Hayvan gübresiyle karışık insan dışkısı dökülen tarladan çıkan mahsul yenir mi? İsim mahfuz – İstanbul
*******
Selamün aleyküm.
“İnsan dışkısı toprak ve kumla karışık (ve bunlar dışkıdan fazla) ise, onun alış-verişi geçerli olur”. Bu görüş, İmam Muhammed’den (rh.) rivayet edilmiştir ve sahih olan da budur. el-Mülteka’da “İnsan dışkısından yararlanmak da hükmen alış verişi gibidir” denilmiştir.
Bu itibarla insan dışkısını-necasetini satmak da, yalnız başına gübre olarak kullanmak da caiz değildir. Fakat toprak, kum veya başka şeyle, mesela hayvan gübresiyle karışık olarak satmak ve kullanmak caizdir.
İnsan veya hayvan necaseti karışık su ile sulanmış sebzeleri yıkayıp yemek caiz olur. Ancak lağım suyu ile sulanmış sebzeleri yemek caiz değildir.
Evet, insan dışkısının belirtilen şartlar dâhilinde tarımda gübre olarak kullanılmasında bitki açısından bir sakınca yoktur. Dışkının gübre olarak kullanılmamasının zâhirdeki en önde gelen sebebi, herhalde öncelikle tab’-ı selime, zevk-i selime, akl-ı selime (normal insan tabitına, zevkine, aklına-mantığına) uygun olmamasıdır. Ayrıca kolera faktörü gibi hastalık yapıcı mikroorganizmaların çevre ve insan sağlığını tehdit edebilmesidir. Zira bu usûlle gübrelenen bitkilerden elde edilen ürünlerinin tüketilmesi, başta kolera olmak üzere sindirimle ilgili birçok rahatsızlığaa sebep olabilir. Ve yine arazinin konumuna göre taban suyuna karışarak içme suyunun kirlenmesine de yol açabilir.
O halde bunu kullanmak zorunda kalanlar, bütün bu muhtemel olumsuzlukları mutlaka ama mutlaka dikkate almalıdırlar.
Selamün Aleyküm hocam;
Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre ülkemizde uyuşturucu madde kullanımı korkunç rakamlara ulaşmış.
Yüce dinimizde uyuşturucu madde satanların cezası nedir?Birde eğer malumatınız var ise Osmanlı da böyle durumlarda ne cezalar verilmiştir?Selamlar.. İsmail ismaile – Gmail
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Gerek şahsınızı gerekse toplumu pek de ilgilendirmeyen, daha çok İslâm hukukunun kazâ kısmıyla alakalı hususları vaktimiz, sağlığımız, sabrımız nisbetinde maddeler halinde etraflıca cevaplamaya çalışalım.
1- Uyuşturucu maddeler: Bilindiği gibi bu maddeler, sinir sistemini uyuşturan ve böylece kişinin düşünme, mukayese ve muhakeme melekesini yok eden nesnelerdir. Sürekli uyuşturucu madde kullanan kimselerde bu maddelere karşı bağımlılık meydana gelir. Pek çok çeşitleri vardır; alkol, morfin, eroin, kokain, afyon, eter, esrar gibi... Yatıştırıcılar ve uyku ilaçları da uyuşturucu maddelerinden sayılır.
Uyuşturucu alışkanlığı günümüz insanının en büyük sosyal problemlerinden birini oluşturmaktadır. Materyalist, kapitalist ve komünist-ateist toplumlarda, sistemlerin çarpıklıklarından ortaya çıkan sosyal problemler, insanları uyuşturucu maddelerin esiri haline getirmektedir.
En yaygın olarak kullanılan uyuşturucu maddeler, alkollü içkilerdir. Gayr-i İslamî toplumlarda bu nevi içkiler hayatın bir parçası olarak kabul edilmektedir. Diğer uyuşturucu maddelerin satışı ve kullanımı dünyanın hemen her yerinde suç kabul edilmiş ve cezalandırılmıştır. Ancak bu cezalar, uyuşturucu maddelerin kullanımının yaygınlaşmasını ve sosyal bir felaket haline gelmesini engelleyememiştir. Bunun sebebi, ‘çağdaş toplumlar’ın hayat felsefelerinin insanları bu tür alışkanlıklara itecek uygun ortamları hazırlamaya elverişli olmasıdır. Manevî boşluk, ideal yoksunluğu ve bu yolda yapılan etkinlikler, sosyal felaketlere yol açan, bağımlılarını delilik, hatta intihara sürükleyen uyuşturucu alışkanlığını yaygınlaştırmaktadır.
