Selamün aleyküm hocam,

Farz namazı edaya vaktinde yetişemeyeceğimiz zaman cem etmeye niyet etmek ve cem etmek caiz midir? Hangi hallerde cem mümkündür? Yoksa kazasını kılmak mı daha efdaldir?

Teşekkürler…

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Hemen ifade edelim;namazlarda iki vaktin cem’-i takdim veya cem’-i te’hir yoluyla birleştirilmesi meselesinde Ehl-i Sünnet mezheplerinin ittifak ettikleri iki yer vardır. Bunlardan biriArafat’taki öğle ile ikindinin öğle vaktinde takdim yoluyla cem’i, öbürü deMüzdelife’de akşam ile yatsının te’hir yoluyla cem’idir.

Hanefi mezhebi, bunların dışındaki sebeplere iştirak etmez, tabii dayandıkları sağlam / mütevâtır nasslar vardır. Onlara göre namazlarda bu iki yerin dışında cem’ yapılmaz.

Ancak diğer mezheplerin cem’ için ortaya koyduğu sebepler arasında da, sizin belirttiğiniz manadaedaya vaktinde yetişemeyeceğimiz zaman diye bir kayıt ve şart yoktur.

Binaenaleyh bu mevzuda aslolan, her namazın kendi muayyen vakti içerisinde eda edilmesidir. Şayet bir namaz kendi vaktinde eda edilememişse, artık o kazaya kalmış demektir. Bununla beraber, tabii ki diğer mezhep müntesibi Müslümanlar kendi mezheplerinin görüşleri ile amel edebilirler. Ona da kimsenin bir diyeceği olmaz, olamaz.

Ama şunu da unutmamak lazım; hemen her meselede olduğu gibi, bu meselede de Hanefi mezhebinin görüşünün daha isabetli olduğu, aşağıdaki açıklamalarımızda görülecektir.

***

Bilindiği üzere belli çevrelerin vakitleri birleştirmekten maksatları, öğle ile ikindi namazını öğle veya ikindi vaktinde; akşam ile yatsı namazını da akşam veya yatsı namazının vaktinde kılmaktır. Şayet namaz, önceki namazın vaktinde kılınırsa buna,“cem‘-i takdim”, sonraki namazın vaktinde kılınırsa buna da“cem‘-i te’hir”denir.

Yukarıda arzetmeye çalıştığımız üzere, âyet-i kerimeler, hadîs-i şerifler ve Peygamberimiz’in (s.a.v.) hayat boyu fiilî tatbikatı gereğince,“Her namazın kendi muayyen vakti içinde kılınması”Ehl-i Sünnet mezhepleri müctehidlerinin icmâı (söz birliği) ile kararlaşmış bir esastır. Fıkıhta temâyüz etmiş sahâbe-i kiramdan Abdullah bin Mes’ûd, Abdullah bin Ömer (r.anhüm), Tâbiinden Hasan-ı Basrî, İbn Sîrîn, İbrahim Nehaî, Ömer bin Abdülaziz (rahmetullâhi aleyhim), müctehid imamlardan İmam Sevrî, İmam Evzaî ve Hanefi mezhebine göre,“Her namazın kendi vakti içinde kılınması esası”nın sadece iki istisnası vardır. Onlar da;

1) Hacıların, arefe günü Arafat’ta, vakfeden önce öğle ile ikindi namazını, tek ezan ve iki ikametle öğle vaktinde birleştirerek (cem‘-i takdimle) kılmaları.

