Selamün Aleyküm Halis hocam.

Sorum; Rabbimizin 99 güzel Esmasından günlük vazifelerimiz dışında en uygun şekli ile ne kadar faydalanabiliriz? Mesela 14 aded ''ya Vehhab'' ismi şerifi farz namazlardan sonra okunması tavsiye ediliyor. İnşirah suresinin hatmi nasıl yapılır, tek başımıza yapabilir miyiz?Belli bir usule ve İzne tabi midir?

İnternet sitelerinde ya da değişik havas kitaplarında çok çeşitli öğütler mevcut. Ben her kesime uygun okunacak, uygulanacak ya da hatmi yapılabilecek, neticesinde bir izin mevzuu, sıkıntısı çıkmaması açısından öğrenmek istiyorum. İzin alma, bilenlerden öğrenme, doğru tertip üzerine uygulama açısından çok eksiklerimiz olduğu için öğrenmek ve burada yayınlanmasını arzu ettiğim için sorma gereği hissettim. Kusurumu affedin. Saygılarımla. Kubilay - Site

*******

Ve aleyküm selam.

Sorunuzun cevabı için Abher namazı başlıklı cevabî yazımızın son parağrafını lütfen dikkatle okuyun.

Bir de unutmayın; ism-i zât zikri ile meşgul olmak bütün zikirlerin üstündedir. O, bütün esmâ ve sıfâtı câmi’dir; hepsinin envâr ve esrârı onun şumûlüne dâhildir. İnşirah suresi de malum, İhlâs hatminin Kadirî usûli ile okunan kısmında vardır. Ayrıca bir hatminin yapılması söylenmemiştir.

Günlük olarak okumanız gereken Kur’an cüzlerini unutmayın, 100 İhlâs ile 100 İstiğfar ve 100 Salavat-ı şerifeyi ihmâl etmeyin. İstiğfarı, biliyorsanız Seyyidü’l-İstiğfar veya “Sübhânallâhi ve bihamdihî sübhânallâhi’l-azıymi ve bihamdihî estağfirullahe’l-azıym ve etûbü ileyk” diyerek çekin .Vaktiniz öyle çoksa, salavatları Salât-ı Münciye olarak okuyun, diğer salavatların da hatimlerini yapmaya çalışın. Asgarî 100’er adet olmak üzere Kelime-i tevhid zikrini bilhassa ihmâl etmeyin; gerek enfüsî gerekse âfâki usûlle… Hatta 72 bin olarak hatmini yapın ve saire… Malum, hadis-i şerifte, “Zikrin efdâli (en üstünü) lâ ilâhe illallah’, duânın efdâli de ‘elhamdülillah’ demektir.” [İbn Mâce, Sünen, Edeb, 55; Tirmizî, Sünen, Deavât, 8] buyrulmuştur.

Haftalık hatimler, kılacağınız tesbih namazları malum. Bunca tavsiye edilen ibadet ve tâat varken oradan buradan, internetten, havâs kitaplarından ve saireden yapacak şeyler aramanın lüzumu yok, pek de fazla faydası da olmaz. Bizim yolumuza, bâtınî bünyemize uygun olan, tekâmül ve terakkimiz için lâzım gelen manevi vazifeler tarif edilmiş. ‘Sen hâlini tabîb-i hâzıktan (mürşidinden) daha iyi biliyorsan, onun kapısında işin ne? Kendi reçeteni kendin yaz, kendi terbiyeni kendin hallet; ordan oku, burdan dinle, yönünü ayarla’, demezler mi insana?!

Hâsılı; bunca izinli-ruhsatlı ilaç varken bunların dışına taşmanın ne gereği, ne faydası olur. Hatta reçeteyi bırakıp ondan bundan duyduğunuz ilaçları kullanmanın fayda bir yana, zararını da görebilirsiniz. Dikkat etmeniz-etmemiz iktizâ eder!