Uyuşturucuya müptelâ (bağımlı) olan kimseler, her türlü insanî değerlerini kaybederek uyuşturucu madde ticareti yapanların kölesi haline gelmektedirler. Karşı konulmaz bir ihtiyaç haline gelen uyuşturucuyu temin edebilmek için çarpınan bu kimseler, çoğu zaman hırsızlık yapmakta, çeşitli şiddet hareketlerine (eylem) girişmekte, cinayetler işlemektedirler.
Kişiyi ruhen ve bedenen çok sür’atli bir şekilde çökertip mahveden uyuşturucu alışkanlığının tedavisi son derece güçtür. Tedavi görüp iyileştiği kabul edilenlerin tekrar normal hayata dönüp topluma uyum sağlamaları çok güç, hatta neredeyse imkânsız gibidir.
Yüce dinimiz İslâm; toplumu ifsad edecek, huzurunu bozacak, onu sosyal bunalımlara itecek her şeyi ta başından yasaklayarak gerekli düzenlemeleri yapmakta ve böylece insanları kötülüklerin pençesine düşmekten kurtarmaktadır. Allah Teâlâ, sarhoşluk veren alkollü içkileri haram kılmış ve bu harama riayet etmeyenler için cezalar koymuştur. İslâm hukukunda alkollü içkiler yanında insanları uyuşturup akıl ve muhâkeme kabiliyetlerini yok eden diğer bütün maddelerin kullanımı da haram kabul edilmiş ve şiddetle yasaklanmıştır.
Kimyevî uyuşturucuların ortaya çıkmasından önce yaygın olarak kullanılan uyuşturucu, esrardır (hind keneviri). Bunun içindir ki, fukaha (İslâm âlimleri-hukukçuları) genelde bütün uyuşturucuların haram olduğunu kabul ederken, mevzu içerisinde esrara daha fazla yer vermişlerdir.
Esrâr, "cannabis sativa" denilen boyu 1-3 m. uzunluğunda, ılıman iklimde yetişen ve halk arasında "Hint keneviri" adıyla bilinen yıllık yabani bir bitkinin gövde ve yapraklarıyla çiçek kısmından elde edilen bir uyuşturucudur. Etken maddesi "Tetrahydrocannabinol" olan esrar, en eski çağlardan beri bütün dünyada bilinen ve kullanılan bir uyuşturucudur. M.Ö. 2737 yılında Çin'de yazılmış bir eserde kenevirin fizikî ve ruhî tesirlerinden bahsedilerek, bazı hastalıkların tedavisinde kullanımı için tavsiye edilmiştir. Esrarı doğudan batıya taşıyan ünlü Venedikli gezgin Marco Polo’dur (1254-1324).
İbn Sina (980-1037) kenevire "kınnap" adını vermiş ve bu bitkiyi incelemiştir.
Kenevir ve haşhaş yetiştiren ve tedavide bunları kullanan Sümerler, Asurlular, Mısırlılar, Romalılar, Yunanlılar ve İslâm dünyasında bu bitki çeşitli maksatlarla yetiştirilmiştir. 12-13. yüzyılda İsmailiye mezhebine mensup Hasan Sabbah dünya cenneti kurmak gayesiyle müritlerine esrar içirtmiş ve onlara korkunç cinayetler işletmiştir. Merak edenler ders ve ibret olması bakımından, ömer Rıza Doğrul’un “Hasan Sabbah Cennet Fedaileri” isimli esere müracaat edebilirler.
Evliya Çelebi merhum (1611-1682) İstanbul'da Esnâf-ı Benkçiyân adı verilen esrar dükkânları bulunduğunu zikretmiştir. 19. yüzyılda İstanbul'da bir dirhem esrar bir kuruşa satılıyordu ve gerek zenginler arasında gerekse fakirler arasında yaygın olarak kullanılıyordu. Üretim ve tüketimi yasaklanmasına rağmen, bütün dünyada gizlice alınıp satılan esrar, en yaygın uyuşturuculardan biri olmuştur.
