Selamün aleykum; gömlekte timsah resmi var, namaz olur mu? Hüseyin Savran-Hayat Sağ / Balıkesir / WhatsApp
*******
Ve aleyküm selam.
Fıkıh kitaplarımızda, canlı sureti / resmi bulunan elbise içinde namaz kılmak, namazın mekruhları arasında zikredilmiştir. Resim, nakşedilmiş de olsa, dokunmuş da olsa, renk-desen olarak basılmış da olsa hüküm aynıdır. Hatta mü’minin böyle bir elbiseyi namaz dışında da giymesi mekruhtur.
Mekruh, Allahu Teâla’nın ve Rasûlü Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin beğenmediği, hoş görmediği şeyler demektir. Mekruh olan bir vaziyette kılınan namaz filasıl sahihtır, yani geçerli olur. Fakat o çirkin fiil, o ibâdetin, kılınan namazın sevâbını eksiltir; dolayısiyle musallî, va'd edilen ecrin tamamına kavuşamaz. Alacağı manevi mükâfat, kerahetin büyüklüğü nisbetinde azalmış olur.
Ve yine namaz kılanın başının üstünde veya arka cihetinde yahut yan tarafında (sağında veya solunda) canlı resminin bulunması da mekruhtur. Bunlardan kerahet bakımından en şiddetlisi, namaz kılan kimsenin önünde, sonra üstünde (tepesinde) sonra sağında, sonra solunda ve sonra da arkasında bulunmasıdır.
Ancak resim, musallînin ayakları altında veya oturduğu yer üzerinde ise kerahet yoktur. Çünkü bu durumda resim, hor ve hakir tutulmuş, aşağılanmıştır.
Kiliseler aynı zamanda resimlerle dolu olduğu için, oralarda namaz kılmanın keraheti açıktır.
Eğer resim, âzaları / organları ayrıntıları ile belirli olmayıp, yerde iken ayakta duranın dikkat etmedikçe göremeyeceği derecede küçük ise mekruh olmaz. Paralar üzerindeki suretler-resimler gibi… Ki, bunlara tapılmaz, buradaki söz / hüküm açıkta olan resimler hakkındadır. Nitekim kese, çıkın ve cüzdan gibi şeyler üzerinde-içinde saklı olanlarda kerahet olmadığı Dürrü’l-Muhtar’da açıklanmıştır.
Keza namaz kılanın üstünde kral suretli paralar bulunsa beis yoktur, çünkü o türlü suretler / resimler gözden küçük kalır. Lakin olmaması daha evlâdır.
Resim büyük fakat başı kesilmişse yahut canlı olmayan bir şeye aitse mekruh olmaz.
Ayrıca yüzükte nakşedilmiş belirsiz suretler-resimler bulunması da böyledir. Fıkıh kitaplarındaki “belirsiz” kaydı ile sınırlandırma, “belli olan suret”in namazda mekruh olduğunu ifade eder. Bu türlü küçük resimler, yaygılarda ve ayak altlarında olup da horlanmakta bulunan büyükçe suretler gibi meleklerin (o eve-mekâna) girmesine de engel değildir. Hadisler tahsîs olunmuştur. Hz. Ebu Hüreyre’nin (r.a.) yüzüğünde iki sinek sureti varmış… Danyal aleyhisselâmın (Babil Kralı Buhtunnasr (MÖ 605-562) zamanında yaşamış) yüzüğünde de bir erkek bir de dişi arslan, aralarındaki bir erkek çocuğu yalar oldukları surette resmedilmiş… Sebebi de, Buhtunnasr, kendisinin helâki onun elinde olacak bir çocuk doğacağını işiterek, doğan çocukları öldürmekte olduğu sırada Hz. Danyal’ın (a.s.) annesi onu dünyaya getirmiş... Ve ‘belki selâmet bulur’ diye onu bir ormana bırakmış… Allah (c.c.), ona muhafız (koruyucu) olmak üzere bir erkek arslan ve emzirici olmak üzere bir de dişi arslan tayin ederek bu şekilde onu besleyip büyütmüş… Cenab-ı Hakk’ın bu nimet ve kudretini gözü önünden ayırmamak, unutmamak için Hz. Danyal (a.s.), bu hâlin suretini yüzüğüne nakşettirmiştir. Zikredilen bu yüzük, Hz. Ömeru’l-Fâruk’un (r.a. 581 - 644) hilâfeti zamanında ele geçmiş… Hz. Ömer (r.a.), onu görüp gözleri yaş ile dolarak Ebû Mûse’l-Eş’arî’ye (r.a.) vermiştir. [Mehmed Zihnî Efendi, Nimet-i İslâm, 3. Fasıl, Namazın Mekruhları bahsi, Dipnot] Danyal aleyhisselâm hakkında geniş bilgi için bkz. http://www.halisece.com/islami-makaleler/3431-danyal-aleyhisselam.html
