Halis ECE

Dilerseniz mevzumuza, teberrüken, tavafla alakalı bir ayet mealiyle başlayalım. Buyuruyor ki Mevlamız Kur’an-ı Kerim’de:

Sonra (maddi-manevi bütün) kirlerini atsınlar, nezirlerini (adaklarını) yerine getirsinler ve o kadîm Beyt’i (Ka’be-i Muazzama'yı) tavaf etsinler.” (1)

Tavaf lûgatta, ziyaret etmek, bir şeyin etrafında dolaşmak demektir. Fıkıh lisanında ise tavaf, Ka’be-i Muazzama'nın çevresinde yedi defa dolaşmaktan ibarettir.

 

Tavaf edene "Tâif", tavaf ibadetinin yaplıdığı yere-alana da “Metâf” denir.

Tavaf nasıl yapılır?

Ka’be’nin kuzey köşesinden birine “Rukn-i hacer”, diğerine de "Rukn-i Yemani” denir. Rukn-i hacer’de Haceru’l-esved vardır. Bu mübarek taş, tavafın başlangıcı için bir işarettir. İşte Hacer-i Esved'in bulunduğu bu köşeden Ka’be sola alınıp kapısına doğru sağa gidilmek sûretiyle Ka’be'nin etrafında dönülür. Her devir Hacer-i Esved'in bulunduğu köşeden başlar ve yine orada son bulur. Bu devirden her birine bir “şavt” denir. Yedi şavtın bitiminde bir tavaf tamamlanmış olur.

Tavaf, hac ve umre yapanlar için önemli bir ibadettir. Allah Teâlâ'ya heyecan ile muhabbet ve ta'zimin bir nişânesidir. Mekke''nin dışından gelenler için nafile tavaf, nafile namaz kılmaktan daha faziletlidir.

Gerek tavafa başlarken ve gerek tavaf esnasında Hacer-i Esved'in önüne geldikçe ona istikbal (karşılayış) edilir, namazda durur gibi tekbir ve tehlil ile eller Hacer-i Esved'e el sürülüp öpülür. Şayet bu mümkün olmazsa karşıdan el sürme işareti yapılır. Buna "İstilâm” (selamlama) denir. Bu hareket, kulun Allah'a yapacağı ve taat hususunda O''nunla ahidleşmesi manasına gelir. İstilâm hakkındaki bazı rivâyetler şöyledir:

Abdullah b. Sercis (r.a.) anlatıyor: "Ben Usayl'ı (yani başının saçı dökülmüş olan) Ömer İbn Hattab’ı (r.a.) Hacer-i Esved'i öperken ve şöyle söylerken gördüm: "(Ey Hacer-i Esved!) Ben senin bir taş olduğunu, kimseye ne zarar ne de yarar sağlamayacağını çok iyi bildiğim halde seni öpüyorum. Eğer Rasûlüllah’ın (s.a.v.) seni öptüğünü görmeseydim öpmezdim." (2) Buna mukabil Hz. Ali’nin (r.a.) ona verdiği cevap, okuyanlar hatırlayacaklardır, bir önceki “Hac…” yazımızda geçmişti.

Abdullah İbn Abbas'tan gelen bir rivâyet ise şöyledir:

"Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdular: "Andolsun ki, şu Hacer-i Esved kıyamet günü gören gözleri ve konuşan dili olduğu halde (mahşere) gelecek ve onu hakkıyla istilâm eden (yani Allah''a itaat ve Rasûlüne tabi olmak üzere ziyaret eden mü’min) kimseler lehine şahitlik edecektir." (3)

Abdullah İbn Ömer'den (r.anhüma) gelen bir başka rivâyet de şöyledir: "Rasûlüllah (s.a.v.) Ka’be'nin köşelerinden yalnız siyah köseyi (Hacer-i Esved'in bulunduğu köşeyi) ve Cumahların evlerinin tarafından o köşeyi takip eden köşeyi (Rükn-i Yemanî'yi) istilâm ederdi." (4)

Tavaf esnasında tekbir, tehlil, tesbih, salât ve selam getirilir. (5)

İstilâm’ın akabinden, Hacer-i Esved sola alınarak Ka’be'nin kapısına doğru sağa gidilmek suretiyle Ka’be'nin etrafında dolalarak tavaf yapılır.