Esrar az miktarda kullanıldığında içinde tatlı hayâllar, halk arasında ‘esrar dalgası’ denilen hülyâlar doğurur; fazlaca alınan esrar ise dalgın bir uyku hâli, geçici çılgınlıklara varan taşkınlıklar meydana getirir. İçine beng otu veya tatula karıştırılıp macun haline getirilerek veya sigara içine karıştırılarak tüketimi yaygın olan esrar, Arapça "haşîş" denilen olgun Hint keneviri yapraklarının kalburdan geçirilmesiyle veya roeşin ceket giyerek olgun kenevir tarlası içinde bu bitkiye sürtünerek dolaşanların ceketine yapışan reçineli kılların kazınmasıyla da elde edilmektedir.
19 Şubat 1920 ve mükeakip tarihlerde hazırlanmış olan Cenevre Afyon Anlaşması'nın I. maddesinin son fıkrasında, herhangi bir isim altında ticarete çıkarılacak reçinesi alınmamış kenevirin, kurumuş dişi organlarıyla çiçeklenmiş veya meyvelenmiş çiçek yataklarına Hint keneviri denilir. Bu tarif, kenevirin belli çeşidinden çok, onun bazı organlarını ima etmekte ve böylece herhangi bir kenevir çeşidinde esrar maddesinin bulunabileceği anlaşılmaktadır. [Türk Ansiklopedisi, XV, 348-349: İbn âbidin, Reddü’l-Muhtâr, Terceme, A. Davudoğlu, XVI, 72-79]
İslâm'da sarhoşluk veren "içki"lerin yanında her türlü uyuşturucu da yasaklanmıştır. Çünkü bunlarda da sarhoş edici özellik vardır. Âyet-i kerimede,
"Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz, şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz" [Mâide suresi, 90] buyrulmuş… Hadislerde de genel olarak sarhoşluk veren sıvı veya katı bütün maddelerin içilmesi, kullanılması yasaklamıştır. Bunlardan birkaçı mealen şöyledir:
"Sarhoşluk veren her içki haramdır." [Buhâri, Sahih, Eşribe 4, 10; Müslim, Sahih, Eşribe, 67-68]
"Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır." [Ebû Dâvud, Sünen, Eşribe, 5: Tirmizî, Sünen, Eşribe, 3]
“Sarhoş eden her şey haramdır.” [Müslim Sahih, Eşribe, 70, H. no: 1733]
"Her sarhoşluk veren şey şaraptır ve her sarhoşluk veren şey haramdır.” [Müslim, Sahih, Eşribe, 73-74-75; Buharî, Sahih, Edeb, 80]
***
2- Uyuşturucu nesneleri kullanma ve satmanın hükmü ve cezası: Bu maddelerin önde gelenlerinden esrar, İslâm dünyasında 12. yüzyılda Tatar istilasına uğranıldığı sırada ortaya çıkmıştır. Dolayısiyle dört büyük müçtehidin yaşadığı dönemlerde esrardan söz edilmemesi, onun o zamanlar bilinmediğini gösterir. Sonraki mezhep müçtehitleri-fakihleri esrarın haram olduğuna dair fetvalar vermişler ve onu satanın te'dib olunacağını bildirmişlerdir. [İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, XVI, 77]
Esrar ve diğer bütün uyuşturucu maddeler, aynı alkollü içki gibi kişiyi Allah'ı zikirden ve namazdan alıkoyar. Bu maddelerin haramlığı içkinin haramlığından daha hafiftir. Bu yüzden esrar içene hadd cezası tatbik edilmez, tâzir cezası uygulanır. İbn Vehba'nın, el-Vehbâniyye adlı manzûm eserinin şerhini yapan eş-Şurunbulalî (rh. v. 1069/1658) adı geçen şerhin "haram ve mubah; hazr ve ibâha" kısmında esrarın İslâm hukukuna yansıyan hükmünü şu şiirinde toplamıştır:
"Esrarın haramlığına ve yakılmasına fetvâ verdiler. / Kaçınılsın, içilmesin diye, böyle bir kimsenin boşamasını geçerli saydılar. / Onun satıcısına te’dib cezası öngördükleri (kararlaştırdıkları) gibi, fâsıklığını da tesbit ettiler. / Onu helâl sayanın da zındık olduğunu yazdılar." [İbn Âbidîn, a.g.e., XVI, 72-73]
Argoda diş, dalga, ot, fin, sankız, ampes cığaralık, cuk, gonca, hurda, kaynar toprak, nefes, minare gölgesi, davul tozu gibi adları olan esrar, psikoaktif maddelerden biridir. Keyif verici, uyarıcı yatıştırıcı etkileri sebebiyle kullanılmakta; ancak ‘ruhsal, davranışsal, gelişimsel bozukluklar’a yol açmaktadır. Halbuki insanları iyiye, doğruya, en güzele götüren İslâm dini, bütün zararlı şeyleri yasaklamıştır. İyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan İslâm, uyuşukluğu, gevşeme ve bilinç bozukluğunu, tabii olmayan uyarılmayı caiz görmez. Şuuru / bilinci karartan esrar kullanımında zaman ve yer algısı değişip, insanın tabiî ve fıtrî tekâmülü bozulduğu için kıyas yoluyla bu maddenin vb.nin haram olduğuna hükmedilerek, kullanımı yasaklanmıştır. Zaten bütün dünyada bu maddeler yasa dışı yollardan üretilip, el altından satılmakta ve gizlice kullanılmaktadır.
