Halis ECE
HANIMLARIN HACCI
Bu mevzûda öncelikle şunu ifade edelim ki; hanımlar, Hanefî fıkhına göre yanlarında nikâh düşmeyecek (nâmahrem) bir yakını-akrabası, yahut da eşi olmadıkça yalnız başına hacca gidemezler... Şayet Hanefî mezhebine mensup bir hanımefendi illâ da gitme ihtiyacını hissediyorsa, Şâfiî mezhebini taklid ederek gidebilir. Çünkü Şâfiî mezhebinde, yol emniyeti bulunduğu takdirde, üzerine hac farz olan hanımın, diğer kadınların arasına karışarak gitmesi câizdir. Ancak bu da farz olan hac için geçerlidir. Bir defa gitmiş, farz olan haccını edâ etmiş, yahut da kendisine hac farz olmadığı halde nâfile olarak (ömre’ye) gitmek isteyen hanıma, Şâfiî mezhebinde de gitme izni yoktur.
Burada bir noktaya daha işarette bulunalım.
Kendisine ait parası-pulu, malı-serveti bulunan, dolayısıyla üzerine hac farz olan bir hanımın bu ibâdetini îfa etmesine eşi mâni olamaz. Şayet bu hanımın, kendisini hacca götürecek bir yakını mevcutsa gider, mahreminin himâyesinde farzını îfa eder. Eşi buna engel olamaz. Ancak bu nokta, mes’elenin sadece bir yönü. Bu işin gözden kaçan bir diğer tarafı daha var. Dilerseniz ona da kısaca temas edelim...
* * *
HARAMLARDAN KAÇINMAK EMİRLERİ YAPMAKTAN ÖNCE GELİR
Hemen herkesin bildiği, gidip gelenlerin aynü’l-yakîn müşâhede edip hakku’l-yakîn yaşadıkları üzere insanlar, tavâf esnasında kadın-erkek karışık ve de çok sıkışık bir vaziyette bulunduğundan, haram işlemeden tavaf edebilmek belki imkansız değil ama oldukça zor. Çünkü ancak üst katlardan ve çok uzun sürelerde yapılabilir. Tabii bu meşakkate tahammül edilebilirse… Ayrıca tavafın dışında da vaziyetler çok iç açıcı değil. 'Efendim orada kadın erkek ayrımı kalmıyor, herkes aynı oluyor' gibi saçma-sapan sözlere de itibar etmemek lazım. Bu gibi sözler ancak kendi kendimizi aldatmaya yarar. Zira kadın her yerde kadındır, erkek her yerde erkektir... Zamana-mekâna göre cinsiyet değişimi olmaz.
Bu durumda hanımların, hac ibâdetini bizzât îfa yerine, kendileri için vekil göndermek suretiyle yerine getirmelerinin münâsip ve Hakk’ın rızâsına muvâfık olacağı daha uygun gibi gözükmektedir. Zira usûl-i fıkıhta meşhur bir kaidedir; “Bir emrin (ibâdetin) edâ ve îfâsında, şayet bir harâmın işlenmesi söz konusu ise, o haramı işlememek için, o emir terk edilir.” Kaldı ki hac için vekâlet câiz olduğundan, bu emrin terki de bahis mevzuu değildir.
Hac sırasında işlenen haramlardan birisi de, hanımların erkeklerle aynı hizada bulunarak namaz kılmalarıdır. Buna fıkıh lisânında “muhâzât” denilir. Evet, tavafta kadınların erkeklerle aynı sırada olmaları tavaflarını ifsad etmez; fakat namaz böyle değildir. Cemaatle kılınan namazda bir kadının, erkeklerin yanında aynı hizâda veya önünde bulunup, aynı namaz için aynı imama uyması durumunda –diğerlerininki değil ama– kadının iki yanındaki ve arkasındaki erkeğin namazı bozulur. Ancak, erkek ve kadın orada (Mescid-i Haram’da) farklı yönlerden Ka’be’ye yönelmiş olurlarsa, bu durum muhâzât hükmünde değildir ve namazları bozulmaz.
