Selamün Aleyküm Hocam.

1- Bazı arkadaşlar aralarında para toplayıp küçük baş bir hayvan alıyor ve Peygamberimiz için kurban kestiriyorlar. Bu caiz midir. Böyle bir kurban kim adına kesilmiş oluyor. Bu muamele doğru mudur? Aynı şeyi mesela üç kardeş ortaklaşa bir hayvan alıp ölmüş babaları için yapacak olsalar nasıl olur? Küçük baş bir hayvanı sadece bir kişi mi kesmelidir.

2- Kocası malum taifeden olan bir hanıma, eşi tarafından tasavvufa girer ve rabıta yaparsan sana hakkımı helal etmem deniyor. Ne yapmalıdır. Gizlice yapsa mahzuru var mıdır?

3- Otuz yaşında ailesiyle beraber yaşayan bekar bir genç, 2 çocuklu dul, zengin ve kendisinden yaşça büyük olan bir kadına aşık olmuş. Ailesinden habersiz dini nikah kıymış. Dört senedir arkadaşlık ediyormuş. İki ay önce haberdar olmuşlar. Bu nikah zinayı meşrulaştırmak için kıyılmış gibi görünüyor. Çünkü evliliğin getirdiği yükümlülükler yerine getirilmemiş. Her iki taraf da gizlemiş. Şimdi erkeğin ailesi karşı çıkıyor. Ayrılmalarını istiyorlar. Bu durumda ne yapmalılar? Yuva yıkmış olurlar mı? El-alem ne der kaygısı da var. Oğlan Peygamberimiz de kendinden büyük hanımla evlenmiş, ne var bunda diyormuş. Ailesiyle bu kadın yüzünden kötü olunca zaten kadının evine yerleşmiş. Not: Lütfen isim yayınlamayınız. İsim mahfuz

*******

Ve aleyküm selam.

1) Caizdir. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) adına kesilmiş ve sevabı da iştirakleri ve niyetlerinin hâlisiyeti nisbet ve derecesinde buna katılan herkes içindir. Muamelenin şer’î bakımdan doğru olmayan bir yanı yoktur. Aynı şeyi kardeşler ölmüş ebeveynleri adına da yapabilirler, hüküm değişmez. Daha geniş bilgi için bkz. http://halisece.com/sorulara-cevaplar/701-para-toplayarak-kurban-kesmek.html Evet, küçükbaş hayvan yalnızca bir kişi adına kesilebilir. Büyükbaşlarda ise yedi kişiye kadar ortaklık caizdir. Ama söz konusu ortaklıklarla Allah rızası için bir kurban kesilip eti fakirlere, sevabı da bir veya birden çok insanın, hatta bütün mü’minlerin ruhuna hediye edilebilir. Bunda hiçbir bir mahzur yoktur.

2) Hayır, hiçbir mahzuru olmaz, bilakis yapılması gereken odur. Kocanın hanımını, Allah’a vuslata vesile olan râbıtadan-zikir ve tefekkürden alıkoymaya hakkı varmıymış ki, helâl etmeyecek? Olmayan şeyin-hakkın nesinden söz ediyor?! Umarım, karşı olduğu şeriatın bâtıniyle alakalı bu çok önemli hususu, yani râbıta ve tevessülü inkâr gibi bir vartaya düşmemiştir… Râbıtanın değer ve ehemmiyeti ile alakalı bkz. http://halisece.com/sorulara-cevaplar/2127-cennet-te-huriler-ve-dunya-kadinlariyla-evlilik.html

3) Otuz yaşındaki bir insan dinen de resmen de reşittir, kendi kararını kendisi vermekte hürdür, serbesttir; kimsenin vesayetinde değildir. Evlenmek istediği bir insanla nikâhlanmak için, tabii ki mümkünse ebeveyniyle konuşup istişare etmesi, onların rızalarını da alması güzeldir. Ancak şer’an anne-babasından izin alma mecburiyeti yoktur. Böyle bir evlilik dinen caizdir, geçerlidir. Evlilik müessesesi zinayı emşrulaştırmak için değil, aksine zinayı engellemek ve sağlıklı nesillerin devamını sağlamak içindir. Reşit bir kadın ve erkek, aileden haberli veya habersiz, şahitler huzurunda nikahlansalar, böyle bir muamele Hanefi mezhebine göre sahihtir. Bu iki insan, dinen meşru olarak karı-kocadırlar; dolayısiyle erkek boşamadan kadın başkasıyla evlenemez. Burada ‘evliliğin getirdiği yükümlülükler’den ne gibi bir şey yerine getirilmemiştir?

Evet, İslâm hukukuna göre nikâhın sahih olması için bazı şartlar vardır. Bu şartlardan birisi de evlenecek olan kadının “velisi” durumunda olan kişinin izninin ve rızasının alınmasıdır. Ancak bu mesele Hanefî mezhebi dışında kalan üç mezhebe göredir. Velinin izni, Mâlikî ve Şafiî mezhebine göre nikâhın bir rüknü, Hanbelî mezhebine göre ise şartıdır. Bu üç mezhebe göre kadının velisinin izni alınmadıkça yapılan nikâh sahih olmaz, bâtıldır.

Hanefî mezhebine göre ise, henüz bülûğ çağına ermemiş kız çocuklarının, kendini idare edemeyecek durumda aklen noksan olanların ve bunakların velilerinin izni olmadan nikâhları caiz olmaz. Bunların dışında kalan kadınlar, velilerinin izni olmadan da evlenip nikâh akdedebilirler. Çünkü nikâhta kadının ifadesi muteberdir.

Fıkhî hüküm bu olmakla beraber, yukarıda da belirttiğimiz gibi, gerek İslâmî bir âdet gerekse ailevi bir âdâp olarak velinin izin ve rızasının alınması güzeldir ve isabetlidir. Fakat bazı sebepler ve saikler sebebiyle böyle bir rıza ve istişare mümkün olmazsa da nikâh sahihtir, geçerlidir.

Binaenaleyh ailenin bu yuvayı yıkmaya dinen de hukuken de ahlâken hakları olamaz. ‘El-alem ne der’ kaygısı da bu hususta geçerli bir mazeret değildir. Gencin, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) evliliğini örnek göstermesi de son derece isabetli bir mukayese ve ölçüdür. Evlilikte yaş farkı şu kadar olacak bu kadar olmayacak diye bir şart yoktur. Kadının dul ve iki çocuklu olması onun için bir ayıp ve nakîsa değildir, hayatın-kaderin bir cilvesidir. Hangi sebeple olursa olsun, kimsenin niyetini okuma ve sorgulama durumunda değiliz, onlar anlaşmışlar ve evlenmişler. Artık ailesine düşen de, basit dünyevi-nefsani düşünce ve endişelerle bu evliliği yıkmaya çalışmak olmamalı, aksine onlara yardımcı ve dünyevi-uhrevi saadetleri için duacı olmalıdırlar. 

Go to top