Batı dünyasında bir zamanlar hippi denilen gençlik gruplarının popüler uyuşturucusu olan esrar, insanı kendine bağımlılaştırarak gerçek dünyadan koparan, psişik bağımlılık yaratan bir maddedir. Bağımlı kişilerde çeşitli ruhî ve bedenî semptomlarla (belirti ve bulgularla) kendini belli eden bir hastalık hâli meydana gelir ki, o artık normal bir insan sayılamaz.
Uyuşturucu kullananların bağımlılıkları; onları fuhşa, günaha sevk eder, dolayısıyla murdar olmalarına yol açar. Aklı olmayanın dini de olmaz ilkesinin yer aldığı İslâm'da, sarhoşluk haramdır. Sarhoş eden bir şey, beyin faaliyetlerini etkileyerek akıl dinamiklerini ortadan kaldırır.
Bu sebeple İslâm toplumlarında aklı korumak esastır ve sarhoş edici her şey yasaktır. Çünkü İslâmî hayatın / yaşayışın belli bazı esasları vardır. Bu sınırların dışına çıkıldığında materyalist, ruhsuz, sahte ve geçici dünya cennetleri(!)nin bunalımları ve delilik problemleri başgösterir. Alkol ve uyuşturucu maddeler daha çok kullanıldığı içindir ki, söz konusu rahatsızlıklar en çok da Batı dünyasında görülmektedir. Toplumlarda her türlü sapıklık, hastalık ve yozlaşmanın asıl sebebi, İslâm ahlâkından uzak bir hayatın hâkimiyetidir. Çare, İslâm’a dönmek, onun yüce ahlâkıyla ahlaklanmaktır. [Bkz. Hamdi Döndüren, Şamil İslam Ans., Uyuşturucu md.]
***
3- Osmanlılarda uyuşturucu satmanın cezası: Malum olduğu üzere Osmanlı Devleti bir İslâm devletiydi. Şerîatle idare olunuyordu… Yukarıda 2. Maddede belirttiğimiz üzere İslâm hukukunda bunun cezası, tâzir idi. Tâzir lûgatte men’etmek, engellemek demektir. İslâm hukuku ıstılâhında ise, te’dib ve ibret için korkutmak demektir.
Tâzir-te’dib, hadd gibi hukukta bir cezalandırma nev’idir. Cezalandırmanın maksadı da, genelde suçun aleniyetine ve yayılmasına engel olarak içtimai vicdanı ve yapıyı korumak; özelde ise suçu önlemek, suçluyu te'dib (terbiye verme) ve ıslah etmektir.
Hemen herkesin bildiği gibi, uyuşturucu ve kullanımı içtimaî (sosyal-toplumsal) bir yara olarak tarihin her döneminde karşımıza çıkarır. Birileri yetiştirir, birileri imâl eder, birileri pazarlar, birileri satar ve birileri de zehirlenir!..
Devlet de haliyle üreten, imâl eden, satan ve içenle mücadelesinden vazgeçmez, geçemez.
Mesela; ecdadımız Osmanlı’nın uyuşturucu mevzuunda (te’dib çerçevesinde) getirdiği cezai müeyyideleri şöyle sıralayabiliriz:
- Mala el koyma,
- Hapis,
- İdam ve
- Sürgünler...
Bilhassa Pâyitaht İstanbul’da uyuşturucu ticaretine bir şekilde bulaşanlar, aralarında Bursa’nın da bulunduğu şehirlere sürgüne gönderiliyordu.
