Selamun aleyküm muhterem hocam. Yeğenimin sorusunu size naklediyorum. Dayicigim yardımına ihtiyacım var. Bildiğin gibi eski eşimden ve ailesinde yıllardır çok eziyet gördüm en hafifi dayak idi. Sonunda ellerinden kurtuldum yani sende biliyorsun ki boşandık. Uzun bir aradan sonra şimdiki eşimle evlendik. Onlara mahkeme açtım hem bana takılan altınlarımı hemde mehrimi vermesi için. Fakat ne altınlarımı nede mehrimi vermiyorlar üstüne birde yalancı sahitler tutup mahkemede Türk geleneklerine göre düğünde takılan altın bilezik gibi Takıları erkek tarafı alır masraflarını kapatır ayrılan kadına mehr filan verilmez diye. Bana lütfen yardımcı ol dinimize göre ben mehrimi ve bana takılan altınları isteme hakkım yokmu? En azından kızımın ihtiyaçları ve benim sıkıntıların gitmesi için kendi ailemin taktığı altınları ve mehrimi istemek suçmu ? Üstelik Türkiye Resmi kayıtlarına göre beni bosamamis görünüyor bu durum nasıl olacak Çok teşekkür ederim Yeğenin Sinem Halis hocam sorumuz bu. Yardımcı olursanız minnettar olurum Selam ve hurmetlerimle.
Soru: Yusuf tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam.
Sorularınızın cevabı için lütfen bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/535-evlatlara-verilen-hediyeler-hakkinda.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/798-kadinin-nafaka-hakki.html
Boşanmanın resmisi gayriresmisi olmaz, boşanmışlar işte… Görüldüğü kadarıyla iddet sonrasında geri dönüş gibi bir ihtimal de söz konusu değil. Her iki taraf da birbirine karşı sevgi ve saygıyı yitirmiş, nefret hisleri hâkim. Kısacası iş bitmiş, evlilik sona ermiş.
Mevcut kanunlar muvacehesinde şahsî muameleleriniz noktasında bir sıkıntınız-eksiğiniz varsa, artık onu da siz halledecek, gidereceksiniz.
Talakla alakalı detaylar için ilgili yazılara bkz.
Wesselâââm…
Soru: Yusuf tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam.
Üç sorunuzun üçü de daha önce sorulup cevaplanmış meseleler. Hatta biri var ki, çok kısa süre öncesi sizin tarafınızdan tevcih olunmuş idi. Bize sormak yerine sitede arayıversiydeniz rahatlıkla bulabilir, hem daha etraflıca yararlanabilirdiniz. Maalesef sürekli bunları söylemekten biz yorulduk. Ama ne hikmetse sizler bıkmadınız. Oysa vakit israfına sebep olduğunuzun farkında olmalısınız ki, bu da büyük vebaldir malumunuz. Bu ikaz ve hatırlatmaları tekraren yaptıktan sonra gelelim sorularınızın cevabına…
“…Sizin ve hemen hepimizin yaptığı gibi, evde ailece cemaatle namaz kılınabilir. Aile fertleri şu düzene göre dururlar:
Baba (tabii varsa ve arada ise) imam olur, erkek çocuklar onun arkasına, anne bir saf gerisine, kız çocukları da onun bir saf gerisine dururlar. Fakat yer müsait değilse, bunlar birer ayak boyu geri dururlar. Hep beraber cemaatle namazlarını eda ederler.
Evde sadece karı-koca varsa, bu durumda erkek imam olur, kadın da cemaat olur. Kadın, imamdan bir saf boyu geride durur. Fakat yer müsait değilse, kadın imamın topuk hızasını geçmeyecek şekilde yanında durabilir. Tam hizasında durursa namaz bozulur. Namazı bu şekilde cemaatle kılmak sünnettir, kılanlar cemaat sevabını alırlar…”
2. “Eşyada asıl olan mubahlıktır”. Yani aksine bir hüküm bulunmadıkça her şeyde esas olan mubah ve temiz olmasıdır. Başka bir ifadeyle, necis / pis olduğu kat’î olarak bilinmedikçe hepsi temiz kabul edilir. Ama temiz olup olmadığına dair bir şüpheniz varsa, bütün bunları yıkadıktan sonra kullanırsınız. Bu usûl ve yöntem ihtiyata daha uygun olur. Bkz. Ef'âl-i mükellefîn nedir? başlıklı yazının 5. Maddesi.
