzgâr yarattı. Bu rüzgâr o vakitte yapılan zikirleri ve istiğfârları Hak Teâlâ’ya götürür. Gecenin evvelinde Arş-ı A‘lâ’nın meleklerinden biri seslenir:
“Âbidler kalksın. Âbidler kalkıp Allâhu Teâlâ’nın dilediği kadar namaz kılarlar. Sonra gecenin ortasında bir daha seslenir:
“Qânitîn (Rabb’inin tâatinden aslâ ayrılmayanlar) kalksınlar. Onlar da kalkar ve seher vaktine kadar namaz kılarlar. Seher vakti olunca melek yine seslenir:
“İstiğfâr edenler kalksınlar. Onlar da kalkıp istiğfâr ederler. Fecir doğduğunda yine seslenir:
“Gâfiller kalksın! Onlar da kabirlerinden dirilen ölüler gibi yataklarından kalkarlar.
“Seher vakti gecenin en faziletli zamanıdır.
“Hadîs-i şerîfte, “Geceleyin bir koyun sağacak müddet de olsa namaz kıl” buyurulmuştur. Yani hiç değilse iki yahut dört rek’ât kıl demektir.
“Lokman aleyhisselâm oğluna dedi ki: Ey oğul, horoz senden akıllı olmasın, o seherlerde öterek Allâh’ı zikrederken sen sakın uyuma…”
Şu şiiri söyleyen kimse ne kadar da güzel söylemiş:
Bir güvercin inledi gecenin karanlığında,
Orada bir dal üstünde; hâlbuki ben uyuyordum.
Yalan söylemişim! Kâbe’ye yemin olsun ki, eğer ben gerçek bir âşık olsaydım,
Geçemezdi güvercinler beni ağlamakta.
Ben kendimi gönülden Allah'a bağlanan biri sanıyordum,
Rabbime yemin olsun ki, hayvanlar ağlarken ben ağlamıyordum. [Bkz. Eyyühe’l-Veled, Gazâli, Hâdimî Şerhi]
***
Hâsıl-i kelâm netice-i merâm
Geceler, bâhusus seher vakitleri çok özel ve pek güzel bir zaman dilimidir.
Elin-eteğin çekildiği, ortalığın sesten-sadadan, gürültü ve patırtıdan arındığı, sükûnetin hâkim olduğu, güneşin dünyanın arkasına düştüğü zamanlar...
Çoğu insan ve ekseri mahlûkat uykuda…
Ve radyoaktif enerjinin en aza indiği anlar…
Kısa dalganın çok rahat hüküm bulduğu bölümler…
Yani özel, sana ait, beynini istediğin gibi kullanabileceğin, dilediğin oranda pozitif yükleme yapabileceğin; kalbine-rûhuna-letâifine nûr-i ilahiden, feyz-i Muhammedî’den istidadınca ahzedebileceğin (kabiliyetin nikbetinde alıp çekebileceğin) saatler… Tasavvufî tabirle, ‘ahz u feyz’ zamanı…
Öyle olduğu içindir ki, bu vakitler hakkında İlâhî ve Nebevî tembihat var, Allah dostları, ulema ve suleha da ikaz ediyor! Uyanık bulunun bu saatlerde ihtarını yapıyorlar. O halde gâfillerden olmamaya çaba göstermek gerek. Fazla uykunun da zaten kimseye bir yararı yok.
Soru: Mert tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
"Kalpler ancak Allah'ı zikirle mutmain olur"
Hâlik-ı zû’l-Celâl Cenab-ı Rabbi’l-âlemîn şöyle buyuruyor:
“Onlar ki iman etmişlerdir, kalbleri Allah’ın zikri ile mutmain olur (huzur ve sükûna kavuşup yatışır). Evet, Allah’ın zikriyledir ki kalbler mutmain olur (oturaklaşıp olgunlaşır).” [Ra’d suresi, 28]
Demek ki bâtınımızın, iç âlemimizin huzuru, kalbimizin sükûnu ancak Allah’ı zikirle mümkündür. Dolayısiyle Allahu Teâla’yı zikirden uzak ya da tamamen mahrum olanlar, iç sıkıntılarından, rûhî darlıklardan kurtulamaz. Onların hayatında huzurdan söz etmek muhâldir.