Kamil Kepecioğlu, Bursa Kütüğü isimli eserinde Bursa sürgünlerine dair iki örnek hadiseyi aktarıyor. Bu hadiselerden ilkinde;
- 1738’de Bayezid’de bir tür uyuşturucu olan gonca isimli maddeyi kullanırken yakalanan Şeyh Ali Halvetî, Seyyid Cemali Halvetî, Seyyid Ahmed, Seyyid Mustafa, Süleyman, Ahmed Abdülbâki Ağazâde ve Kardeş Mehmed isimli kişilerin Bursa sürgünleri anlatılıyor.
İkincisinde ise;
- 1751’de İstanbul Büyük Karaman’da Kahveci Küçük Mehmed ile Üsküdar’da Kahveci Hasan’ın dükkânlarında yasaklı esrar maddesini satmaları sebebiyle Bursa’ya sürgünleri aktarılıyor.
Merak ediyorsan araştırır, bilgini genişletebilirsin. Aslında bunlar soru değil, ‘ödev’ mahiyetinde mevzular… Çok lâzımsa kendin bakacaksın. Bu gibi formatlarda soru, zaruri ihtiyaca binaen bir ölçü dâhilinde sorulur, ölçüsüz değil. Burada kimseye “tez” hazırlamıyoruz. Sorduklarınızı her zaman böyle geniş şekilde ele de alamayabiliriz, haberin olsun.
Selamün aleyküm hocam;
Size bir sorumuz olacak, lütfedip cevaplarsanız çok memnun oluruz hocam. Biz Mersinliyiz, bir arkadaşımızın çalışma arkadaşı intihara kalkışmıış, boğazını kulağına kadar kesmiş, Allah öldürmemiş. Şimdi sorumuz şu:
Bu arkadaşımız doktora estetik için gitmiş; estetikçi, 'olmaz, burasıyla oynarsak açılır' demiş. 'Buraya uygun dövme yaptır', demiş. Arkadaş boğazlı kazak, fular, atkı ve saire denemiş, olmamış. Şimdi çok pişman! En son çare 'dövme yapılabilir mi', diye bize sordular. Biz de Hasan Bozkurt hocamıza sorduk, o da sizi tavsiye etti. Sorumuz bu sevgili hocam. Bu arkadaşımıza ne diyelim? Acil cevap bekliyoruz Allah size kolaylık versin. Allaha emanet olun. Yakup Toraman - Facebook
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Kusura bakmayın, mesajınız bana ulaşmadı. Nasıl gönderdiğinizi bilmiyorum. Bunu da Facebook’taki mesajınız üzerine sizin sayfanıza girerek gördüm.
Evet, bildiğiniz gibi dövme yaptıkmak dinimizde haramdır. Ancak her umumi kaidenin müstesnaları olduğu gibi, dövme işinde de tedavi maksadıyla yapılanlar caizdir.
Nitekim 90’lı yıllarda takvimle meşgulken yaptığım araştırmalardan hatırlıyorum, eğer tedavi maksadıyla olursa caiz oluyor. Bunu takvimde de yayınlamış idik.
Bunun üzerine eski müftülerimizden merhum Mehmed Emre hocamız, vicahi bir görüşmemizde bunu kabul etmemiş ve tedavi için dövme olmaz hemşehrim demişti. (Kendileriyle hemşehri idik, o da bendeniz de Manisalıyız.)
Bendeniz, yazıyı hazırlama esnasında hayli araştırma yaptığımı, sahasında otorite sayılabilecek tıp uzmanlarıyla görüştüğümü ve sonuçta, dövme’nin eski tıp kaynaklarında tedavi için de kullanıldığına dair kayıtlar bulunduğunu ifade etmiştim.
Velhâsıl;
Arkadaşınız, tedavi maksatlı estetik olamadığına göre, yine tedavi maksatlı sayılacağı için dövme yaptırabilir, caizdir.
Selam Aleykum Hocam; Alkol olan bir yerde dua etmek ayet okumak caiz midir? Selam ve Dua ile… İsim mahfuz
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Alkollü içkiler hakkında ne buyuruyor Mevlâmız: “Ey mü’minler! İçki, kumar, putlar, kısmet çekilen zarlar hep Şeytan işi murdar bir şeydir, onun için siz ondan kaçının ki felâha eresiniz (yakayı kurtarasınız).” [Mâide suresi, 90]
Binaenaleyh bu demektir ki, aklı başında şuurlu bir mü’min, fevkalâde bir zaruret bulunmadıkça, içki olan, içki içilen yerde bulunmaz, kalmaz, vakit geçirmez. Bilmeden veya mecburiyetten dolayı bulunmuş ise, mümkün olan ilk fırsatta orayı terk etmesi icap eder.