2) Yine hac yapanların Arafat’tan Müzdelife’ye geldikleri bayram gecesi, Müzdelife’de, akşam ile yatsı namazını, yatsı vaktinde birleştirerek (cem‘-i te’hirle) tek ezan ve ikametle kılmalarıdır. [el-Fetâva’l-Hindiyye, 1, 228, 230; İbn-i Âbidîn, 2, 174, 176]

Arafat ve Müzdelife’deki bu birleştirme uygulaması mevzuunda, müçtehid imamlar arasında görüş birliği vardır. Çünkü, Vedâ Haccı sırasında Peygamber Efendimizin tatbikatı ve sözleri, namaz vakitlerini belirleyen âyet ve hadîsleri tahsis edecek kuvvettedir. Abdullah bin Mes’ud (r.anhüma) şöyle demiştir:“Ben Rasûlüllâh’ın (s.a.v.), Müzdelife’de birleştirdiği iki namaz müstesna, hiçbir namazı (bilinen) vaktinin dışında kıldığını görmedim. Müzdelife’de akşam ile yatsı namazlarını birleştirdi. Bir de sabah namazını (bilinen) vaktinden önce kıldı.” [Buhâri, Sahîh, Hac, 99, 97; Müslim, Sahîh, Hac, 292; Ebû Dâvud, Sünen, Menâsik, 65; Neseî, Sünen, Mevâkıt, 49]

İşte, yeri ve zamanı belirli bu iki durumun dışında “cem‘-i takdim” veya “cem‘-i te’hir” yapmakHanefî mezhebine göre kesinlikle caiz değildir.[İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtâr, 1, 255-256]Çünkü yukarıda arzedilen hadîs-i şeriflerde görüldüğü üzere, Cebrâil (a.s.), Peygamberimize (s.a.v.) beş vakit namazın vakitlerini bizzat bildirerek, her namazı kendi vakitleri içinde kılması gerektiğini öğretmiştir. Bunlar içerisinde, bir vakit içinde iki namaz kılma uygulaması yoktur. Bundan öte, özürsüz olarak iki namazı aynı vakitte kılanlar hakkında tehditler de vârid olmuştur.

Abdullah b. Abbas (r.anhüma) anlatıyor:

“Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ‘Kim, iki namazı özürsüz olarak cem ederse (aynı vakitte kılarsa), şüphesiz büyük günah kapılarından bir kapıya gelmiş olur.” [Tirmizî, Sünen, Salât, 138]

Ayrıca Hz. Ömer ve Hz. Ebû Mûsa’nın (r.a.),“Özürsüz olarak iki namazı cem etmek, büyük günahlardandır”[İbn Ebî Şeybe, el-Kitâbü’l-Musannef, 2, 212, No: 8252-8253]dedikleri rivâyet olunmuştur.

Hz. Hasan ve Muhammed de (r.anhüma) şöyle demişlerdir:

“Biz, Müzdelife’de akşam namazı ile yatsı namazının ve Arafat’ta da, öğle namazı ile ikindi namazının cem‘ edilişi müstesna, hazarda veya seferde namazın cem‘ edilişine dair bir sünnet (hadîs) bilmiyoruz.” [İbn Ebî Şeybe, a.g.e., 2, 212, No: 8256]

***

Ehl-i Sünnet Mezheplerinin görüşleri

Meseleyi hulâsa edecek olursak, bu mevzûdaEhl-i Sünnet imamlarının görüşleri şöyledir:

İmam Şâfiî (rh.); “Seferilik halinde, cemaatle kılındığı takdirde şiddetli yağmurlu havada, Hac’da Arafat ve Müzdelife’de...”

İmam Mâlik (r.a.); “Seferilik halinde, cemaatle kılındığı takdirde şiddetli yağmurlu havada, zifiri karanlıkla birlikte çok çamurlu durumlarda, bayılmak ve benzeri ağır hastalıklar hâlinde, Hac’da Arafat ve Müzdelife’de...”