Kısacası hastalığın adı:
Bitmek bilmeyen bir huzursuzluk...
Sebebi:
Allah’ı zikirden kalbin mahrum oluşu ya da yeterince ve şartlarına uygun tarzda olmayışı…
O halde çare nedir?
İçteki bütün huzursuzlukları söküp atacak, kalbe istikrar ve sükûnu tesis edecek olan “Zikrullah”a sımsıkı sarılmak…
Bunun değil dünyada, topyekün mükevvenatta bir başka çaresi yok.
Neden?
Çünkü her şeyin hâlıkı, müdebbir ve münevviri olan Rabbimiz (c.c.) öyle buyuruyor. Aksi mümkün değil.
Binaenaleyh Allahu Teâla’yı zikretmek ve O’nun indinde zikredilen / anılan bir kul olabilmek elbetteki mü’min için iki dünyada da en büyük nimet, en yüce izzet ve şereftir. Buna karşılık, fânî câzibelerin gaflet sarhoşluğu içinde ömür sermâyesini israf etmek ise, pek hazin bir aldanıştır… Dünyevî-uhrevî en büyük felakettir!
Mevlâmız, biz kullarına şah damarımızdan daha yakındır. Bu sebeple Allah’ın zikrini unutup kendisini de unutulanlar listesine dâhil edenler, bu hayat yolunun en şaşkın yolcularıdır! En huzursuz, en sıkıntılı, en telaşlı, en kararsız, en istikrarsız fertleridir.
Hakiki iman ve firasete sahip olanlar, dünyaya aldanıp Allah’ı zikirden geri kalmazlar. Hiçbir zaman ve zeminde, hiçbir ahval ve şeraitte zikr-i ilahiyi terk etmezler. Çünkü zikirsizliğin huzursuzluk olduğunu, iç sıkıntıların, psikolojik rahatsızlıkların kaynağı olduğunu bilirler.
***
VESVESE ve “HANNÂS
VESVESEyi de “HANNÂS”ın, ins ve cin şeytanlarının üflediğini / fısıldadığını bilir… Ve Rabbinin (c.c.) bu beyanına hiç şeksiz-şüphesiz inandığı için de, onlara kalbinde asla yer vermez. Ne zaman gönlüne bir vesvese üfleyecek olsalar, bunlara itibar etmez, derhal iç âleminden söküp atar! Onların kalbinde, tabiri caizse, füzesavar gibi “vesvese savar” vardır; âdeta paratonerin yıldırımı savdığı gibi o da vesveseleri bertaraf eder.
Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in son suresi malum:
“(Habîbim!) De ki: İnsan ve cinden olan ve insanların göğüslerine (îmân ve îtikâdına, amel ve ibadetine, rabıta ve zikrine, Allah yolundaki hizmetlerine) vesvese veren Hannâs’ın şerrinden insanların Mâbûd’una ve insanların bütün işlerinin Sâhibi’ne ve insanların Rabb’ine sığınırım.” [Nâs suresi, 1-6]
Ebu Saîd Muhammed Hâdimî (1113/1701-1176/1762) hazretleri der ki:
“Şeytan köpek gibidir. Köpek kaçar ise de başka taraftan yine gelir. Nefs [emmâre bissû’ olan, yani insana daima kötülüğü emreden habis mahluk] ise kaplan gibidir. Saldırması ancak öldürmekle biter. [Ancak ölmez de, sadece rabıtayla uyuşur ve zarar veremez hale gelir.] İnsanlara vesvese veren Şeytan’a bunun için Hannâs denilmiştir. İnsan Hannâs’ın bir vesvesesine uymazsa, o bundan vaz geçer ve hemen başka vesveseye başlar. Mesela, çok hayırlı bir işe mâni olmak için, az hayırlı bir şeyi de vesvese yapar, [onu yapmanı] fısıldar. Büyük günâha sürüklemek için, küçük hayır yapmayı da vesvese eder. Şeytan’ın vesvesesi olan küçük hayırlı iş, insana tatlı gelir ve acele ile yapmak ister. [Unutmayalım ki], acele etmek ise şeytandandır.”