Böyle bir yerde dua ve niyazda bulunmanın, Kur'an-ı Kerim okumanın hükmünü görmek için maksada bakmak gerekir. Mesela bir mü’min, mecburiyet ve zorda kalırsa içki bulunan bir yere ya da içen birinin yanına giderek yaptığının haram olduğunu söyler, gerekirse içkiyi haram kılan ayeti ve hadisleri okuyabilir, o esnada onun hidayeti için dua makamında sözler söyleyebilir. Ama böyle bir durum pek de olağan ve normal bir tablo değildir, kolay kolay mâruz kalınacak bir vaziyet olamaz. Ender-i nevâdirden bir sahne sayılır. Şayet bir fayda bekleniyorsa gidilir, gidilebilir. Maamafih bu gibi hallerden de son derece sakınmak, kaçınmak iktiza eder.
Kısacası ne işin var oralarda, diye sormazlar mı insana! Bunu da unutmamak, kötü ve yanlış düşünceleri çağrıştıracak fiil-hâl ve mekânlardan da son derece uzak durmak gerekir.
Velhâsıl; Müslüman içki içmez, evinde de bulundurmaz; ama içki bulunan evlerde-mekânlarda namaz kılmak zorunda kalabilir. Hâl böyle olunca da, zarureten dua edip Kur’an okumasında bir mahzur olmaz.
Selam Aleykum Hocam Size Bir Sorum olacaktı Hocam Kişinin hanımıyla duş alması uygunmudur Selam ve dua ile Hocam. İsmail Özkal – Facebook
*******
Ve aleyküm selam kardeşim;
Sorunuzun cevabı, fetvâ-takvâ esaslarıyla alakalı bir husus. Evet, bu durum şeriatın zâhirî ölçüleri bakımdan caiz olabilir. Erkeğin, nikâhlı hanımının başından ayağına kadar her yerine bakması ve dokunması helâldir. Aynı şekilde hanımı da nikâhlısı olan erkeğin her yerine bakabilir. Çünkü bakmanın ve dokunmanın fevkinde olan cimânın helâl olduğu yerde bakmak ve dokunmak elbette helâl olur.[el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyi’, 5, 119] Detaylı bilgi için bkz. http://www.halisece.com/islami-makaleler/1646-kadin-ve-erkekte-bakilmasi-dokunulmasi-caiz-olan-olmayan-yerler.html
Ancak meselenin sadece şer’î bakımdan caiz olup olmamasına bakmayıp takvâ cihetinden değerlendirdiğimizde, bunun, zaruret halleri dışında pek de âdâba uygun olmayacağı açıktır. Yıkanılsa da gene peştamalla olması münasip olur. Nitekim Âişe-i Sıddîka (r.anha) validemiz, “Ben Rasûlullah’ın (s.a.v.) tenasül uzvuna bakmadım; (onu) görmedim. O da benden bir şey görmedi.” [İbn Mâce, Sünen, Kitâbü’n-Nikâh, Bâb, 28, Hadis no: 1922; Kurtûbî, Tefsir, 12, 232] demiştir.
Meseleyi dilerseniz, Nakşî yolu Maceddidîn kolu silsilesinin 33’üncü ve son halkasını teşkil eden Üstâzünâ Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretlerinin bu husustaki ikazlariyle noktalayalım:
“Zaruret olmadan (kendi) avret yerine bakmak, başkasına bakmak gibi günah... Zaruretsiz avret mahalline nazar etmek, feyz ve bereketi azaltır. Saâdet devrinde bulunan 99 bâkire kızın hayâsı kendisinde mevcut olan Hz. Osman (r.a.) gömleksiz gusül etmemiştir. Hz. Âişe (r.anha) validemiz, (yukarıda da zikrettiğimiz üzere), ‘Ne ben Rasûlullah’tan (s.a.v.), ne de O benden (bir şey) görmedi” buyurdular. Dürer ve bazı fıkıh kitaplarında, ‘avret mahallini görmekte beis yok’ demişlerse de, ‘lâ be’se (beis yok)’ demek, terki (bakmamak) evlâ demektir. Mühim olan da bu.” [Erol, Ali, Hatıratım, s. 54]
Mevzu ile ilgili geniş bilgi için ayrıca bkz. http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/964-avret-mahalline-bakmak.html
Binaenaleyh meseleyi bu çerçeveden değerlendirip ona göre hareket ediniz.