Görüldüğü üzere mesele oldukça girift ve nazik. Üzerinde dikkat ve hassasiyetle durulması-düşünülmesi ve ona göre davranılması gerekmektedir.
* * *
SÜNNET'İ İFA İÇİN İNSANLARA EZİYET VERMEK HARAMDIR
Haceru’l-Esved'i öpmek için tavafta izdihama/yığılmaya/sıkışıklığa sebep olmamalı, meydan verilmemelidir.
Evet, Sünnet'te aslolan Haceru'l-Esved'i öpmektir. Ancak kalabalıktan kaynaklanan bir yığılma varsa -ki çoğu zaman olur- onu sadece istilâmla (selâmlamakla) yetinmeli… Öpmek için insanlar itilip-kakılmamalı… Ve asla kimse rahatsız edilmemelidir.
Tavaf mahalli kardeşlerimizle muharebe meydanı değil, tam tersine Rabbimize ibadet yeridir. Orada huzû ve huşû içinde olmalı… Allah’a karşı korku ve sevgi ile boyun eğmeli, bu duygu ile tevazuu/alçakgönüllülüğü elden bırakmamalıdır.
Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) her hususta olduğu gibi bu mevzuda da ashab-ı kirama ikazlarda bulunmuştur. Meselâ Hz. Ömer'e (r.a.) şu uyarısı çok dikkat çekicidir:
"Ey Ömer! Sen güçlü kuvvetli bir adamsın. Haceru'l-Esved'i öpeceğim diye zayıfa eziyet vermeyesin. Rüknü boş görürsen yanaşarak istilâm et, değilse tekbir getirip geç."[1]
Daha sonraki dönemlerde ashab-ı kiram, tâbiîn ve tebe-i tâbiînin de aynı hususa özellikle dikkat ettiklerini görmekteyiz.
İbn Ömer (r.anhüma), Sünnet'i hassasiyetle takip noktasında o kadar gayret gösterir ki, her ne olursa olsun bu Sünnet'i asla ihmal etmeyeceğini şöyle ifade eder:
"Ben, şu iki rükne (Rükn-i Yemânî ve Haceru'l-Esved), Rasûlullah'ın (s.a.v.) istilâm ettiğini göreliden beri rahat hâlde de olsam, sıkışık hâlde de olsam istilâmda bulunmayı hiç terk etmedim."[2]
Aslında o gün-bugün sadece selâmlama bir izdihama veya izdiham da selâmlamaya bir engel teşkil etmemektedir. Ama öpmek bugün ciddi bir izdiham-kargaşa sebebidir.
O bakımdan günümüzde Haceru'l-Es'ad'i öpeceğim diye Rahmân'ın misafirlerini itmek-kakmak, ezmek, eziyet etmek âdeta ibadeti bırakıp onlarla kavgaya tutuşmak kulluk makamına yakışmayan büyük bir vebaldir.
Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere bu büyük yanlışın şuurunda olan ashab-ı kiram (r.anhüm) hazeratı ve onların yetiştirdiği güzide tâbiîn nesli de Haceru’l-Es’ad’i öpmek ve istilâm hususunda çok hassas davranırlardı. Onların bu dikkatli uygulamalarını Hz. Hanzala (İbn Ebî Süfyân İbn Abdirrahman r.a.) bize şöyle anlatmaktadır:
"Tâvus merhumu tavaf yaparken gördüm. Haceru'l-Es’ad çevresinde izdiham varsa sıkışıklık yapmaz, geçer giderdi… Boş ve müsait bulursa üç sefer öperdi… Sonra şunu söyledi: "Ben İbn Abbas'ı (r.anhüma) aynen böyle yaparken gördüm." İbn Abbas da: "Hz. Ömer'i (r.a.) aynen böyle yaparken gördüm" dedi. Hz. Ömer de: "Ben Resûlullah'ı (s.a.v.) böyle yaparken gördüm" dedi."[3]
Hasılı Hacerü'l-Esved'e el sürmek ve öpmekle insanlara eziyet vermek durumu birleşince istilâm tercih edilecektir. Zira karşıdan selâmlamak da Sünnet'in îfası için yeterlidir.