İmâm Ahmed b. Hanbel (rh.); ‘Seferilik hâlinde, şiddetli yağmurlu-çamurlu veya karanlık havada, ağır hastalık, çocuk emzirmek, acziyet ve özür sahibi olmak (abdesti tutamamak) gibi durumlarda... öğle ile ikindinin, akşamla yatsının birleştirilerek kılınmasını caiz görmüşlerdir. Çünkü bütün bu hususlarla alâkalı sahih rivâyet vardır.[Abdurrahman el-Cezîrî, Kitâbu’l-Fıkh ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, 1, 485-487, Vehbe Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmi ve Edilletühû, 2, 349-361]

İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe ve arkadaşları ile aynı görüşte olan diğer fukaha(rahımehümüllah) ise, -yukarıda anlatılan sebeplere binaen-böyle bir durumu kesinlikle câiz görmemişler, ileri sürülen delillere de şöyle cevap vermişlerdir:

“Bu husustaki rivâyetin ekseriyeti sahih de olsa hepsi ‘haber-i âhad’ durumundadır. (Hadîs ilminde, mütevâtır dışında kalan meşhur,azizvegaribhaberlerin hepsine birden ‘haber-i âhad’ veya ‘haber-i vâhid’ denir.)Halbuki namaz vakitleri tevâtür (Yalan söylemek üzere birleşmelerini aklın kabul edemeyeceği kadar çok sayıda bir topluluğun görerek veya işiterek verdiği habere, hadîs ilminde “haber-i mütevâtır” tabir edilir. Bu şekilde nakledilişe de “tevâtür” denir.)yoluile tesbit edilmiştir.Tevâtür yolu ile sabit olan bir hüküm ise, âhad haberle terk edilmez.”

Bu açıklamadan da anlaşılmıştır ki; hacda Arafat’taki cem‘-i takdim ile Müzdelife’deki cem‘-i te’hir mevzuunda müctehid imamlarımız arasında icma‘ yani görüş birliği vardır. Anlatılan diğer durumlarda ise mesele ihtilaflıdır. Bu bakımdan en iyisi fukahanın ihtilaflı olduğu alana girmemek, o hallerde cem‘-i takdim veya cem‘-i te’hirle namazları birleştirmemektir. Çünkü böyle yapmak daha iyi olsaydı, Peygamberimiz (s.a.v.) seferilik halinde namazları devamlı kasrettiği (dört rek‘atli farz namazları iki kıldığı) ve böyle yapılmasını emrettiği gibi, bunu da devamlı yapar ve emrederdi.

Gerçi Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.), hacda Arafat ve Müzdelife dışında bazı seferilik ve meşakkatli zamanlarda da öğle ve ikindiyi, akşamla yatsıyı birleştirerek kıldığı olmuştur. Nitekim Abdullah b. Ömer (r.anhüma) şöyle demiştir: Rasûlüllah’ı (s.a.v.), sefere acele ettiği zaman akşam namazını te’hir ederek, onunla yatsıyı birlikte kıldığını gördüm. [Bkz. Buhâri, Sahîh, Taksıyru’s-Salât, 13-16; Müslim, Sahîh, Müsâfirûn, 42-58]

Muaz b. Cebel (r.a.) de şöyle demiştir: “Tebük savaşına Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte çıktık, kendileri öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı beraber kılıyordu.”[Müslim, Sahîh, Müsâfirûn, 52]

Ancak bu ve benzeri haberler Hanefî âlimlerince, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) bu durumlarda birinci namazı kendi vaktinin sonunda kılmış olduğu, ikinci namazı da yine kendi vaktinin evvelinde kıldığı tarzında anlaşılmıştır. Burada, birleştirme şeklen olmakta, gerçekte ise her iki namaz kendi vaktinde kılınmaktadır. Yoksa öğle ile akşam namazları, vakitleri dışına bırakılmamıştır.[et-Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, 1, 166]

Aşağıdaki hadîs-i şerifler de yine Hanefîlerin ve ashâbının bu ictihadını desteklemektedir.

Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor:

“Rasûlüllah (s.a.v.), gün devrilmeden (zevâlden) önce yola çıkarsa, öğleyi ikindi vaktine te’hir eder, sonra (hayvanından) inerek ikisini birden kılardı. Yola çıkmadan önce gün devrilirse, öğle namazını kılar sonra (hayvanına) binerdi.” [Müslim, Sahîh, Müsâfirûn, 46; Buhârî, Sahîh, Taksıyru’s-Salât, 15, 16; Ebû Dâvud, Sünen, Salât, 274; Neseî, Sünen, Mevâkit, 42]

Yine Enes b. Malik’ten (r.a.) gelen bir rivâyete göre, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)sefere acele ettiği zaman, öğleyi ikindinin ilk vaktine kadar te’hir eder, müteâkiben aralarını cem edermiş. Akşam namazını da erteler ta şafak kaybolduğu vakit, onu yatsı ile beraber kılarmış. [Bkz. a. g. Eserler, ilgili bahisler]

İbn Abbas (r.anhüma), “Rasûlüllah (s.a.v.) Tebük gazasında yaptığı bir yolculukta öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı cem ederek kıldı”deyince, bu esnada orada bulunan Said (r.a.),“İbn Abbas’a, Rasûlüllâh’ı (s.a.v.) buna sevk eden nedir?diye sormuş. O da,“Ümmetini meşakkate sokmamak istedi”cevabını vermiştir. [Müslim, Sahîh, Müsâfirûn, 51]

Bir başka rivâyette yine İbn Abbas (r.anhüma), “Rasûlüllah (s.a.v.) Medine’de hiçbir korku ve sefer yokken öğle ile ikindiyi birleştirerek kıldı” demiştir.

Ebû Zübeyr (r.a.) diyor ki:

- Ben, (bu sözün şâhidi olan) Said’e, ‘Acaba bunu niçin yaptı?’ diye sordum.

Said:

- Ben de, senin sorduğun gibi İbn Abbas’a sordum. O da, ‘Rasûlüllah (s.a.v.) ümmetinden hiçbir kimseyi meşakkate sokmamak istedi...’ cevabını verdi... dedi.”[Müslim, Sahîh, Müsâfirûn, 50]

İbn Abbas’ın (r.anhüma),“Rasûlüllah (s.a.v.) ile cem‘ etmek suretiyle sekiz ve yine cem‘ etmek suretiyle yedi rek‘at namaz kıldım”demiştir. Bunun üzerine orada bulunanlardan biri,“Yâ Eba’ş-Şa‘sa‘! Zannederim öğleyi te’hir edip ikindiyi acele kıldı ve akşam namazını te’hir ederek de yatsıyı (vakti girer girmez) acele kıldı”deyince, o,“Ben de öyle zannediyorum...” cevabını vermiştir.[Müslim, Sahîh, Müsâfirûn, 55; Buhârî, Sahîh, Mevâkit, 12, Teheccüd, 30]

Hadislerden anlaşılan; birinci namazın kendi vaktinin sonunda, ikinci namazın da yine kendi vaktinin ilk cüz’ünde kılınmış olduğudur.

***

Sözün özü

ArafatveMüzdelife dışında iki namazın birleştirilmesi sadece şeklen olmuştur. Esas itibariyleiki namaz, ayrı ayrı kendi vakitleri içinde kılınmış; sadece birinci namaz, vaktinin sonuna geciktirilmiş, ikinci namaz ise ilk vaktinde edâ edilmiştir.

Yolculukta namazın vaktinden önce cem‘-i takdim (öne alınarak birleştirme) şeklinde kılınacağına delalet eden, Hz. Muaz’dan naklen Ebu’t-Tufeyl’in rivâyetinden başka açık hadîs yoktur. Bu hadîste şöyle denilmektedir:

“Muaz b. Cebel’den (r.a.) rivâyet olunduğuna göre; Rasûlüllah (s.a.v.) Tebük gazvesinde iken Güneş batıya kaymadan önce yola çıkarsa, öğleyi ikindiye kadar bekletir, ikindi namazıyla birlikte kılardı. Eğer Güneş batıya kaydıktan sonra yola çıkmak isterse ikindiyi (vaktinden) öne alarak öğleyle beraber kıldıktan sonra yola düşerdi. Eğer akşamdan önce yola çıkacak olursa akşamı te’hir eder yatsıyla beraber kılardı. Eğer akşam olduktan sonra yola çıkmak isterse yatsıyı (vaktinden) öne alarak akşamla birlikte kılardı. [Ebû Dâvud, Sünen, Sefer, 6; Tirmizî, Sünen, Cum‘a, 42; Neseî, Sünen, Mevâkit, 42]