İlk tavafta Rükn-i Hacer'den başlamak efdaldir. Başlangıçtan sonra (yani ilk tavafta Hacer-i Esved'den başladıktan sonra) hem Rükn-i Hacer'e, hem de Rükn-i Yeman'ye istilam edilmesinde mahzur yoktur.

Tavaf'ın yapılışı hususunda bahsedilmesi gereken bir nokta da "hızlı yürümek" anlamına gelen "remel"dir.

Ka’be tavaf edilirken ilk üç tur (şavt) remel halinde (hızlı yürüyerek), dördüncü ve sonraki turlar normal yürüyerek yapılmalıdır. Zira Rasûlüllah (s.a.v.) (Mekke'ye geldiğinde) Ka’be'yi ilk tavaf ettiği zaman, Hacer-i Esved'den (tekrar) Hacer-i Esved'e (varıncaya) kadar (ilk) üç turda hızlıca ve (diğer) dört turda normal yürümüştür. (6)

Hac için tavaf yapılırken sağ omuz ve kol açık tutulmalıdır. Buna "Iztıba" denir. Iztıba, omuzlara atılan ve ihram ismi verilen örtünün ortasını sağ koltuğun altından geçirip uçlarını sol omuzun üstüne atmak ve böylece sağ pazuyu açık tutmaktır.

Tavaf ameldir, abdestli olarak yapılır.
***

TAVAFIN NEVİLERİ

Kısa bir tasnifle ifade etmek gekirse, beş türlü tavaf vardır.

1. Tavaf-ı kudûm: Mekke’ye dışarıdan gelenlerin ilk varışta yaptıkları tavaftır, sünnettir. Tavaf-ı Kudüm'e: Tavaf-ı Tahiyye, Tavaf-ı Likaa, Tavaf-ı Evvel, Ahd Bil-beyt, Tavaf-ı İhdasil ahd Bil-beyt, Tavafü'l-Vârid ve'l-Vürûd da denir. (7)

2. Tavaf-ı ziyaret: Arafat’tan döndükten sonra yapılan hac tavafıdır. Haccın iki rüknünden biridir, farzdır. Yapılmadığı takdirde yapmayanın haccı hükümsüzdür. Tavaf-ı Ziyaret, Tavaf-ı İfaza, Tavaf-ı yevmi nahr ve Tavaf-ı Mefrûd isimleriyle de anılır.

3. Tavaf-ı veda: Hac esnasında Mina’dan Mekke’ye inildiğinde yani Mekke''den ayrılırken yapılan tavaftır. Dışarıdan gelen hacılar için vaciptir. Buna Tavâf-ı sader de denir.

4. Tavaf-ı tatavvu: Bu da nafile olarak yapılan tavaftır. Afâkiler için nafile tavaf nafile namazdan efdaldir.

5. Tavaf-ı umre: Dört şavtı umrenin hükümlerinden olan tavaftır. Umrede Kudüm ve Sader tavafları yoktur.

Umreye ihram ile başlanır. Halk veya taksir (saç tıraşı olma) ile nihayet verilir (8)

Tavafı Hatim'in dışından yapmak gereklidir. Altın oluğun alt kısmına gelen ve bir ihata duvarını andıran Hatim'le Ka’be duvarının arasında-geçilecek kadar bir açıklık vardır. Tavaf yapılırken bu açıklıktan değil, Hatim'in dışından yapmak vaciptir. Zira burası Hicr-i İsmail'dir ve Ka’be'nin içine dahil kabul edilir.