***
Kalpler niçin huzur bulamaz
Dilerseniz sözü daha fazla uzatmadan mevzumuzu toparlayalım.
Kalpler niçin huzur bulamaz, insan neden iç sıkıntılara dûçar olur?
Esasen mü’minde iç sıkıntısı, ilâhî bir îkazdır. Bu îkâzı duyabilmek de, aslında şükrü gerektiren ayrı bir nîmettir. Çünkü bu, hâlini ıslah ve hatâsını telâfî yolunda hâlâ bir ümit ışığı olduğunun emâresidir.
Zira kalbi katılaşıp mühürlenmiş gâfiller, râbıtasızlıktan-zikirsizlikten-fikirsizlikten dolayı böyle bir iç sıkıntısı duymamaları, onların rahmet-i İlâhîden, nûr-i sübhânî ve feyz-i Muhammedî’den nasiplerinin olmadığı mânâsına gelir. Onlar artık sefâletlerini saâdet, felaketlerini selamet zanneden şaşkınlar sürüsü hâlindedir… Huzursuzluk girdabında kararsızca çabalaya çabalaya istikrarsız bir şekilde ömürlerini tüketirler.
Bir Allah dostu bu hakîkati şöyle ifâde etmektedir:
“Hak yolunda okuduğun virdi (Kur’an-ı Kerim hatmini, haftalık sohbet ve hatimleri, günlük rabıta ve) çektiğin tesbîhi (zikri) terk edince zahmete, sıkıntıya düşersin, sana sebebi bilinmeyen bir iç sıkıntısı gelip çatar.
Bu sebepsiz üzüntü, bu iç sıkıntısı bir çeşit ihtardır. Bir çeşit terbiyedir. ‘Devam edegeldiğin virdini (manevi vazifelerini) bırakma, eski ahdini (Allah yolundaki hizmetlerini, gayretlerini aksattıp) bozma!’ demektir.
Bu iç sıkıntısı, bu darlık, bir zincir şeklini almadan; gönlünü bağlayan, sıkan şey sana ayak bağı olmadan önce virdine (zikr u fikrine, topyekün kulluk vazifelerine) devam et. (Sakın ihmâlkârlık edip aksatma!)…”
***
Son söz
Kendine bir iyilikte bulun, toparlan ve kendine gel. Yoksa başkalarının da sana bir faydası dokunmaz. Kendine acımayana kimse acımaz!
Aşağıdaki linke ve o link içinde verilen diğer linklere de lütfen bir göz atarsanız faydalı olur.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3206-kalbi-huzursuzluk.html
Büyük günahların affedilmeyeceği var mı? Varsa hangisidir?
Başlıca büyük günahlar nelerdir?
Teşekkürler.
Soru: İsmi mahfuz bir okur tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap
*******
Selamün aleyküm.
Affedilmeyen günah var mıdır, nedir?
Affedilmeyen büyük günah vardır, bu da şirktir.
Günah-ı kebâir / Büyük günahlar nelerdir?
Muhtelif hadis-i şerif rivayetlerinde; Allah'a ortak koşmak, adam öldürmek, ana babaya karşı gelmek, yetim malı yemek, faiz yemek, namuslu-dürüst kadınları iffetsizlikle suçlamak, sihir-büyü yapmak, savaştan kaçmak, yalancı şahitlikte bulunmak ve ödenemeyecek miktarda borçlu olarak ölmek büyük günahların başında zikredilmiştir. [Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2, 201, 214; 4, 392; 5, 413; Müslim, Sahih, İmân, 143-146] Hadislerde ayrıca Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) büyük günah işlemiş Müslümanlara da âhirette şefaat edeceği özellikle belirtilmiştir. [Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 11]
Bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1711-sefaati-inkar-edenler-hakkinda.html
İslâm âlimleri arasında vuku bulan ilk ihtilâfların en önemlisi, büyük günah işleyen kişinin (mürtekib-i kebîre) durumudur. İlk devirlerde münazara edilmeye / tartışılmaya başlanan bu meseleyle ilgili olarak literatürde iki husus öne çıkmıştır.