Mevzu ile ilgili olarak da ayrıca aşağıdaki linklere mutlaka bir atf-ı nazarda bulunmanızın faydalı olacağını hatırlatırız:
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2908-mekanlarda-resim-ve-heykel-bulunmasi.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2558-namazda-ses-gelen-tarafa-bakmak.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/1683-namazda-gozleri-kapamak.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2566-elbisedeki-marka.html
***
Yukarıda anlatılan söz konusu hadise, başka bazı temel kaynaklarda da nakledilmiştir. Mesela Ruhu’l-Beyan’da İsmail Hakkı Bursevî hazretleri şöyle anlatmaktadır:
“Danyâl aleyhisselâm’ın yüzüğü Hz. Ömer’in (r.a.) zamanında bulundu. Yüzüğün taşının üzerinde iki asrlan ve asrlanların arasında da bir çocuk resmi vardı. Aslanlar onu yalıyorlardı.
Bu şundandı: Buhtunnasr (M. Ö. 604’te babası Nabupolassar’ın ölümüyle Yeni Babil Kralı ilan edildi), İsrail oğullarının çocuklarını arayıp, onları öldürdüğü bir zamanda Danyâl aleyhisselâm doğdu. Danyâl aleyhisselâm’ın annesi, Buhtunnasr’ın zulmünden kurtulmasını ümit ederek, onu bir ormanlığa bıraktı.
Allahu Teâlâ, erkek bir aslanı onu korumak, dişi ve sütlü bir aslanı da onu emzirip beslemekle vazifelendirdi. Onların ikisi Danyâl aleyhisselâmı yalıyorlardı. Danyâl aleyhisselâm büyüdüğü zaman, kendisine bir yüzük yaptırdı. Allahu Teâlâ’nın, üzerinde olan nimetlerini unutmamak için, bu hâli / söz konusu tabloyu yüzüğün taşına tasvîr etti. Zira;
Ahiret yolunu kat edebilmek / bu uğurda mesafe alabilmek için, meşakkatlere tahammül etmek, kendisiyle Hallâk-ı zû’l-Celâl arasında bulunan ve yerine getirilmesi vacip olan hukuka riâyet edip onları layıkıyla yerine getirmek gerekir.
***
Bir diğer eserde de bu olayla ilgili şu açıklamaya yer verilmiştir:
“Hicrî 27 yılında Hz. Ömer (r.a.) döneminde Tarsus, İslâm Kuvvetleri tarafından fethedilir. Şehrin imârı sırasında İslâm ordusu komutanı Ebû Mûse’l-Eş’arî (r.a. d. ? / v. 664-65) tarafından, kapısı mühürlü bir odanın içerisinde bir sanduka bulunur.
Ebu Musa (r.a.) tarafından açılan sandukada kefeni altın işlemeli olan ve parmağında bir yüzük bulunan devasa büyüklükte bir cenaze görülür.
Yüzükte iki aslanın ortasında bir çocuk figürü tasvir edilmişti.
Yüzük, komutan Ebu Musa (r.a.) tarafından Halife Hz. Ömer’e (r.a.) gönderilir. Hz. Ömer yüzüğü Hz. Ali’ye (r.a. d. Mekke 599 – v. Kûfe 661) gösterir. Hz. Ali, yüzüğün Danyal Peygambere (a.s.) ait olduğunu, zira bu yüzük üzerindeki tasvirlerin de, onun başından geçen vak’anın bir sembolü olarak tasvir edildiğini söyler. Ve yine Hz. Ali (r.a.), Danyal aleyhisselâm hakkında, “O, Rasûl olmayan bir Nebî idi.” demiştir.