Her tavaftan sonra iki rekat namaz kılmak sünnettir.
***

TAVAF'IN FAZİLETİ HAKKINDA BAZI HADİSLER

Abdullah ibn Ömer (r.anhüma) anlatıyor: "Ben Rasûlüllah’tan (s.a.v.) şöyle buyururken işittim: "Kim Ka’be'yi tavaf eder ve (tavaftan sonra) iki rekat namaz kılarsa bir rakabe (köle veya cariye)yi azat etmiş gibi sevabı olur." (9)

Humeyd b. Ebi Seviye’den gelen rivayet ise şöyledir: "Atâ b. Ebi Rabâh Ka’be'yi tavaf ederken İbn Hişâm'ın kendisine şöyle sorduğuna ve onun da şöyle cevap verdiğine şahit oldum: İbn Hişâm: "Rükn-i Yemân'nin fazileti hakkında bilgi verir misin?" diye sordu. Atâ b. Ebî Rabâh: "Ebû Hureyre, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu bana rivâyet etti: "Rükn-i Yemânî yanında yetmiş melek vazifelendirilmiştir. Kim orada, ‘Allah'ım! Ben senden af, dünya ve âhirette afiyet (selamet) dilerim. Ey Rabbimiz, bize dünyada iyilik, ahirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru" diye dua ederse o melekler ‘âmin’ derler."

İbn Hişam, Atâ b. Ebi Rabah''a: "Ya Ebâ Muhâmmed! Tavaf''ın fazileti hakkında işittiğin nedir?" dedi. Atâ söyle dedi: "Ebû Hureyre, Rasûlüllah’tan (s.a.v.) (tavaf hakkında) şöyle buyurduğunu işittiğini bana rivâyet etti. "Kim Ka’be'yi yedi defa (dönerek) tavaf eder ve (tavaf esnasında) "Allah'ın her nevi noksanlıklardan pâk ve nezih olduğuna inanırım. Hamd Allah''a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur ve Allah (her şeyden) büyüktür. Günahlardan dönüş ve ibadete güç ancak Allah''ın yardımıyladır" sözünden başka bir şey (yani dünya ile ilgili her hangi bir laf) konuşmazsa, onun on günahı silinir, onun için on hasene (sevabı) yazılır ve bu ibadet sayesinde onun mertebesi on derece yükselir. Kim de tavaf eder ve tavaf esnasında (dünya ile ilgili herhangi bir laf) konuşursa, (yalnız) ayakları suya batan kimse gibi onun (sadece) ayakları rahmete batar, (yani vücudunun kalan kısmı rahmete batmaz)" (10)

Buraya kadar nakletmeye çalıştıklarımızdan anlaşılan, tavafın eksiksiz ve anlatıldığı şekliyle-ruhiyle yapılmasıdır. Rasûlüllah Efendimiz böyle yapmış ve mü’minlere de böyle tavsiye etmiştir.
***

KA’BE’NİN ŞEREFİ

Bir bina ki, onun yapılmasını emreden bizzat Hz. Allah

O emri tebliğ eden ve mimarlığını-mühendisliğini yapan bizzat Cibril (a.s.)…

Onu yapan usta Halîlu’r-Rahman İbrahim (a.s.)…

Yardımcısı-çırağı-kalfası ise, yine onun gibi peygamber olan oğlu İsmail (a.s.)…

Hal böyle olunca; söyleyin, dünyada bundan daha şerefli bir bina olabilir mi?..

Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.),

Muhakkak ki sen, yeryüzünde Allah’ın en hayırlı yerisin. Ve ey Mekke sen, bana Allah’ın en sevimli beldesisin. Eğer o müşrikler beni çıkartmasaydı, senden asla çıkmazdım” deyip Hicret’te Mekke’den öyle ayrılmıştır. (11)

Ve yine buyurmuşlardır ki: “Allahu zû’l-Celâl şu Mekke’yi ve Harem’i bir toprak parçası olarak haşr edecek… ve bu Harem’den yüzleri, ayın bedir olduğu zaman (14’ü) gibi parlayan yetmiş bin kişi haşr edecektir. Onlar cennete hesapsız girecekler ve o yetmiş bin kişiden her biri bir yetmiş bine daha şefaat edecekler. Onların yüzü de bedir gecesindeki ay gibi olacaktır.” (12)

Evet, Allah’ın evi Ka’be’den ve onun bulyunduğu kutlu şehir Mekke’den bahsediyoruz.