Mütehassıs bir hekimin reçeteyi hastasının bünyesine-vaziyetine göre tanzim ettiği gibi, mürşid-i kâmil ü mükemmiller de,  talim-terbiye ve irşad faaliyetlerini mürîdânın fıtratına-hilkatine-manevi bünyesine göre tensib ederler. Öyle ezbere değil. Aynen Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) İslâm’ı, insanların akılları (fıtraten kavrayış ve anlayış kabiliyetleri) nisbetinde tebliğ buyurdukları gibi… Onun içindir ki, amel ve ibadetlere, muâmelelere dair pek çok mesele hakkında bir değil birkaç türlü rivayetler vârid olmuş, farklı hükümler ortaya çıkmıştır. Ameldeki değişik içtihatlar ve mezhep farklılıkları da bundan neş’et etmiştir. Ve yine insanların manevi terbiye noktasındaki vaziyetleri de muhtelif olduğu için, tasavvufî irşadda da farklı âdap ve usûller tezâhür etmiştir. En başta da zikr-i hafî ve zikr-i cehrî yolları gibi mesela…

Kısacası ne dünyada tek tip insan, ne amelde tek hak mezhep, ne tasavvufî terbiyede tek usûl / tek meşreb vardır… Binaenaleyh her fert, üzerinde yürüdüğü yol ve o yolun kılavuzuna uymak, rehberini takip etmekle mükelleftir. Onun kârı o yöndedir. Nitekim Tarikat-ı Aliyye-i Nakşibendiyye-i Müceddidin kolu silsilesinin 33’üncü ve sonuncu halkasını teşkil eden Hz. Üstazımız Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.), ‘Ben hayatımda izinsiz bir dua bile okumadım’ buyurmuşlardır. Buraya kadar anlatmaya çalıştıklarımızın özü ve özeti budur.

Ayrıca Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.), “Dinde ifrattan (aşırılıktan) sakının. Sizden öncekileri, dinde aşırılıkları helâk etmiştir!" [Nesâî, Sünen, Hac, 217, Hadis no: 5, 268] ikazını unutmamak lâzım. Âlimler "Dinde aşırı olmayın" nasihatını umumî mânada şöyle açıklamışlardır:

‘Amel ve ibadetler dahil hiçbir şeyde ifrat ve tefrite düşmeyin (itidâlin, ortalamanın üstünde veya altında olmayın, orta yolu tutun)’ demişlerdir. Nitekim hadis-i şerifte "Gücünüzün yeteceği kadar ibadet edin. Vallâhi Allah (sevap vermekten) yorulmaz; (fakat) sonunda siz, (ibadet etmekten) yorulursunuz[Müslim, Sahih, Sıyâm, 177] buyrulmuştur.  

Aşırılık her alanda olabilir… Mesela sual sormakta da aşırıya kaçan / ileri gidenler vardır. Bu gibi hallerden de sakınmak lâzım. O bakımdan dinî meselelerin de inceliklerine fazla inilmemesi, sebep ve illetlerini aramada aşırıya gidilmemesi tavsiye edilmiştir.

Sevgide de aynıdır. Mesela sevdiğinizi fazla sevmek (ifrat), sevmediğinize fazla buğz etmek (tefrit) de ölçüsüzlüktür, mü’mine lâyık ve uygun bir davranış biçimi değildir. Bu husustaki hadis şöyledir:

Sevdiğin kişiyi ölçülü sev! Yoksa bir gün gelir, o insan gözünde sevimsizleşir de, önceki aşırı muhabbetinden dolayı elemin / üzüntün iyice ziyadeleşir. Kızdığın kimseye karşı da ölçülü ol ve nefret hissinin önünü kes! Aksi halde, gün döner de o şahıs dostun oluverirse, evvelki öfkeli tavırlarının mahcubiyeti seni çok üzer.” [Tirmizî, Sünen, Birr, 59]

Ulemâmız, mü’minin özellikle itikad ve amel mevzuunda düşebileceği ifrat ve tefrit tehlikesine karşı dikkat çekmişlerdir. Bizden öncekilerden Yahudilerin Hz. Uzeyr’i, Hristiyanların Hz. İsâ'yı ifrat derecede sevme sonucu ilahlaştırarak sapıklığa düştükleri ve böylece helâk oldukları da misâl olarak verilmiştir.

