Bir mevzûda kazanılan sistemli ve geniş bilgi demek olan “kültür”ü Andre Malraux şöyle târif ve izah ediyor:

Kültür; okuyan ve bilgi sahibi olup düşünen insanın zevkini, tenkit etme ve hükümler verme kabiliyetini inkişaf ettirmesidir. Bir milletin kültürü; onun bütün fertlerinin sahip olduğu hissiyât, hâdiseleri karşılayış ve idrâk ediş tarzlariyle, topyekün tarihi içinde meydana getirdiği fikir ve sanat mahsulleri ve kıymet hükümleridir. Kültür, onu vücuda getirmiş olan milletin malıdır.”


Fransızca bir kelime olan kültür, lisânımızda irfân yerine kullanılsa da, tam olarak karşıladığı söylenemez. Zira irfan; bilmek ve anlamak mânâlarında olmakla birlikte, eğitim ve öğretimle elde edilemeyen gerçeği, sezerek idrâk etme gücü demektir. Bu noktada Ömer Seyfettin'in öğretmen arkadaşlarıyla giriştiği âlim-ârif münâkaşasını hatırlamakta fayda var. Şöyle ki; Ömer Seyfettin İkinci Dünya Harbi yıllarında öğretmendir. Bir ara öğretmenler odasında otururken,

— Arkadaşlar, der, bu millet âlim değildir ama âriftir. Bu irfanı sayesinde pek çok şeyi okumuşlardan daha iyi sezer, farkeder ve bilir.

Arkadaşları itirazı basar:

— Olur mu öyle şey! İlmi olmayanın irfânı mı olurmuş, derler.

Harp yılları olduğu için de, iktisadî ve ticarî hayat durgun, yokluk ve sıkıntı had safhadadır. Şekersizlikten çaylar bile kuru üzümle, pekmezle içilmektedir. Bu durumu değerlendiren Ömer Seyfettin,

— Müjde arkadaşlar! der. Almanya'dan bilmem kaç ton şeker geliyormuş, çayları kuru üzümle içmekten kurtuluyoruz!

Bunu duyan öğretmenler, sevinçten yerlerinden fırlar ve bu haberi avuçlarını patlatırcasına alkışlarlar!..

Ama o da ne? Tam bu esnada kapı önünde bulunan hademede en ufak bir reaksiyon görülmemekte. Ömer Seyfettin bu defa hademeye döner ve;

— Sen niye sevinmiyorsun, şekere ihtiyacın yok mu? diye sorar.

Hademenin verdiği cevap ârifânedir:

— Boşversene Bey'im, der, kel merhemi bulsa kendi başına sürecek! Almanya harp ediyor, düşünsene... Şekeri nerden bulup da bize gönderecek!?

Bu cevap üzerine Ömer Seyfettin, irfandan mahrum olan arkadaşlarına dönerek,

— İşte der, beyler, âlimle ârifin, ilimle irfânın farkı...
***

Ayrıca irfân'ın, tasavvufî yönü de vardır; İlâhî bir feyz olarak kâinata, hayat ve memâta ait birtakım sırlara vâkıf olup bilme hasletidir. Bir diğer ifadeyle irfan, “Sôfîlerin rûhânî halleri yaşayarak, mânevî ve İlâhî hakîkatleri tadarak elde ettikleri ilim”dir. Bu yoldan Hakk'a dair elde edilen ilme mârifetullah, buna sahip olan kişiye de ârif-i billâh denir.
***

MUALLİM NÂCİ'DEN BİR DÖRTLÜK

Muallim Nâci, kendi dilini doğru dürüst bilmeden yabancı dil öğrenmeye kalkanlar için (demek bu hastalık yeni değil, o zaman da varmış!) şöyle der:

“Cehl ile kendi lisânından değilken bâ-haber
Diğerin tahsîle kalkışması tuhaftır zûr ile;
İftihâr etmende fi'l-vâki verirdim hak sana,
Olsa tahsîl-i lisan ‘pardon’ ile ‘bonjur’ ile...”

_____________________________
Lugatçe: Bâ-haber: Haberi olan; Zûr: Yalan yanlış, uydurma; Fi'l-vâki: Hakikaten, gerçekten; Pardon: (Fransızca) Özür dileme; Bonjur: (Fransızca) Günaydın.

Go to top