Bir mahal ki;

- Âdem aleyhisselâmın dolayısıyla insanlığın toprağı oradan alınmış olsun.

- Âdem’in (a.s.) ve evlatlarının tevbeleri orada kabul edilmiş olsun.

- Bir çok peygamber hassaten Peygamberler Peygamberi orada dünyayı teşrif etmiş olsun.

- Mahşer denen o müthiş âlem de orada kurulacak olsun.

- Dünya’da mahşerin bir misâli ve yegâne tatbikat yeri orası olsun.

- Dördüncü kat semaya Nuh tufanında ref edilmiş (yükseltilmiş) ve meleklerin Ka’be’si Beyt-i Ma’mur ile (Ka’be’nin) manen irtibatı bulunsun.

- Hakkında, bizzat âlemlerin Rabbi tarafından “Ona giren emin olur” (13) buyurulmuş olsun.

Dünyada o mahalden daha şerefli bir yer olabilir mi?
***

HAC’DAN MAKSAT VE HİKMET NEDİR?

1. Tavafın hikmeti: Ya Rabbi! Bu dünyada emrettin, kapına gelip fıldır-fıldır dönüyorum. Ne olur öbür âlemde de ben senin kapına böyle geleceğim. Orada beni rahmetinden boş çevirme Allah’ım, demektir.

2. Arafatta Vakfe’nin hikmeti: Ya Rabbi! Yarın mahşerde bu elbiseme benzer elbise ile (kefenle) yine böyle başı açık, yalın ayak huzuruna geleceğim! Ne olur huzurunda beni mahçup etme Allah’ım, demektir.

3. Tıraşın hikmeti: Ya Rabbi! Saçlardan, kirlerden soyulduğum gibi beni günahlarımdan da soy ve temizle! Ve saçımın her kılına Allah’ım mükafat ihsan eyle, demektir.
***

TELBİYE NEDİR?

Telbiye lûgatta birisine, buyurun, emrinize âmâdeyim diye cevap vermek manasınadır. Fıkıh lisanında ise telbiye, “Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke lek, Lebbeyk inne’l-hamde ve’ni’mete ve’l-mülke lek” niyaz ve ilticasını okumaktır. Kısacası, bu duayı okuma ve gereğini yerine getirme fiiline telbiye denir.

Bunun manası şöyledir: “Buyur ey Allah’ım buyur. Senin ortağın yoktur. Buyur; hamd, nimet ve mülk sana aittir.”
***

ARAFAT’TA VAKFENİN FAZİLETİ

Arafat’ta vakfenin fazileti hakkında varid olan bazı hadis-i şerifler:

Allah’ın kullarını cehennemden âzat ettiği günlerin en büyüğü Arefe günüdür. Kulunu ondan daha çok affettiği başka bir gün yoktur. O gün Allah kullarına manen yönelir ve onlarla meleklerine iftihar ederek ‘Kullarım ne istiyorlar?’ diye onlara sorar (ve ne isterlerse verir).

Günahlar içinde en büyük günah, bir kimsenin Arafat’a çıkması, Vakfe’ye durması, sonra da acaba Allah beni affetti mi?” diye düşünmesidir.