3. Evet, daha önceki sorunuza cevabımızda da belittiğimiz gibi, her an, her yerde abdestli olmak güzeldir, tavsiye ve tercihe şayan olan davranış odur. Ancak sohbet dinlemek için de şer’an tabii ki abdestli olma şartı yoktur. Hele hele bu dinleme arabada bir cihazdan olacaksa tabii ki caizdir. Abdestin farz ve şart olduğu yerler bellidir. Mesela Kur’an-ı Kerim’e dokunmak gibi… Kaldı ki abdestsiz olarak onu da okumak caizdir. Maamafih bu gibi şeyler, özellikle dikkat ve hassasiyet gerektiren istifade ve istifaza (bilgi edinme ve manevi hazz alma) gayesiyle sohbet dinleme gibi usûller / uygulamalar insanın sükûnet üzere derli toplu olup, dikkat ve hassasiyetini oraya teksif etmesini gerektirir. Aksi halde dağınık bir zihinle bunu yapmak, kendi kendini kandırmaktan öte geçmez. Bunu da unutmamak lazım... Meseleyle ilgisi bakımından aşağıdaki linklere de mutlaka bkz.
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2481-toplu-tasima-araclarinda-kur-an-okumak.html
http://www.halisece.com/sorulara-cevaplar/2403-2014-12-17-17-22-25.html
http://www.halisece.com/tasavvuf/207-daimi-murakabe-ve-daimi-zikir-hali.html
Allahü teala, say-u gayretlerinize bereket buyursun.
İslam hukuku, inancı gereği anasıyla evlenen zimmî mecusiye karışmaz mı? Müdahale etmez mi?
Soru: Timûrtâşî Işık tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap
*******
Selamün aleyküm. Bilmukabele bizden de hayır-dualar…
Değerli kardeşim;
Öncelikle bir serzenişte bulunayım: Dünya üzerinde İslâm hukukiyle idare edilen bir ülke mi var ki böyle bir uygulamayı mevzu edelim… Hele öyle bir düzen kurulsun da, sıra İslâm ahkâmının tatbikine gelsin. Öyle değil mi?
…dedikten sonra, bu sorunuzun bendenizi gençlik yıllarıma götürdüğünü de söylemem lazım.
1970’li yıllarda Cağaloğlu’nda bulunurken, günlük gazetemiz olan Sabah’ın genel yayın yönetmeni, Trabzon doğumlu merhum İsmail Oğuz Bey’in bir sözünü hatırladım. Mealen şöyle demişti:
‘Çocuklar, İslâm-İslâm diye çırpınıyor, onun hükümlerinin uygulanmadığından yakınıyoruz. Peki, bugün İslâm devleti kurulsa ve bize de dense ki, gelin İslâm hukukuna göre idare edin bu ülkeyi… Müslümanlar olarak bunu yapabilecek formasyonda mıyız? Mesela mahkemelerde İslâm hukukunu tatbik edebilecek kadrolara sahip miyiz?..’
Bu can alıcı tesbit ve yakıcı soru karşısında bizler, başlarımızı iki ellerimizin arasına almış ve kara kara düşünmüş idik.
Evet, sizin bu sorunuzun da bende âcizane tedai ettirdiği tablo bu oldu gerçekten...
Ama olsun; madem geçmişimizi öğrenmek, ahkâm-ı İslâmiye hakkında küçük de olsa bir bilgi edinmek maksadıyla sormuşsunuz, o halde elimizden geldiğince cevaplamaya çalışalım.
***
İslâm hukukunda zimmîlerle alakalı hükümler
İslâm hukuknda zimmîlerle ilgili bazı önemli hükümler vardır. Bunlardan biri de;
Zimmîlerin İslâmî nehiylere / yasaklara saygı göstermeleridir.
Binaenaleyh zimmet ehli, İslâm'ın men’ettiği ve kendi inançlarına göre de menedilmiş bulunan şeyleri İslâm ülkesinde işlememekle yükümlüdür. Mesela zina ve eşcinsellik gibi…
Yine zimmîler, Müslümanlarla karışık bulundukları / yaşadıkları yerlerde, İslâm'ın şeârine aykırı olan şeyleri açığa vurmamakla da yükümlüdürler. [Şeâire tâzim hakkında detaylı bilgi için bkz. http://www.halisece.com/islami-makaleler/160-islamda-tazimus-seair-mukaddesata-hurmet.html] Bu şey kendi aralarında caiz olsa bile hüküm değişmez. Mesela sizin sorunuzda dile getirdiğiniz, mahrem hısımla (anneyle) evlenmek gibi...
