Selamun Aleyküm hocam, 313 Ayetel Kürsi her derde devadır/şifadır diye biliriz büyüklerimizden böyle öğrendik lakin sormak istediğim bir seferde hiç dünyalık kelam etmeden mi okumalıyız yoksa gün içerisinde farklı vakitlerde farklı sayılarda okuyup 313 adedini tamamlasak olur mu? Şimdiden Allah razı olsun inşallah
Soru: sencer tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Bunun usûlü; oturup, “hatim âdabı”na uygun şekilde, tek seferde, araya başka bir meşgale karıştırmadan huzû ve huşû üzere 313 kere okumaktır. Okuma esnasında, diğer hatimlerdeki gibi, olabildiğince rabıta halinde bulunmalıdır. Kimse ile kouşmamalı, etrafa bakmamalı, câmiiyyet üzere / derli toplu bulunup, tabiri caizse konsantrasyonu bozmamalı, dikkat dağılmamalıdır.
Anlatılan usûle uyulmadığı takdirde, okuyan kişi, gene ihlâsı nisbetinde Ayetü’l-Kürsî’yi okuma sevabına nail olur. Ancak hatimden beklenen, hedeflenen netice tam olarak hâsıl olmaz.
Kadınlar erkekelere selam verip alabilir mi? Bu uygulamada yaş durumu fark eder mi?
Soru: İsmi mahfuz bir okuyucu tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Selamün aleyküm.
Hanefi âlimleri; kadının erkeğe, erkeğin de kadına selâm verebileceğini, ancak erkeğin genç kadına, genç kadının da erkeğe selâm vermesinin mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Selâm veren kadın yaşlı ise, erkek onun selâmını duyacağı şekilde sesli olarak alır, genç ise içinden alır.
Erkeğin selâm vermesi halinde de selâm verdiği kadın gençse, selâmı içinden, yaşlı ise sesli olarak alır. Yine erkek aksırdığında kadın "yerhamükellah (Allah sana merhamet etsin)" diye "teşmit"te bulunursa, kadın genç ise erkek onu içinden, ihtiyar ise sesli olarak cevaplar, denmiştir. [İbn Âbidîn 6, 369; Mevsılî, el-İhtiyâr, 2, 420; Halîl Ahmed, Bezlü`l-Mechûd 20, l4O; Aynî, 18, 299]
İmam-ı Azam Ebu Hanîfe ile arkadaşlarına (rahımehumullah) göre, kadınların ilk olarak erkeklere selâm vermesi caiz değildir. Çünkü kadınlar ezan, kamet, açıktan Kur'an-ı Kerîm okuma gibi faaliyetlerden men’edilmişlerdir. Yalnız mahrem hısımlar bunun dışındadır. Bunlara onların selâm vermesinde bir mahzur bulunmaz. [İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 12, 298]
Bu duruma göre, ünsiyet sebebiyle önce bir erkek selâm vermişse, kadın bu selâmı alabilecektir.
Ayrıca kadınla erkek karşılaştığında, fitneden emin iseler, âdap açısından önce erkek selam verir. [Hey’et, el-Fetâvâ’l-Hindiyye, 5, 325]
Şâfiîlere göre kadının güzelliği (ya da sesi) dolayısıyla fitneye düşme tehlikesi varsa, kadının da erkeğin de selâm alıp vermesi câiz olmaz. Bunlardan birisi selâm vermişse, diğerine selâmı almak vâcip değildir, hatta mekruh olur. [İbn Hacer, a.g.e., 12, 298]
Mâlikîler selâmlaşma hususunda genç kadınla yaşlı arasında ayırım yapmışlardır. Gençse selâm alıp vermesi mahzurlu görülmüş, yaşlıysa câizdir denilmiştir. Dayandıkları delil, usûl-i fıkıhta beyan olunan edille-i şer’iyyenin fer’î delillerinden "seddü'z-zerâi” kaidesidir / kuralıdır. Yani ‘kötülüğe giden, haram ya da çirkin davranışlara götüren yolların kapatılması’ esasıdır.