“Cesamet bakımından günahların en büyüğü, ancak Arafat’ta Vakfe’ye durmakla afv edilir.” (14)

Yalnız şu kadarı müstesna ki; kişi oraya haram mal ve parayla, kul hakkıyla gitmiş olmayacak. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.),

Bir kişi haram mal ile hac eder ve hacda, lebbeyk derse, Allahu zû’l-Celâl hemen ona, ‘Senin için (burada) ne lebbeyk, ne de sa’deyk’ vardır’ buyurur.” (15) Yani her ikisini de kabul etmez.
***

RASÛLÜLLAH’IN ARAFAT’TA ŞEYTANI GÖRMESİ

Bazı mev’iza kitaplarında beyan edildiğine göre Rasûlüllah Efendimiz Arafat’ta şeytanı çok bitkin ve perişan vaziyette görüyor. Gözleri ise kan çağnağına dönmüş ağlıyor. Rasûlüllah Efendimiz sebebini soruyor, o da: “Ne olacak ya Muhammed! Hacıların ticaret kastı olmadan sırf Allah rızası için hacca gelip Arafat’a çıkmaları ve Hz. Allah’ın da onları afv etmesi beni hüzne-kedere boğdu ve bu hale getirdi” diye cevap veriyor...

İmam Gazali Hazretleri anlatıyor: “Allah’ın sevgili kullarından biri Arafat’ta şeytanı insan suretinde fakat erimiş, bitmiş, pek perişan bir halde görüyor ve nedir bu halin diye soruyor. Ardında da şeytana sorularını şöyle sıralıyor:

- Niçin gözlerin yaşlı seni kim ağlattı? Şeytan:

- Ticaret fikri olmaksızın (ne burada ne de dönünce etiketiyle, tabelasıyla, orada) hacıların sırf Allah rızasını kastederek Arafat’a çıkmaları beni bu hale getirdi. Çünki Hz. Allah mutlaka onları afv edecek, ben ise elim boş döneceğim. İşte buna çok üzülüp, ağladım.

- Peki seni bu kadar zayıflatan nedir?

- Hac yolundaki atların yorulmaları ve kişnemeleri (ve bugünki vasıtalar ile yolculuk). Eğer bu yorgunluklar benim yolumda olsa idi, elbette çok sevinir ve bu hale de gelmezdim.

- Peki senin benzini (rengini) solduran nedir?

- Buradaki Müslümanların tâat ve ibadette birbirileriyle yarışmaları ve yardımlaşmaları. İşte bu benim benzimi solduruyor. Şayet isyanda birbirlerine yâr olsalardı, şüphesiz ben de bu hale gelmezdim.

- Peki seni çökertip, belini kıran nedir?

- Kulun Hz. Allah’a dönerek, “Yâ Rabbi! Senden hüsn-i hatime niyaz ediyorum” diye olan ilticasıdır. İşte bunun üzerine ben de, “Vah bana! Ben bunu nasıl ucbe, kibre, düşürüp amelini kendine beğendirip, mahvedeceğim” derim ve benim bu şekilde çalışacağımı ve hilemi anlıyacağından korkarım, dedi. (16)
***

CENAB-I HAKK'IN RAHMETİYLE TECELLİSİ

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.anhüma) anlatıyor:

Medineliler’den biri Rasûlüllah’a (s.a.v.) gelerek “Yâ Rasûlellah! Senden bazı şeyler soracağım” dedi. Sonra Sâkif Kâbilesi’nden biri geldi, o da (aynen), “Yâ Rasûlellah! Senden bazı şeyler soracağım” dedi.

Peygamberimiz her ikisine de, “Oturunuz” dedi ve “Medineli kardeşin seni geçti, evvela ona cevap vereceğim” buyurdu. Medineli olan, “Yâ Rasûlellah! Sâkifî olan kardeşim garibtir. Ben hakkımı ona veriyorum, evvela o sorsun” dedi. Peygamberimiz de Sâkifîye dönerek, “Ne soracağını sen mi söyleyeceksin? Yoksa ben mi söyliyeyim?” buyurdu.