Bunlardan biri hangi fiillerin büyük günah olduğu…
Diğeri de bu günahı işleyen kişinin dinî bakımdan durumu / statüsüdür.
Büyük günahların belirlenmesi mevzuunda ortaya çıkan görüşlerden birine göre, ilâhî emirlere aykırı olan bütün fiiller büyük günah kapsamına girer. Bunların sayısını yedi yüze (700) çıkaranlar bulunduğu gibi, yetmişle (70) sınırlandıranlar da vardır. İbn Hacer el-Heytemî dört yüz altmış yedi (467) büyük günahtan bahseder. [Bkz. ez-Zevâcir, 1, 270-275; 2, 265-27]
Ayrıca unutmamak lazım, ısrar edile edile küçük günahlar da büyük günah tasnifine girer.
Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
“Merhamet ediniz ki, size de merhamet edilsin. Başkasını affediniz ki, affedilesiniz. Söz dinlemeyenlere yazıklar olsun. Yaptıkları işin kötü olduğunu bile bile onda ısrar edenlere yazıklar olsun.” [İmam Ahmed, Müsned, 2/65, 219]
Bu mevzuda meşhur olan şöyle bir hadis daha vardır:
“Hiçbir büyük günah, tövbe ve istiğfar edildiği takdirde, büyük kalmaz. Ve hiçbir küçük günah da ısrar edildiği takdirde, küçük kalmaz/büyür.” [Ali el-Müttaqî, Kenzü’l-Ummâl; Hadis no: 10230]
Günahta ısrar etmemenin, hatasını anlayıp ondan vazgeçmenin mükâfatını haber veren bir ayet-i celilenin meali şöyledir:
"Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı anarak günahlarının bağışlanmasını isteyenler, hem de yaptıkları günahta bile bile ısrar etmemiş olanlar... İşte onların mükâfatı, Rablerinden bir mağfiret, ağaçları altından ırmaklar akan cennetlerdir. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Güzel amel yapanların mükâfatı ne güzeldir." [Âl-i İmrân suresi, 135-136]
Demek ki, bir tevbenin kabul olması, bir günahın affa liyâkat kazanması için hiçbir mâzeret yokken, o günahta ısrar edilmemesi şartı aranmaktadır. Bir insan sadece nefsini yenemediğini, çevresinin nasıl karşılayacağını bahane ederek bir haramı işlemeye devam ederse ne olur? Bu husustaki bir hadis-i şerifin meali ise şöyledir:
"Mü'min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahtan el çeker, Allah'tan günahının affını dilerse, kalbi o siyah noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar. İşte Kur'ân'da geçen 'günahın kalbi kaplaması' bu mânâdadır." [İbn Mâce, Sünen, Zühd, 29]
Soru: İsmi mahfuz bir okuyucu tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Sözünü ettiğiniz mesele maalesef bir türlü gündemden düşmüyor. Hatta ‘temizken bile diş dolgusundan önce gusül abdesti almak gerekir mi’ diye soranlar bile oluyor.
İzah edelim:
Cünüpken, yani gusül abdesti gerekli olduğu halde gusül almadan diş dolgusu yaptırılabilir mi?
Bu sorunun kısa cevabı: Dolgunun temizken yapılması-yaptırılması güzel olur, doğru ve isabetli olan budur. Lakin zaruret ve mecburiyet hallerinde cünüpken de, âdetli ve lohusa iken de dolgu yaptırılabilir, caizdir. Sonrasında alınacak gusül abdestlerine de bir engeli yoktur. Çünkü yapılan diş dolgusu artık vücudun bir parçası olacağından, o dolgunun dışını yıkamak gusül abdesti için yeterlidir.