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) cenazenin çalınmaması için, mezarın daha derin kazılıp naaşın öyle gömülmesini emreder.
Komutan Ebû Mûse’l-Eş’arî (r.a.) de, nehrin akıntısını keser ve mezarı derine gömer, üzerini de harç tabakasıyla kapatır. Ve kimsenin mezarı çalmaması için de nehrin, mezarın üzerinden akmasını sağlar”. [es-Sa‘lebî, Kitâbu el-A‘râisü’l-Mecâlis fî Kısâsı’l-Enbiya,, H. 427 – M. 1006, s. 383] Bu kitapla ilgili detaylı bilgi için bkz.
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~eminey/makaleler/yilmaz12.pdf
Hocam; insan gübresiyle gübrelenen meyva ve sebzenin hükmü nedir? Jakarta-Endonezya, Saat: 18.48. Harun Reşit Ece / WhatsApp
*******
Sevgili oğlum, iletini yeni gördüm, kusura bakma; aslında sorunun halli için siteye girip bakabilirdin. Orada bunun cevabı var; hem de etraflıca... Lütfen bk.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3148-insan-diskisi-dokulen-tarlada-yetisen-mahsul.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/3184-eti-yenmeyen-hayvanin-gubresi.html
İstanbul, 22 Kasım 2016 Salı / 20.31
Selâm ve dualarımla…
Allah’a emanet ol.
Hocam ben gusül abdestinde saç diplerine su verirken çok vesvese yaşıyorum.cünup olmasam da saç diplerine ulaştırmam gerekir mi?cünup değilken gusül nasıl alınır anlatırmısınız? Bazen hiç ihtilam olmadığım halde gusül alıyorum vesvese yapıyorum saçıma ulaşmadı diye.
İstibra konusunda da hep bir damla kalmış gibi oluyor.iç çamaşıra da bulaştırmamaya çalışıyorum ama vesvese geliyor.günde 2 kez iç çamaşırı değiştirdiğim oluyor.peçeteyle istibranın kolay bir yöntemi var mı anlatırsanız sevinirim. Mehmet Taşoğlu – Gmail
İlave: bir sorum daha vardı sonra hatırladım.ihtilam olduk uykudan uyanınca kaç adım atmamız gerekir içindeki o sıvının bitmesi için?
şimdiden teşekkürler.
Mehmet Taşoğlu – Gmail
*******
Selamün aleyküm kardeşim;
Size ve kezâ sizin gibi aynı rahatsızlıktan muztarip olan bütün okuyucularımıza öncelikli tavsiyemiz, kafanızdaki-kalbinizdeki o “vesvese” illetini derhal söküp atın! Ondan kurtulun. Onu atamadığınız sürece, bu sıkıntılardan kurtulmanın mümkün olmayacağını bilin.
Mesela ne demek; “cünup olmasam da saç diplerine ulaştırmam gerekir mi? cünup değilken gusül nasıl alınır anlatırmısınız?” Banyo yapıyorsan zaten başına su döktügüne-dökeceğine göre, saç diplerinin ıslanmaması söz konusu olur mu?
Olmaz.
Çünkü mutlaka ıslanır. Denize düşenin, ya da yağmur altında kalanın ıslanması gibi…
Ama muhâl farz, diyelim ki ıslanmadı; cenabet olmadığına göre, abdestin gene tamamdır, sadece boy abdesti hükmünde olmamış olur. Bu durum da ibadete engel değildir, namazın-niyazın sıhhatine bir halel-zarar getirmez.
İstibra meselesi için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Burada bütün mesele, vesvese illetinden uzaklaşmaktır. Yoksa abdest de, boy abdesti de, istibra da bellidir. Nasıl alınacağı, yapılacağı, hangi durumlarda geçerli olup olmayacağı açıktır. En basit ilmihal kitaplarında dahi anlatılmıştır.