O zat, “Sen söyle yâ Rasûlellah!” dedi. Peygamber Efendimiz: “Sen bana rükû’, sücûd, namaz, oruç mevzuularını sormaya geldin” deyince, o zat: “Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, doğru söyledin ya Rasûlellah!” dedi. Peygamberimiz de bunların hepsini izah buyurdu, sonra da Medineli’ye döndü ve ona da: “Sen mi soracaksın, ben mi söyliyeyim?” buyurdu. Medineli de: “Sen söyle yâ Rasûlellah!” dedi. Peygamberimiz de: “Sen bana, bir kimse hac için evinden çıkarsa, Allah için Arafat’ta Vakfe’ye durursa ve nihayet diğer hac vazifelerini de tamamlayıp evine dönerse, ona ne var? diye sormaya geldin değil mi?” buyurdu. Medineli (Ensarî) de, “Yemin ederim ki, hata etmedin tam benim soracaklarımı söyledin yâ Rasûlellah!” dedi. Bu defa Peygamberimiz: “Hac için evinden ayrılıp adım atanın her adımında günahları silinir ve her adımda ona bir sevap yazılır. Arafat’a çıkınca ise, Cenab-ı Hak rahmetiyle birinci kat semaya tecelli eder ve meleklerine şöyle buyurur:

“Şu tozlara-toprağa bulanmış kullarıma bakın ey meleklerim! Ve şahidim olun ki, onların günahları göklerin kataratı (damlaları) ve arzın mevaddi (yeryüzündeki varlıkların-cisimlerin adedi) kadar bile olsa ben onları afv eyledim. Onlar evlerine annelerinden doğdukları gibi pırıl pırıl olarak döneceklerdir.”. (18)
***

ARAFAT’TAKİ İLAHİ ESRAR

Nakşi yolu Müceddidin kolu silsilesinin 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Hazretlerinden:

“Arafat’ta Vakfe vakti öyle âzim/çok büyük bir İlahi nur tecelli ediyor ki, orada olanları nurlandırdıktan, pırıl pırıl yaptıktan ve sonra o nur artıyor. Melekler,

“Ya Rabbi! Tecelli eden nurun ve rahmetin arttı, artatanını ne yapalım?” diye soruyorlar. Hz. Allah,

“Hazinemden çıkanın iadesi benim keremime, lûtfumun sonzuluğuna yakışmaz. Onu da bugün buraya gelemeyen ama gönlüyle-kalbiyle buraya bağlı yaşıyan kullarıma tevzi’ edin-dağıtın”, buyurur. Melekler tevzi’ ederler, yine artar yine aynı sualı sorarlar, bu defa da Cenab-ı Hak,

“Onu da bugün doğacak gayrimüslim çocuklarına tevzi’ edin ki, o nur sayesinde onlar ileride Müslüman olsunlar, buyurur.”
***

Ali b. Muvaffak Hazretleri anlatıyor:

Bir sene hacda bulunuyordum. Rasûlüllah’ı (s.a.v.) rüyamda gördüm. Peygamberimiz bana: “Ya Ali! Benim için de hac ettin mi?” buyurdu, ben de: “Evet ya Rasûlellah!” dedim. “Peki Ehl-i Beytim için de hac ettin mi?” “Evet ya Rasûlellah!” dedim. “Öyle ise, herkes hesabın dehşetini yaşarken ben de elinden tutup, seni cennete sokacağıma söz veriyorum” buyurdu.

Yine bu zat, bir sene sonra hacdadır. Arafat’ta gördüklerini şöyle anlatıyor:

Mescid-i Hîf’te biraz uyudum. Rüyamda üstleri bembeyaz iki meleğin yeryüzüne indiğini gördüm.

Bir ötekine: “Ya Abdellah!” diye hitab ediyor, o da ona: “Lebbeyk ya Abdellah!” diye cevap veriyordu. Biri:

Ya Abdellah, bu sene acaba kaç yüz bin kişi hac eyledi?” diye sordu. Öteki de:

Altı yüz bin kişi!” diye cevap verdi.

Peki acaba bunlardan kaçının haccı kabul oldu?” dedi, diğeri de:

Sadece altısının!” diye cevap verdi.