Muhterem Hocam,
Önceki soruma zaman ayırıp cevapladığınız için çok teşekkür ederim. Tavsiyeniz üzerine Esmaül Hüsna şerhi de içeren bir İman/İslam ilmihali edindim. Konulara yeni olmam nedeni ile doğal olarak birçok soru aklıma gelmektedir. Bunları elimden geldiğince eserleri okuyarak ve güvenilir hocaların sohbetlerini dinleyerek gidermeye çalışıyorum. Ancak anlayamadığım ve cevabını bulamadığım bir konuda daha yardımınıza sığınmaktayım. Efendim bir zattan "Allah'ın sıfatları ve isimlerine de secde edilebilir, ibadet edilebilir, çünkü onlar da mahluk değildir" sözünü işittim bunun aslı var mıdır secde de ibadet de yalnızca Allah u Teala'ya yani zatına yapılmaz mı? Sıfatlarına ayrı zatına ayrı ibadet gibi bişey söz konusu olamaz diye düşünüyorum. Bu konuda bir müslümanın itikadı nasıl olmalıdır? Değerli vaktiniz ve cevaplarınız için şimdiden teşekkürler,
Hayır ve dua ile.
Soru: Ersin Karadağ tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap
*******
Selamün aleyküm.
Değerli kardeşim;
O nevi muğlak-müphem / karışık-kapalı-anlaşılması güç sözlere takılma. Kulak verme. Te’vilini-yorumunu-izahını yapamaz, sıkıntıya düşersin; kafan da karışır, gönlün de bulanır. Senin yapman gereken; açık hükümlere bakmak, amelini-uygulamalarını ona göre yapmaktır. Elbetteki Allahu Teâla’nın isim ve sıfatları da zatına tâbi, dolayısiyle ezelî ve ebedîdir, mahlûk değildir.
Öncelikle temel ilmihal bilgilerini gerek inanç gerekse amel-ibadet bakımından sağlam öğrenmeye bak. Tabii ki bütün ibadetler -buna secde de dâhil- sadece Allahu Teâla’yadır, O’nun zâtınadır. Cenab-ı Hak, “melâikeye ‘Âdem için secde edin’ dedik…” [Bakara suresi, 34] buyurduğunda, onlar Âdem aleyhisselama mı secde ettiler?
Hayır.
O halde yaptıkları nedir?
Hz. Allah’ın emrine uyarak Hz. Adem’e tazımdir, hürmettir, saygıdır. Secde, yani asıl kulluk ise Mevlâ-yi zû’l-Celâl’edir.
Ve kezalik, biz Mekke’de Kâbe’ye doğru secde ettiğimizde -hâşâ- Kâbe’nin suretine, taşına-toprağına mı secde ediyoruz?
Hayır!
Ya kime secde ediyoruz?
Bizzat Cenab-ı Hakk’a değil mi?
Peki, yaptığımız nedir?
“Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir” [Bakara suresi, 149] emrine uymaktan, tâzımden ibarettir.
Vesselâm…
Soru: ali can tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Sözünü ettiğiniz bir önceki “Hakikat-i Muhammediyye” cevabımızda, bu hususlardaki hatırlatmamızı yapmış, anlatılması gerekenleri anlatmış idik. Onlara ilave edeceğimiz bir şey yok. Daha mufassal mâlumat için de kaynak olarak verdiğimiz mektubun devamını okumanızı işaret etmiş idik. Madem bu gereksiz ve korkulu merakınız devam ediyor, o halde bu yolculuğu sürdürmek veya şairin mısra’larındaki gibi;
İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez
Zira bu terâzi bu kadar sıkleti çekmez
diyerek sonlandırmak, bu gibi mevzularla uğraşmayı bırakıp asıl yapmanız gerekenlere yönelmek sizin bileceğiniz bir iş. Buna da kimsenin bir diyeceği olmaz. İrade sizin. Nasıl istiyorsanız o yönde hareket eder, nasıl idrâk ediyorsanız öyle de anlayabilirsiniz.
Binaenaleyh istediğiniz kitabı okuyun, ama temelsiz değil. Ve yeter ki bunlarla bizi tekrar-tekrar meşgul etmeyin! Soracaklarınızı da, o bilgileri naklettiğiniz kitabın mütercim veya nâşirlerine, kısacası ilgililerine sorun! Bize değil.