O bakımdan gerek sizden, gerekse aynı illetle mâlûl olan okuyucularımızdan-kardeşlerimizden ricam; aşağıda başlıklarını vereceğimiz yazıları ve o yazıların içinde geçen linkleri mutlaka ve dikkatle, hatta icap ediyorsa tekrar tekrar okumanız... Ve o andan itibaren de derhal Velehân isimli Şeytan’ı içinizden kovarak vaziyetinizi, söz konusu yazılarda anlatılanlara göre dizayn edip, kendinize çekidüzen vermenizdir. Aksi halde hayatı kendinize zehir etmekten ve Mel’ûn’un da maskarası olmaktan kurtulamazsınız.
Rabbim (c.c.), Seyyidünâ ve Seyyidü’l-Mürselîn Efendimiz (s.a.v.) ve sair sevdiklerinin yüzü suyu hürmetine âcilen, hasarsız ve kalıcı şifalar nasip eylesin.
***
İlave sorunuzun cevabı:
İhtilam olduktan sonra akıntının tam olarak kesilmesi için biraz beklemek, bevletmek yani idrarını yapmak, bir nebze yanı üzere yatmak, biraz yürümek gerekmektedir. Yürmenin illa da belli bir sayıda olması gerekmez. Ama rahatlaman, vesveseden kurtulman için mesela 40 adım yürüyebilirsin. Çünkü akıntı yavaş yavaş geldiğinden hemen kesilmemektedir. Ancak uzun bir müddet beklemek şart değildir. Bir kaç dakika yeterlidir.
İhtilam olan veya cinsî yakınlıkta bulunan bir kimse, idrarını yapmadan veya yürümeden veya yatıp uzanmadan yıkansa, sonra kendisinden meninin arta kalan kısmı çıkacak olsa, ikinci kez yıkanması gerekir. Fakat idrarını yaptıktan veya yürüdükten yahut yanı üzere biraz yattıktan sonra şehvetsiz olarak gelecek meni guslü gerektirmez, sadece abdesti bozulmuş olur. Zira bu durumda o meni, yerinden, şehvet olmaksızın ayrılmış bulunur.
Selamun aleyküm değerli hocam. Müslüman birisinin film gereği kafirleri canlandırmasının hükmü nedir? Bu kişi küfre girer mi? Emre Karkar – Gmail
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Osmanlı Medreselerinde okunan ve el’an o usûl üzere dinî eğitim-öğretim veren müesseselerimizde okunup ezberlenen, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in mûteber temel akaid kitaplarından manzum olarak yazılmış “el-Emâlî” isimli muhallet eserde bu hususu açıklayan beyit şöyledir:
“Ve lafzu’l-küfri min gayri i’tikâdin
Bi-tav’in rudde dînin bi-iğtifâlin” [Ali bin Osman el-Ûşî (v.575/1179), 46 no’lu beyit]
Meali: İ‘tikad etmeden (inanmadan) da olsa, küfür sözleri söylemek (küfrü gerektirecek lâfları-lâkırdıları konuşmak, kâfiri temsil etmek)… Kendi arzu ve ihtiyarı ile dini reddetmek, gafleti sebebiyle dinsiz olmaktır.
Yani bir kimse, cahilliği / bilgisizliği sebebiyle küfür olduğunu bilmeyerek, ikrâh-i mülcî (ölüm veya bir uzvunu kesmek gibi, canına veya bir organına yönelik bir tehdit, zorlama) olmadan kendi isteğiyle küfür kelimesini söyler, kâfiri temsil edip canlandırırsa İslâm kalesinden çıkıp küfür dairesine girmiş olur. Bu nevi ağır zorlama ve tehdide, tam ikrah da denir. Bahs-i diğer… Açıklama için bkz.
http://www.halisece.com/genel-fikhi-konular/2227-ikrah-nedir-kac-kisma-ayrilir.html
Binaenaleyh skeç-tiyatro gibi temsillerde, sinema ve tv dizilerindeki rollerde bu ölçüyü dikkatten uzak tutmamak icap eder. O tip sahnelerin farklı şekilde, küfrü gerektirmeyecek, imana zarar vermeyecek tarzda senarize edilmesi gerekir. Yoksa tehlike büyüktür... Tek kelimeyle imansızlıktır, felakettir, ebedî husrandır!