Sonra semaya doğru yükseldiler ve gözden kayboldular.

Büyük bir merak içinde uyandım, sadece 6 kişinin haccı kabul olduğuna göre, benim halim ne olacak diye düşünüp ağlıyordum. Arafat’tan Müzdelife’ye dönünce yine rüyamda o iki meleği gördüm. Yine biri ötekine,

Ya Abdellah!” diye hitab etti ve haccın neticesini sordu. Diğeri de,

Hz. Allah haccı kabul olan 6 kişiden her birerine yüzer bin kişi bağışlama hakkı verdi ve onların yüzü suyu hürmetine altı yüz bin (600.000) kişinin hepsinin haccı kabul edildi. Ve Arafat’tan kimse boş çevirilmedi” dedi. Bu defa da sevinçle uyandım!

Ertesi sene…

Yine hac ettim, ve “Ya Rabbi! Bu seneki haccımın sevabını haccı kabul olmayan kardeşlerime hibe ettim” diye söyledim. O gece Hz. Allah’ı rüyada gördüm. Bana buyurdu ki:

Ey Ali! Bana cömertlik mi taslıyorsun? Ki cömertlerin cömertliğini de yaratan/veren benim! Ve ben cömertler cömertiyim. Ben Ekremü''l-Ekremin’im ve ben cömert davranmaya, bütün isanlığa keremde bulunmaya en layık olanım. Ve ben haccı kabul olmayanların hepsinin haccını kabul ettim. Ve onlara mâkbul hac hibe ettim.” (19)
***

MÜZDELİFE’DE VAKFE

Müzdelife, Arafat ile Mina arasında bulunan mukaddes yerin adıdır. Hacılar Arafe günü güneş battıktan sonra Arafat’tan Müzdelife’ye gelirler. O günkü akşam ve yatsı namazlarını birleştirerek, yatsı vaktinde Müzdelife’de kılarlar. Ertesi gün yani bayramın ilk günü sabah namazı da burada kılındıktan sonra Mina’ya geçilir. Müzdelife’de kalındığı sürece ibadet-taat, zikir-fikir, tesbh-tahmid-tebir… dua ile meşgul olunur. Meş’ar-i Haram da burada bulunan ve Kuzah denilen tepenin adıdır. Kur’an-ı Kerim’de, “…Arafat’tan akın ettiğinizde Meş’ar-i haram’da (Müzdelife’de) Allah’ı zikredin. O size nasıl hidayet verdi ise, siz de (teşekküren) O’nu zikredin. Doğrusu siz bundan evvel cidden, sapıklar idiniz.” (17) buyurulmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) haccı esnasında Müzdelife’ye gelince, Meş’ar-i Haram denilen bu tepenin yanında sabaha kadar ibadet ve dua etmiştir. (18)

Bu ayet ve hadisler gereği Hanefi mezhebine göre Müzdelife’de vakfe yapmak vaciptir. Bayram gecesini Müzdelife’de geçirmek de, haccın sünnetlerindendir.
***

MEDİNE VE RASÛLÜLLAH’I ZİYARET

Hac vazifeleri bittikten sonra Medine de ziyaret edilmeli. Allah’ın Rasûlü’nü (s.a.v.) ziyaret etmeden dönmemeli. Çünki orası şefaat mahallidir. Rasûlüllah’ın huzuruna Babü’s-Selâm’dan boyun bükük, gözler yaşlı, “Şefaat ya Rasûlellah!” diyerek kemâl-i huzû’ ve huşû’ içinde girilmelidir.

Bir örnek: Sultan I. Abdülmecid İstanbul’da ölüm döşeğinde iken bile mabeyn kâtipleri, “Medine’den mektup var efendim!” deyince, Sultan Abdulmecid “Ne istiyorlarsa verdim, başım gözüm üstüne... Fakat yine de beni kaldırın, oturtun, Rasûlüllah’ın komşularının mektubunu okuyun. Dinleyeyim, onunla şerefleneyim” buyururmuş.