Bilindiği üzere “mahrem hısım” kavramının ilk maddesi, anne, annenin annesi, babanın annesi ve yukarıya doğru bunların anneleridir. Her ne kadar bâtıl inançlarınca bunlarla evlilik kendileri için geçerli olup kabul görse de, yaşadıkları İslâm ülkesinde bunu aleniyete vuramazlar. Aksi takdirde tâzir cezası uygulanır.
***
Tâzir cezası nedir?
“Tâzir” kelime olarak yasaklamak, men’etmek, eğitmek… ve şiddetle dövmek gibi manalara gelir. "Ayn-zel-ra" maddelerinden (özr) müteşekkil, "tef'îl" babında bir masdardır.
İslâm hukukunda tâzir, Kitap ve Sünnet’le hadd cezası konulmamış olan suçlar veya bazı mâsıyetler / günahlar için İslâm devletinin serbestçe belirleyip uyguladığı cezaları ifade eder. Bu suçlar ya hukukullah (Allah hakkı) ile ilgili olur yahut da hukuk-ı ibâd (kul hakları) mahiyetinde olabilir.
Hadd cezaları dışında hangi söz, fiil veya davranışların ne miktar cezayı gerektireceğini İslâm devleti (reisi veya onun adına şer’î mahkemeler) belirler. Ancak bu belirlemede de bir takım esaslara uyulur. [İbn Nüceym el-Mısrî, el-Bahru'r-Râiq, Mısır 1334, VIII, 240]
Tâzîr cezalarını da haddlerde olduğu gibi İslâm devlet başkanı veya yetki verdiği kimseler (kaadîler) uygular. Bu cezalar hapis, sürgün, siyaseten öldürme, bazı malî cezalar, kürek cezası, dövme, azarlama şekillerinde olabilir.
***
Sadedinde olduğumuz meseleye gelince…
Fukahaya (İslâm hukuk âlimlerine) göre mesela bir zimmî, alenen içki içmiş, fakat sarhoş olmamışsa, içtiği şey dinince helal kabul edilse dahi, kendisine tâzir cezası verileceğinde ihtilaf yoktur.
Ancak şu var ki, İslâm hukuku esasları arasında, alenen içki içen zimmîye hadd-i şirb uygulanmasına engel bir hüküm de mevcut değildir. Dolayısıyla zimmîlerden dinleri içkiyi yasaklayanlara kendi dinleri veya İslâm hukuku uygulanmış; dinleri izin verenlere İmam-ı Azam (rh.) hazretlerinin görüşünden hareketle, sarhoş oldukları ve bunu aleniyete intikal ettirdiklerinde hadd cezası uygulanması kabul edilmiştir. [Abdülkadir Udeh, Mukayeseli İslam Hukuku ve Beşeri Hukuk, Rehber Yayınları, Ankara, 1990, C. IV, s. 166; Ali Şafak, Mezheblerarası Mukayeseli İslam Ceza Hukuku, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum, 1977, s. 156]
Ecdadımız Osmanlı Devleti’nde zimmîlerin gizli olarak içki içmeleri serbest olmasına rağmen, bunu alenî şekilde gerçekleştirmeleri, sarhoş halde dolaşmaları yasaklanmış; aksi takdirde kürek cezası verilmiştir. [Mustafa Avcı, Osmanlı Hukukunda Suçlar ve Cezalar, Gökkubbe Yayınları, İstanbul, 2004,, s. 268]
Binaenaleyh Mecusilerin de kendi inançlarınca anneleriyle evliliklerine bir engel olmasa da, bunu yaşadıkları İslâm toplumu içinde aleneniyete dökemezler. Eğer aşikâre yapacak olurlarsa, İslâm devleti müdahale eder; vaziyete göre gerekli ikaz ve cezaları uygular.
Soru: Serpil tarafından yazıldı. Kategori: Soru - Cevap
*******
Ve aleyküm selam.