Şunu da unutmayın; manevî değerleri maddî akılla-mantıkla tartmaya, mukayese ve muhakeme etmeye kalkışırsanız, tabii ki kafanız karışır.
Bir başka ifadeyle, altın-mücevher terazisiyle kömür tartmaya cür'et ederseniz, maddî-fizikî ölçülerle manevi değerleri ölçmeye yeltenirseniz, Türkçemizdeki güzel tabirimizle “kantarın topuzunu kaçırırsınız”. Sonra da kan-revan içinde kalır, korkusu kendi ifadelerinize de akseden şekliyle, -hafizanallah- manevi özürlüler güruhuna dâhil olma tehlikesiyle yüz yüze kalabilirsiniz!
Wesselâm.
Soru: ali can tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam.
Değerli kardeşim;
Araştıracak başka bir şey bulamadın mı? Tabii ki kafan karışır; çünkü o alan kafa işi değil, kalp işi… Akaid değil, fıkıh değil, tarih-siyer hiç değil, tasavvuf sâhası… Tasavvufla alakalı bir mevzuda elbetteki tasavvufî şeyler okuyacaksın. Öyle değil mi? Takdir edersin ki, tasavvufî meseleler de diğer sâhaların lûgat ve ıstılahlarıyla (terminolojileriyle) izah edilemez, hele-hele kuşa dönmüş ikiyüzelli-üçyüz kelimeyi aşmayan günlük konuşma diliyle hiç anlatılamaz. Bu ve benzeri mevzuların ilmî izahı da, sade anlatımı da budur. Hiçbir ilmî dalda temel olmadan meseleler-mevzular tam olarak anlaşılıp kavranamaz. O bakımdan öncelikle şeriat, tarikat, hakikat ve tasavvufla alakalı detaylı bilgi için lütfen aşağıdaki linklere bkz.
http://www.halisece.com/islami-makaleler/390-islam-seriat-tarikat-hakikat-marifet.html
http://www.halisece.com/islami-makaleler/334-ilim-amel-ihlas-ve-kulu-allaha-kavusturan-yollar.html
Sorduğun terkip, sadedinde olduğun mefhum, kaal işi olmayıp hâl’e dair meselelerdendir. Mâneviyat sâhasını, yani şerêatın bâtın (iç) yönünü alakadar eder. Zâhirî ilimlerle anlaşılıp kavranması zordur, hatta neredeyse muhâldir. “Yabancı kelime” dediğin lafız ve terkipler, o sahanın ıstılahlarıdır, onları bilmezsen o daldan kuru bilgi olarak dahi istifade edemezsin. Dolayısiyle kafanın karışması da normaldir. Aklını daha fazla karıştırıp kördüğüm etmemek için, haddini bilecek, o alanla uğraşmayı ehline bırakacak, kendine lazım olanlarla meşgul olacaksın. Yoksa dediğin gibi Hâlık ile mahlûku (Yaratan’la yaratılanı) birbirine karıştırır, -Allah korusun- şirke kadar yuvarlanır gidersin. Vaz geç bu sevdadan. Allah dostlarından bir zatın hatırlattığı gibi, “Bu meydan erler meydanıdır, nice kelleler gider soran olmaz”! En alt kategorilerde güreşen bir pehlivanın, başa soyunduğunu gördün mü hiç?
Kısacası temel olmadan, alt yapı tesis edilmeden üste kat çıkılmaz. Çıkmaya kalkışırsan, ufak bir rüzgârda tarumar olur gidersin.
İslamî ilimler noktasında alt yapın nedir, bunu belirtmemişsin. Fakat ifadelerinden bu alanın ümmîsi olduğun anlaşılıyor. Yani âlet ilimleri bakımından da âlî ilimler cihetinden de ihtisasının olmadığı aşikâr. Tasavvufî ilimlerle ünsiyetin nedir, onu da bilmiyoruz. Kaldı ki, temel olmadıktan sonra bu halinle tasavvufla alakadar olsan ne ifade eder!
Maamafih sorduğun mesele boşlukta kalmasın, bilgi olarak “Hakikat-i Muhammediye”den kısa da olsa bahsetmeye çalışalım. Bunun için de sözü, bu sahanın zirve ehillerinden Hicrî II. Bin Yılın Müceddidi İmam-ı Rabbani Ahmed Fârûkî es-Serhendî (k.s.) hazretlerine bırakalım.