İkinci bir örnek: 600 sene cihana hükmeden Osmanlı, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) hürmeten oğullarının isimin Muhammed koymadılar. Arapça’da aynı harflerle yazılan Mehmed adını koydular. Askerlerini kendi askerleri değil, onun askeri kabul ettiler ve ona izafeten askerlerine asırlarca “Mehmetçik” dediler.
***

NAZIMLARDA RASÛLÜLLAH’A VE ŞEHRİNE HÜRMET

1. Sultan Birinci Ahmet Han (r.aleyh): Sultanahmet camiini yaptıran ve yapılışında bir işçi gibi çalışan padişah... Başında taşıdığı sorgucunun altına Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) ayağının izinin resmini yerleştirmiş ve,

No'la! Tâcım gibi başımda götürsem daim
Kâdem-i resmini ol Hazret-i Şâh-i Rusül’ün
Gül-i gülzâr-i nübüvvet o kadem sahibidir
Bahtiya! Durma yüzün sür, kâdemine ol gülün

demiştir.

2. Hz. Fatih Sultan İkinci Mehmed Han (r.a.):

Zülfünün zincirine kul eyledin şâhım beni
Kulluğundan etmesin âzad Allâh''ım beni
Yakmağa vu yıkmağa hep cümle el bir etdiler
Sûz-i sine eşk-i dide âteş-i âhım benim

diyerek Ona olan aşkını-muhabbetini dile getirmiştir. (20)

3. Şair Nabi de Rasûlüllah’ın (s.a.v.) şehri Medine hakkında,

Sakın terki edepten kûy-i mahbubi Huda’dır bu
Nazargâh-ı İlahidir Makam-ı Mustafa’dır bu...

mısralarıyla Onun şehrine gösterilmesi gereken edebi hatırlatmış.

4. Şeyh Galib ise,
Sen Ahmed-i Mahmûd-i Muhammed’sin Efendim,
Hak’dan bize düstûr-i müeyyedsin Efendim...

diye feryad etmiştir. (22)

Rabbim, üzerine hac farz olan tüm mü''minlere, tavafı-vakfeyi ve sair hac ibadetlerini hakkıyla ifa edebilmeyi nasip ve müyesser kılsın.

DİPNOTLAR
(1) el-Hac, 22/29
(2) İbn Mâce, Sünen, Menasik, 2943
(3) İbn Mâce, Sünen, Menasik, 2944
(4) İbn Mâce, Sünen, Menasik, 2946
(5) Ö. Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 369
(6) İbn Mâce, Sünen, Menasik, Had. No. 1950
(7) İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar Ale'd-Dürrü'l-Muhtar, ter. A. Davudoğlu IV, 504
(8) Ö. Nasuhi Bilmen, a.g.e., 369
(9) İbn Mâce, Sünen, Kitabü'l Menasik, Had. No: 2956
(10) İbn Mâce, Sünen, Kitabü'l-Menâsik, Hadis numarası: 2957
(11) el-Gazali, İhya, 1, 244
(12) Tefsiru Ruhu’l-Beyan, 4 mücellet, C. 1, S. 349
(13) Âli İmrân, 3/97
(14) Hepsi İhya’nın Hac bahsinden
(15) Muhtaru’l-Ehadis, Deylemi, Hadis no: 135
(16) İmam Gazali, İhya Tercümesi, Bedir Yay., İst. 1974, 1, 683
(17) el-Bakara, 2/198
(18) Bkz. Müslim, Sahih, Hac, 148; Buhari, Sahih, 98; Ebu Davud, Sünen, Menasik, 56; İbn Mace, Sünen, Menasik, 84; Muvatta, Hac, 167
(19) Hureyfis, er-Ravzul Faik, 117
(20) El-Gazali, a.g.e.
(21) Fatih ve Şiirleri, s.147
(22) el-Mevâizu li'l-İhvân, min Şuabi'l-İman, gayr-i matbu.

{tortags,467,1}

Go to top