Urve İbnu'z-Zübeyr (r.a.) anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v.), İbn Avf'a (r.a.):
- 'Ey Ebu Muhammed! Rüknü'l-Esved'i nasıl istilâm ettin?' diye sordu.
- 'İstilâm ettim ve bıraktım!' deyince, Resûlullah (s.a.v.):
- 'Doğru yapmışsın' buyurdu."[4]
Kaldı ki bir Sünnet'i yerine getireceğim diye insanlara eziyet vermek haramdır. Bunun için farzı, vacibi, sünneti insanları incitmeden yapabilme adına ya çözümler üretilmelidir, ya da gereği yapılmalıdır. Ömre ve hacca gidenler de yaptıklarını mutlaka bilerek ve adabına uygun olarak yapmalıdırlar. Onun da yolu-yöntemi, bütün bunları gitmeden öğrenmektir.
***
NÂFİLE HAC YANİ ÖMRE MESELESİ...
İmâm-ı Rabbânî kuddise sırruh hazretleri, bağlılarından Molla Tâhir Bedahşî’ye yazdığı mektupta nâfile ibâdetlerle alâkalı olarak şu îkazlarda bulunuyor:
“Haberde geldi ki, ‘Allah Teâlâ’nın kuldan i’râzının (kulu sevmemesinin) alâmeti; onun, mâlâyani (mânâsız-faydasız-boş şeyler) ile meşgul olmasıdır.”
"Binaenaleyh, farz ibâdetlerden bir farzdan yüz çevirip onu ihmâl veya terkederek, nâfilelerden herhangi biri ile meşgul olmak da, mâlâyaniye sınıfına girer.
“Bu takdirde sana düşen; meşgûliyetinin neyle yani farzla mı, yoksa nâfileyle mi olduğunu bilmen için, hâlini teftiş-kontrol etmendir. Zira nice haramlar vardır ki, nâfile haccın edâsında işlenir. O bakımdan sana yakışan; durumu dikkatli ve etraflı bir şekilde yeniden gözden geçirip düşünmendir.
“Akıllı olana bir işâret yeter.”[5]
***
Yine aynı zâta yazdığı bir başka mektupta ise İmâm-ı Rabbânî hazretleri, şu dikkat çekici açıklamalarda bulunmaktadır:
“Ey dost! Hac yolculuğu için izin talep edip sefere çıkacağın zaman, vedâ esnasında, ‘İhtimâl ki, bu seferde-yolculukta size katılırım’ demiştim. Lâkin her ne zaman niyet ettimse, istihâreler uygun düşmedi. Bu hususta bir cevâz (yani bu ömre ziyaretinin câiz olacağına dair bir şey) anlaşılamadı. Ben de ister istemez kalmayı tercih ettim, gelmedim.
“Başta da, bu gidişinizde, fukarâ (dervişler) için bir fayda yoktu. Ama şevkinizi (şiddetli istek ve arzunuzu) gördüm de, açıktan mâni olmadım. (...) Önemli işleri-hizmetleri bırakıp, zarûri olmayanlarla (önemsiz işlerle) meşgul olmak münâsip olmaz. Anlatılan bu hususu, daha önce de ben size defalarca yazdım; size ulaştı veya ulaşmadı... Söylenecek söz budur; artık gidip gitmemekte serbestsiniz, (ötesini siz bilirsiniz).”[6]
İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed Fârûkî es-Serhendî (k.s.), mü’minleri böyle uyarıyor. Okuyup ders almak da bize düşüyor.
* * *
SERVET ŞÜPHELİ YOLLARDAN KAZANILIRSA...
Velhâsıl bütün bu ikazları; ömre-ömre deyip duranların, bilmem kaçıncı haccını îfa edip, tekrar gitmek için yanıp tutuştuğunu söyleyenlerin... Etraflarındaki farz olan bir yığın mâli hizmetleri-yardımları gözardı edenlerin... Kezâ, hac esnasında nice haramların işlendiğini bile bile, vekil göndermek yerine, bizzat kendisi gitmekte ısrar eden hanımların şuur ve idraklerine / anlayışlarına havâle ediyor ve son olarak da sözü İmam Gazâlî hazretlerine bırakıyoruz:
“Servetini şüpheli işlerden kazananlar, yoksul ve muhtaçlara verirken, kalabalık yerleri gözetirler; fakirlerden de, aldığını etrafa söyleyeni tercih ederler. Gizli ve görülmeyen yerlerde vermezler. Aldığını söylemeyen fakirleri nankörlükle ithâm ederler. Çok defa, komşularının durumunu bildikleri halde, onları açlık-sefâlet ve ihtiyaç içinde bırakırlar. Servetlerini, tekrar tekrar hacca gitmekle ömre yolunda harcarlar. Çünkü bunu, herkes görür ve bilir.