Detaylı bilgi için bkz.
Selamün aleyküm hocam.
Bayanların ten çorap giyip eteklerini hafiften kısaltmalarında bir mahzur var mı? Allah razı olsun, hayırlı geceler. Ahmet Sinan Kaçar – Gmail
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Önce meseleyi kısaca cevaplamaya çalışalım, sonra da açıklamasına geçeriz.
Dışarıda nâmahrem bir erkeğin, kadının giydiği ten rengi çorapla bacağını görüp şeklini tahayyül ve tasavvur edebilmesi / algılayabilmesi elbette ki mahzurludur, bu caiz olmaz. Hatta kalın da olsa dinde ihtiyat bunu giymemeyi gerektirir, evlâ ve uygun olan budur.
Etek boyu da yine avret sayılan mahalli (topuklardan yukarısını da) örtmesi gerekir. Daha kısa olması mahzurdan uzak olmaz. Her ne kadar çorapla filan örtülü de olsa… Kadın için giyim-kuşam, avret ve tesettürle alakalı detaylı bilgi için bkz.
http://www.halisece.com/islami-makaleler/130-islamda-giyim-kusamin-olcusu.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2428-cariyenin-avreti.html
***
Meselenin izahına gelince…
Mâlumunuz, kadınların yüzleri ile ellerinden başka bütün bedenleri avrettir. Yüzleri ile elleri namazda ve namaz dışında fitne korkusu olmadıkça avret değildir. Ayaklarının avret olup olmaması ihtilaflıdır. Maamafih sahih kabul edilen görüşe göre kadınların ayakları da avret değildir. Diğer bir görüşe göre namazda kadının ayakları avret sayılmazsa da namaz dışında avret yeri sayılır. Bu ihtilaftan kurtulmak için ayaklarını örtmeleri iyi ve ihtiyata uygun olur. Sahih olan görüşe göre kadınların kolları kulakları ve salıverilmiş saçları da avrettir.
Bu meseleye esas teşkil eden hadis-i şeriflerin meali şöyledir:
Hz. Âişe'nin (r.anha) rivayetine göre, kız kardeşi Hz. Esma (r.anha) bir gün Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) huzuruna gitti. Üzerinde altını gösterecek şekilde ince bir elbise bulunuyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) onu görünce yüzünü çevirdi ve şöyle buyurdu:
“Yâ Esma, bir kadın buluğ çağına erince -yüzünü ve ellerini göstererek- bunlardan başka bir tarafının görünmesi sahih (caiz ve helâl) olmaz." [Ebû Dâvud, Sünen, Libâs, 31]
Sahih-i Müslim'de Ebû Hüreyre (r.a.) tarafından bir rivayette Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), giyindiği halde açık (çıplak) olan, yani ince ve şeffaf elbise ile dolaşan kadınların Cehennemlik olduklarını, Cennetin kokusunu dahi alamayacaklarını bildirirler. [Müslim, Sahih, Libâs,125]
Alkame b. Ebî Alkame (r.a.), annesinin (r.anha) şöyle dediğini rivayet eder:
“Abdurrahman'ın kızı Hafsa'nın başında, saçını gösterecek şekilde ince bir başörtüsü olduğu halde Hz. Âişe'nin huzuruna girdi. Hz. Âişe başından örtüsünü alarak ikiye katladı, kalınlaştırdı (r.anhunne).” [Mâlik, Muvatta', Libâs, 4]
Hz. Ömer (r.a.) ise, cam gibi şeffaf olmasa da, giyindiği zaman altını iyice belli eden elbisenin kadınlara giydirilmemesi hususunda mü'minlere ikazda bulunmuştur. [Beyhakî, Sünen, 2/235]
İmam Serahsî (rh.) bu nakilden sonra, kadının giydiği elbise çok ince de olsa yine aynı hükmü taşır, şeklinde bir açıklama getirir. Daha sonra da, “Giyindiği halde açık” olan mealindeki hadisi kaydeder ve şöyle der: “Bu çeşit bir elbise şebeke (ağ) gibidir, örtünmeyi temin etmez. Bunun için yabancı erkeklerin bu şekilde giyinmiş bir kadına bakması helâl olmaz.” [el-Mebsût, 10/155]
Elbisenin şeffaf olmasındaki ölçü, tenin rengini belli etmesidir. Dışarıdan bakıldığı zaman elbisenin altından insanın teni görünüyorsa, elbise ince de olsa, kalın da olsa böyle bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz. Bu mesele Halebî-i Sağîr'de şöyle belirtilir: “Elbise altını, tenin rengini belli edecek şekilde ince olursa, bununla avret yeri örtülmüş olmaz. Fakat kalın olsa da, uzva yapışsa ve uzvun şeklini alsa (uzvun şekli görünür hale gelse), bu durumda örtünme hâsıl olduğu için men edilmemesi gerekir, namaz caiz olur.” [A.g.e., s.141]
***
Mesele diğer mezheplerde de aynı şekilde ifade edilir.