Dikkat: Önemli bir nokta da; hadis-i şerifi bütün bu mevzularda ‘en mükemmeli aramayın’, diye anlamanın yanlış olacağıdır. Mesela, bazıları ibadetleri özellikle sünnetleri önemsemiyor. Bu tutum yanlış olduğu gibi, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) ibadet hayatını -hâşâ- az görüp daha çok yapmaya çalışmak da doğru değildir. Nitekim sahabeden bazıları aynı anlayışla bütün geceleri namaz kılmış, her gün oruç tutmuş, evlenmemeye karar vermişti. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) onları ikaz ederek, kendisinin örnek alınmasını istemiştir. [Bkz. Buhari, Sahih, Nikáh, 1] Keza bu cümleden olarak gece sabaha kadar ibadetle meşgul olup, sabah namazına uyuya kalmak çok büyük bir vebâldir!

Yine suyun olmadığı bir yerde, teyemmümle namazı kılmak yerine mutlaka suyu bulacağım anlayışı ile sınırları zorlamak, dinin tanıdığı kolaylığı beğenmemek mânâsına gelebilir.

Eğer bir mü'min, sırf Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v.) yaptığını yapmaya gayret ediyorsa, bu da aşırılık değildir. O, bazen ibadet eder, bazen uyur, bazen çalışır, ihtiyaç halinde alış-veriş de yapardı. Biz de dünyayı hakikaten-tamamen terk edemeyeceğimize göre, hiç olmazsa hükmen terk etmeye çalışmalıyız. Yapmamız gereken amel ve ibadetlerimizi, zikr u fikrimizi  ihmâl etmeyerek ona benzemeye gayret etmeliyiz.

Ayrıca kişi kendi için sıkı davransa bile başkalarına karşı musâmahalı olmalıdır. Yani kendisi takvâyı esas alırken, başkalarının fetvâya göre hareket etmesini kınayıp küçümsememelidir.

Buharî’de zikredilen bir rivayette, Hz. Âişe (r.anha) validemiz şöyle anlatıyor:

- "Yanımda Esed kabilesinden bir kadın vardı. Nebî (s.a.v.) içeri girdi.

- 'Bu kimdir' diye sordu.

- 'Falancadır, geceleri hiç uyumaz ibadetle geçirir' dedim. Rasûlullah (s.a.v.),

- 'Size, takat getirebileceğiniz (kadar ibadet ve) amel yaraşır (uygun olur). Allah'ın hoşlandığı amel, kişinin (az da olsa) devamlı olarak yaptığı ameldir." [Bkz. Buhârî, Sahih, İman 32; Müslim, Sahih, Müsafirîn 215-218, Münafıkın, 78] buyurmuşlardır.

Bu Nebevî ikazı da hatırdan çıkartmamak ve yaptığımız ibadetler sebebiyle kat’iyyen ucub ve gurura kapılmamak lâzım. Taberânî’nin (rh.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Allah Teâlâ'nın korudukları müstesna, insana zarar olarak din ve dünya işlerinde parmakla gösterilmesi yetişir.” [Hadis, Mektubat-ı İmam-ı Rabbani’de de geçmektedir.]

Rabbimiz (c.c.) cümlemizi kibir-gurur-ucub, riya-süm’a ve sair bütün ahlâk-ı zemîmeden hıfz u himâye ve vikaye buyursun. İhlâstan ayırmasın, muhlasîn zümresine ilhak eylesin. Amin...

Go to top