“Hakikat-i Muhammediye ilk zuhurdur, hakikatlerin hakikatidir. Yani diğer hakikatler, ister enbiya-i kiramın hakikatleri olsun isterse büyük meleklerin hakikatleri olsun, hepsi de O’nun gölgeleri gibidir. O bütün hakikatlerin aslıdır.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve alâ âlihi’s-salâtü vesselâm Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Allahu Teâla ilk benim nûrumu yarattı” [Bkz. Benzer lafızlarla, Kastalânî, Mevâhibü’l-Ledûniyye, 1, 71] Ve yine buyurmuşlardır ki: “Ben Allah’ın nûrundan yaratıldım. Mü’minler de benim nûrumdan yaratıldı.”
Zarûrî olarak O’nun hakikati diğer hakikatler ile Hak Sübhânehû arasındadır ve herhangi bir kimsenin O’nun tavassutu (vasıtalığı-vesileliği-aracılığı) olmaksızın vuslata ermesi muhâldir / imkânsızdır. O, enbiyânın ve rasûllerin peygamberidir. O’nun peygamberliği âlemlere rahmettir. Bu sebepledir ki, ülû’l-azm (büyük peygamberler dahi) kendilerindeki asıllığa rağmen, O’na tâbi ve ümmetinin arasına dâhil olmayı temenni etmişlerdir. Nitekim bu mânâ / bu mealdeki ifade, bizzat kendilerinden (s.a.v.) vârid olmuştur…” [Bu mevzuda daha geniş bilgi için bk. İmam-ı Rabbani (k.s.), el-Mektûbât, Fazilet Neşriyat, İstanbul, tz. 3, 121]
***
Özetlemek gerekirse; Muhammedî hakikat (Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın nûru), ilk zuhurdur; yani ilk oluşan, ilk ortaya çıkan, ilk yaratılandır. Hakikatlerin hakikati, yani özün özüdür. Bu haliyle tabii ki mahluktur, ezelî değildir. Mahlukun nasıl ezelî olması düşünülebilir, çünkü evveli vardır. Evveli ve âhiri olmayan (başı ve sonu bulunmayan) sadece Cenab-ı Hak’tır.
Evet, O’ndan önce bir yaratık yoktur. O yaratılanlarda ilktir. Ne melek, ne cin, ne ins, ne de sair mahlûkat ve varlıklar nev’inden hiçbiri mevcut değildir. Hadis-i kudside açıklandığı üzere, diğer mahlûkat ve mükevvenatı da Mevlâmız (c.c.), O’nun hatırana yaratmıştır. O’nu yaratmamış olsaydı, hiç birini yaratmayacaktı. Her şey bu Hakikat’ten var olmuş ve bu Hakikat-i Muhammediyye için yaratılmıştır.
Manevî seyr u sülûkta (hakikat ve mârifet yolculuğunda) pek çok yüksek makam ve mertebenin aşılması, ulvî derecelere ulaşılması, Allahu Teâla’ya kurbiyet (yakınlık) de hep O’nun vasıtası / O’nun vesilesiyledir (uyd. deyimle: aracılığıyladır). Binaenaleyh O’na ümmet olmadan söz konusu manevi mevkilere kavuşmak imkânsızdır. Büyük peygamberlerin (aleyhimüsselâm) bile O’na ümmet olma arzularının sebebi de budur.
O halde sahip ve nâil olduğumuz, şükrünü edâdan âciz bulunduğumuz bu büyük nimetin kadrini-kıymetini bilelim. Beş vakit farz namazlarımıza ilaveten duhâ-evvâbîn ve teheccüd namazlarıyla şükründen geri kalmayalım ki, bu nimet elimizden uçup gidivermesin. Ümmetlikten mahrum kalıp Makam-ı Mahmud’daki şefaat-i uzmâdan nasipsiz olmayalım. Bahsi geçen namazlar için bkz.
http://www.halisece.com/namaz/74-ibadetler-allahin-nimetlerine-sukurdur.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1969-duha-kusluk-namazi.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1499-duha-namazinin-son-iki-rek-atini-oturarak-kilmak.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3457-duha-namazinin-kilinisi.html