Ebu Dâvud dedi ki; bu hadîsi Kuteybe’den başka hiçbir kimse rivâyet etmedi, diğer hadîs âlimleri tarafından tenkide uğramıştır. Çünkü Ebû Dûvud’un, hadîsin sonuna ilave ettiği talikten (şerh şeklinde koyduğu nottan) maksadı, hadîsin zayıf olduğuna dikkat çekmektir. Zira bu hadîsi “el-Leys”den rivâyet eden güvenilir râvilerin hiçbirisi Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in, “ikindiyi vaktinden öne alarak öğleyle beraber kıldığı”ndan bahsetmemişlerdir. Bu fazlalık sadece Kuteybe’nin el-Leys’den rivâyet ettiği bu hadîste bulunmaktadır. Diğer râvilerin de bu hadîsi el-Leys’den aldıkları düşünülürse, Kuteybe’nin bu rivâyetinin şâz olduğu anlaşılır.

Bu bakımdan Tirmizî bu hadîsle ilgili olarak [Bkz. Tirmizî, Sünen, Cum‘a: 42, 2, 440] şöyle demiştir:

“Muaz’ın hadîsi hasen garibtir. Bu hadîsi (bu hâliyle) yalnız Kuteybe rivâyet etmiştir. Ondan başka bu hadîsi el-Leys’den rivâyet eden kimse tanımıyoruz. Nitekim el-Leys’in Yezîd bin Habîb’den, Ebu’t-Tufeyl’den, Muaz’dan rivâyeti garibdir. Çünkü muhaddislerce ma‘ruf olan rivâyet Ebu’z-Zübeyr’in Ebu’t-Tufeyl kanalıyla Muaz’dan rivâyet ettiği şu hadîstir: Rasûlüllah (s.a.v.) Tebük Gazvesi’nde öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı bir arada kıldı. [Müslim, Sahîh, Müsafirûn, 52]

Büyük hadîs âlimi Tirmizî (rh.), “Muhaddislerce ma‘ruf olan rivâyet” sözleriyle daha önce arzettiğimiz İbn Abbas ve Muaz b. Cebel (r.anhüm) tarafından rivâyet edilen hadîs-i şerifi kast ediyor ki, gerçekten de orada ikindinin öne alınarak öğle ile birlikte kılındığından bahsedilmiyor.

Meselenin mesnedini teşkil eden Ebû Dâvud hadîsi ise, Tirmizî’ye göre hasen-garib, İbn Hibbân’a göre mahfûz, Ebû Davûd’a göre münker, İbn Hazm’a göre münkatı‘, Hâkim’e göre de mevzûdur.

***

İ s t i d r a d

Hasen”, kelime olarak güzel anlamına gelir. Hadîs usûlü ilmine göre ise hasen’in tarifi şöyledir: Adâleti tam, yani senedinde yalan söylemekle itham edilmiş hiçbir kimse bulunmayan, ancak zabt yönünden sahih hadîsteki kadar sağlam olmayan râvilerin rivâyet ettiği hadîstir. “Garib” ise sözlükte; tek, yalnız, ailesinden ve vatanından uzak kalmış gibi mânâlarda kullanılır. Hadîs usûlünde ise tarifi şöyledir: Senedinin bir veya birkaç tabakasında râvi sayısı bir’e düşen hadîstir. Bunlara “ferd hadîs” de denir.