Mâliki mezhebinin görüşü şöyledir: Elbise şeffaf olur, cildin rengini hemen belli ederse, bununla örtünme olmaz. Bu şekilde kılınan namazın mutlaka iade edilmesi gerekir. İnce ve dar olduğu için azanın şeklini belli eden elbiseyi giymek de mekruhtur. Çünkü bu bir şahsiyetsizlik sayılır ve selef ulemasının giyim tarzına muhalif hareket edilmiş olunur. [İbn Kudâme, el-Muğnî, I/337]
Hanbelî mezhebinin görüşü şu şekildedir: Vacip olan örtünme, cildin rengini belli etmeyecek şekildeki örtünmedir. Eğer giyilen elbise cildin rengini belli edecek tarzda ince olur da bedenin beyazlık ve kırmızılığı görünürse, namaz caiz olmaz. Çünkü bununla örtünme gerçekleşmiş olmaz. Şayet rengini örter de, hacmini belli ederse namaz caiz olur. Çünkü örtü kalın da olsa bundan kaçınmak mümkün değildir. [Nevevî, el-Mecmû, III/170-172]
Şafiî mezhebinin görüşü ise şöyledir: Vacip olan, cildin rengini belli etmeyecek elbiseleri giyinmektir. İnceliğinden dolayı cildin rengini belli eden bir elbiseyi giymek caiz olmaz. Çünkü böyle bir elbise ile tesettür gerçekleşmiş olmaz. Yani, inceliğinden dolayı cildin beyazlığını veya siyahlığını gösteren elbise tesettür için kâfi gelmez. Keza, elbise kalın olsa da, dokunuşu itibariyle altından avret yerlerinin bir kısmını gösterse, yine yeterli şekilde örtünme sağlanmamış olur. Diz kapakları ve uyluklar gibi bedenin incelik ve kalınlığını belli eden bir elbise ile kılınan namaz sahihtir, çünkü tesettür sağlanmış demektir. Fakat azaları belli etmeyecek şekilde bir örtü kullanmak müstehaptır.
***
Bütün bu nakillerden sonra şöyle bir neticeye varmak mümkündür:
Kadının, yabancı erkeklerin yanında giymiş olduğu bir giysi tenin rengini belli edecek ve gösterecek şekilde ince ise, bununla örtünme gerçekleşmiş olmayacağından giyilmesi caiz olmaz. Bu giyecek, bir elbise, gömlek ve etek olduğu gibi, başörtüsü ve çorap da olabilir. Fakat gerek çorap olsun, gerekse başörtüsü ve diğer giyecekler olsun, kalın da altını göstermiyorsa böyle bir elbisenin giyilmesi caizdir. Çünkü çorap ve başörtüsü ne kadar kalın olursa olsun mutlaka bacağın ve başın şeklini belli edecektir. Fakat vücudun âzalarını iyice belli edecek şekilde giyilen dar pantolon ve dar gömlekle namaz sahih olsa da, bakanların dikkatini çekip tahrik edeceğinden meşrû görülmez. İbn Âbidîn (rh.) de bu hususa işaret etmişlerdir. [Reddü’l-Muhtâr, V/238]