Malumunuz “talak”, nikâh bağlarını çözmek, demektir. Evli her erkeğin, üç talak hakkı vardır. Talak (boşama) sözleri; hatırlanacağı üzere “sarih” yani açık söz ve “kinaye” (kapalı) ifade yoluyla olmak üzere iki çeşittir.
Sizin meseleniz kinaye yoluyla olduğuna göre onu ele alalım.
Kinaye yoluyla talak sözleri, boşamak manasına geldiği gibi başka manaya da gelen lafızlardır. Mesela “babanın evine git”, “evimi terket” ve “nereye gidersen git” ve de sizin aranızda geçen sözler gibi… Böyle bir sözü söylerken, boşamayı kasteden adamın hanımı boş olur; başka bir manayı kastederse, boş olmaz. Meselenin teferruatı / detayı için Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı’na ya da bir Şâfiî İlmihali’ne bakabilirsiniz.
Madem kocanız bu sözleri boşamak kastıyla söylemediğini ifade ediyorsa, hüküm de ona göre olur, talak vaki olmaz. Zira İslâm hukukunda, ‘ed-Da’vâ bi’l-murâdi bâtıletün: Murâd ile dava / iddia bâtıldır’ düsturu esas alınır. Binaenaleyh sizin ona ısrarla ve kendisini yanlışa sürükleyecek-kışkırtacak tarzda, ‘burada sen talakı / boşanmayı kastediyordun, bunu demek istiyordun, maksadın-niyetin buydu’, demeniz, âmiyane tabirle niyet okumaya kalkışmanız hukuken geçerli olmadığı gibi, ahlâken de çok yanlış ve tehlikeli bir tutumdur, şer’an / dinen de hükmü değiştirmez. Kısacası kocanızın söylediğinin aksi yöndeki bir iddia / iddianız sahih (geçerli) olmaz. Fıkhen / hukuken buna itibar olunmaz. Zira şeriat, zahire göre hükmeder, niyetlere / gizli hususlara göre değil. O halde bu gereksiz ve yıkıcı, şeytanî vesveseyi-evhamı bırakıp güzel-güzel geçinmeye, bundan böyle daha dikkatli davranıp aileyi-yuvayı bozup dağıtmamaya azamî gayreti gösteriniz.
Müslüman erkekler de çok ihtiyatlı davranmalı ve her şeye rağmen bu tip tehlikeli sözleri sarf etmekten daima kaçınmalıdır.
…Ve siz de artık değişik rumuzlarla sürekli “temcit pilavı” gibi aynı şeyleri ısıtıp ısıtıp tekraren bize yazıp cevap istemekten de vaz geçiniz! İşimiz-meşgalemiz, sadece siz değilsiniz.
Selamün aleyküm. Hozam şuan arşı taşıyan 4 melek var. O halde Arşın içindeki herşeyi mesela kürsüyü-yedi kat gök ve yedi kat yeri, Rabbimizin izniyle bu 4 melek tutuyor. O zaman dünyayı da bu 4 melek taşıyor anlamına geliyor.
Öyleyse dünyayı Allahın izniyle melekler tutuyor dense yanlış olur mu? "Dünyayı, hameleyi arş melekleri tutuyor"?
Soru: gurban koliev tarafından yazıldı. Kategori: Soru – Cevap
*******
Ve aleyküm selam.
Kürsî, Arş-ı A’lâ’nın içinde değil, altındadır. Yedi kat sema da birbirini takip etmektedir. Yedi kat arz da hakeza…
Birbirlerine nisbetle büyüklüklerini ifade sadedinde kullanılan “ihâta-kuşatma” mefhumları ile yüklenme manasındaki “haml” lafzını birbirine karıştırmamak lazım. Zira farklı kavramlardır.
Mahlûkat ve mevcudatın her birini himaye, vikaye ve muhafaza ile vazifeli melekler vardır. Nitekim bazı eserlerde Arş-ı A’lâ’ya ve semavata nezaret eden 4 melekten bahisle, bunlardan ikisinin isminin Nesir ve Sevr olduğu ifade edilmiş... Ve yine dünyaya nezaret eden melekler ise iki tane olup isimlerinin de Sevr (boğa) ve Hut (balık) olduğu zikredilmiştir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri (1705-1771) de, “Allahu Teâla dört büyük melek yaratmıştır, bunlar Arş'ı taşır; Hamele-i Arş denilen bu meleklere Kerûbiyyûn da denilmiştir. Allah'ın (c.c.) indinde bütün meleklerden daha üstün ve faziletlidirler. İsrafil (a.s.) de bu meleklerdendir, diğer üçünden daha üstündür” der. [Bk. Mârifetnâme, Birinci Bölüm, Üçüncü Madde.]