Mahfûz; saklanmış, korunmuş, gizlenmiş, ezberlenmiş mânâlarına gelir. Hadîs ilminde ise, güvenilir bir râvi tarafından, ekseriyetin rivâyetine ters olarak, tek başına rivâyet edilen hadîs hakkında kullanılan bir tabirdir. Bir râvinin rivâyeti, kendisinden üstün olan veya daha fazla isnadla gelen diğer râvilerin rivâyetlerine ters düşüyorsa, onun rivâyeti bırakılır, diğerlerinin rivâyeti alınır. Böyle bırakılan hadîse “şâzz”, tercih edilene “mahfûz” adı verilir.

Bilmemek, tanımamak, mâkul olmayan, belli olmayan anlamlarına gelen “münker” kavramı, hadîs usûlü ilminde, zayıf hadîs çeşitlerinden birine verilen isimdir. Bu mânâda “münker”, zayıf olan râvinin güvenilir râvilere muhalif olarak rivâyet ettiği ve rivâyeti ile tek kaldığı hadîstir.

Munkatı‘,sözlükte kesik mânâsınadır. Hadîs ilminde ise, tâbir olarak “munkatı‘ hadîs” terkibinde kullanılır. Munkatı‘ hadîs, senedinde bir veya daha çok râvi atlanmış olan, yani senedinde kesiklik-kopukluk bulunan hadîs demektir.

Mevzû, kelime olarak, konulmuş, uydurma, doğru olmayan (uydurukça) konu mânâlarınadır. Hadîs ilminde ise, hadîs diye uydurulmuş sözler hakkında kullanılan bir tâbirdir. Daha çok “mevzû hadîs” diye ifade edilir.

***

N e t i c e

Hac ibadeti dışındaki yolculuk, hastalık, şiddetli yağmur-çamur ve benzeri sıkıntılı zamanlarında zarûretten dolayı öğle ve akşam namazlarını son vakitlerinde, hemen arkasından da ikindi ve yatsı namazlarını ilk vakitlerinde kılmak mümkündür. Böylece iki namaz birlikte fakat kendi vakitlerinde kılınmış olur. Bu uygulama, İslâm’ın Müslümanlara getirdiği bir kolaylıktır.

Buraya kadar arzetmeye çalıştığımız âyet-i kerimeler, hadîs-i şerifler ve müctehid imamlarımızın görüşleri gâyet açıktır: Onlar meseleyi,“Allah Teâlâ sizin için kolaylığı ister, güçlüğü istemez”[Bakara suresi, 185]İlâhi düsturu istikametinde ele almışlar... Bununla birlikte neticede; beş vakit namazın, hiçbir zorlayıcı şartın bulunmadığı zamanlarda, keyfe göre istediğin zaman istediğin gibi biraraya getirilemeyeceğini… Öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarının birleştirilerek kılınamayacağını ortaya koymuşlardır. Aksini iddia edenlerin, iddiaları bozuk ve geçersizdir. Hele de böyle düşünmeyenleri, “Hurâfelere tâbi olmakla, Allah Teâlâ’nın rahmetini onun kullarından esirgemekle, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine ambargo koymakla” itham etmenin yanlışlığı ve bayağılığı ise ortadadır.

Evet, Allah Teâlâ’nın rahmetini, verdiği kolaylıkları onun kullarından esirgemeye, bunlara -hâşâ- ambargo koymaya hiç kimsenin hakkı da yetkisi de haddi de olamaz. Ancak bunun yanında, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini, zarûret hallerinde lûtfettiği kolaylıkları keyfince genişletmeye; Müslümana olduğu gibi, Hıristiyana da, Yahûdiye de, müşrike, kâfire, mürtede ve münafığa da şâmilmiş gibi göstermeye de kimsenin hakkı ve selahiyeti yoktur.

“Allâh’ım! Cümlemize; hakkı hak bilip ona uymayı, bâtılı da bâtıl bilip ondan kaçınmayı nasip eyle.” Amin…

Namaz vakitleriyle alakalı detaylı bilgi için, daha önce kaleme aldığımız şu makaleye de bkz.http://www.halisece.com/fikih/13-namaz/363-namaz-vakitleri.html

 

Go to top