“İbn Mes’ûd (r.a.) şöyle demiştir:
‘Âhir zamanda sebepsiz, yani farz olmadığı halde hac yapanlar çoğalır. Yollarda yaptıkları ticaretleri ile kazançları artar, hac işi onlara kolay gelir. Ancak, ecirden mahrum ve sevaptan soyulmuş olarak geri dönerler. Kumlu ve susuz çöllerde binitleri onları dolaştırır da, yanıbaşındaki komşusunun hâlini-hatırını sormazlar.’
“Ebû Nasrettemâr’ın (rh.) bildirdiğine göre, adamın biri hacca gitmek üzere Bişr bin Hâris hazretlerine vedâ etmeye geliyor ve ona:
- Ben hacca gidiyorum, bir emriniz var mı? diyor.
Hz. Bişr:
- Ne kadar harçlığın var? diye sorunca, adam:
- İki bin dirhem harçlığım var, diye cevap veriyor.
Bişr hazretleri:
- Hacca gitmekle zühdü mü, Kâ’be’ye olan aşkını mı, yoksa Allah rızâsını mı kastediyorsun? diye tekrar sorunca, adam:
- Allah rızâsını kastediyorum, diye cevap veriyor.
Bunun üzerine Hz. Bişr:
- O halde evinde dururken, peşin olarak Allah rızâsını kazandıracak bir şeyi sana söylersem yapar mısın? diye soruyor. Adam:
- Evet, yaparım, deyince, Hz. Bişr:
- O zaman sen bu iki bin dirhemi; borcunu ödeyemeyen bir fakire, yiyeceği olmayan bir yoksula, nüfusu kalabalık ve geçimi dar olan bir âileye, yetimi sevindiren bir yetim bakıcısına ve bunlar gibi on kişiye 200’er dirhem olarak dağıt; hatta istersen hepsini bunlardan birine ver. Zira Müslüman’ı sevindirmek, düşkünlere el uzatmak, sıkıntıyı gidermek ve zayıflara yardım etmek, nâfile olarak yapılan yüz hacdan daha sevaptır. Kalk da dediğim gibi yap. Şayet böyle yapmak istemiyorsan, asıl kalbinde olanı bana söyle, dedi.
Adam:
- Doğrusu kalbimde hacca gitmek tarafı kuvvetlidir, dedi.
Bunun üzerine Bişr hazretleri gülümseyerek adama döndü ve şöyle buyurdu:
- Servet, şüpheli şeylerden kazanıldığı takdirde, nefis kendi arzularından birinin yerine getirilmesini ister. Bununla arzusu, sâlih ameller yaptığını göstermektir. Halbuki Allah Teâlâ, yalnız müttakîlerin, ihlâs sahiplerinin amelini kabul eder, gösteriş ehlinin değil.”[7]
DİPNOTLAR
[1] es-Saâtî, el-Fethu'r-Rabbanî, 12, 34; Beyhakî, Sünen, 5, 80.
[2] Buharî, Sahih, Hacc 60; Müslim, Sahih, Hacc 245.
[3] Nesâî, Sünen, Hacc 148.
[4] Malik, Muvatta, Hacc 113.
[5] el-Mektûbât, İmâm-ı Rabbâni, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yyy., c. 1, m. 123.
[6] el-Mektûbât, İmâm-ı Rabbâni, Fazilet Neşriyat, İstanbul, yyy., c. 1, m. 124.
[7] İhyâu Ulûmiddîn, (Terc. Ahmet Serdaroğlu) Bedir Yay. İstanbul, 1974, 3, 869-870.