Kısacası melekler kâinattaki maddî-manevî hemen bütün işlerde vazifelidirler. Her varlığın müekkel yani kendisine vekil kılınmış bir meleği vardır. Yaptıkları işlerin ehemmiyetine göre dereceleri de birbirinden farklıdır. Mesela vücudumuzda vazifeli 384 melekten derecesi en yüksek olanı, insanın def’-i hacetinde vazifeli olan melektir, çünkü o işi tenezzülen kabul etmiştir.
***
Kur’an-ı Kerim’de, "Semâ yarılmış o da o gün sarkmıştır, (za’fa düşüp düzeni bozulmuş, çökmeye yüz tutumuştur). Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbinin Arş’ını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir." [Hâkka suresi, 16-17] buyrulmuştur.
Sa'lebî'nin (rh. v. H. 427-m.1035) rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte de Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşladır:
"Hamele-i Arş şu anda dörttür, Kıyamet günü Allah onları bir dört melekle daha takviye eder / kuvvetlendirir, böylece sekiz olur." [Kurtubî, el-Cami'u fî-Ahkâmi'l-Kur'ân, XII, 266]
Bu sebepledir ki Abdullah b. Amr (r.a.), "Arş'ı taşıyan melekler sekiz tanedir" der. Said b. Cübeyr (r.a.) de, âyetteki "sekiz melek" ifadesini sekiz saf melek olarak tefsir etmiştir. Bu meleklere, Allahu Teâla’ya yakın ve meleklerin efendileri olmalarından dolayı Kerûbiyyûn melekleri denilir. İbn Abbâs’tan (r.anhuma) nakledilen bir rivâyete göre Kerûbiyyûn melekleri, sekiz bölümdür. Onlardan her bir cinsinin insan, cin, şeytan ve melek gücü kadar gücü vardır. [İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm, VIII, 239] Her şeyin en doğrusunu Allah (c.c.) bilir.
Âlemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v.) yine buyurmuşlardır ki:
"Size Arş’ı taşıyan meleklerden bahsetmem hususunda bana izin verildi. Onlardan her birinin kulak memesi ile boynunun arasındaki mesafe, yedi yüz yıldır." [Ebû Dâvûd, Sünen, Sünneh, 18]
Ve kezalik bazı haberlerde / hadislerde geldiği üzere, “Kürsîyi taşıyan meleklerle Arş arasında nûrdan 70 perde ve zulmetten de 70 perde vardır. Her bir perdenin kalınlığı 500 yıllık yoldur. Eğer böyle olmasaydı, Arş’ı taşıyan meleklerin nûrundan Kürsî’yi taşıyan melekler yanardı. Yani Hamele-i Arş’ın nûruna Hamele-i Kürsî tahammül edemezlerdi. Güneş’in nûru, Kürsî’nin nûrunun 70’te biridir. Kürsî’nin nûru da, Arş’ın nûrunun 70’te biridir, diye Hz. İkrime (r.a.) rivayet etmiştir… [Bkz. Seyyid Fazıl Mehmed Paşa, Şerh-i Evrâd-ı Mevleviyye, Rûmi Yayınları, Konya, 2010, s. 53]
Demek ki, onların haricindekiler hakkında bir izin çıkmamış, ya da sınırlı çıktığı için bizim gibi sıradan insanların bilgisi dâhilinde değil.
S o n u ç
Mutlak mânâda “…dünyayı Allahın izniyle melekler tutuyor dense” bittabii yanlış olmaz. Ama “Dünyayı, Hamele-yi Arş melekleri tutuyor" demek de herhalde doğru ve isabetli bir ifade olmaz.
Allahu Teâla’nın kudreti sonsuzdur, dilediğini dilediği gibi yaratır, dilediği gibi de muhafaza eder / korur, tutar. İster sebepli, ister sebepsiz… Yaptıklarından da kimseye karşı mes’ul değildir.
Bizler de bunları bilmekle yükümlü olmadığımız gibi, sorumlu da değiliz.