Selamün Aleyküm, Halis abi merhabalar;
1) Aşağıda linkini verdiğim videoyu izlemenizi tavsiye ederim.
2) Enam-ı Şerif kitabı almıştık, sıralaması ve içeriği biraz değişik. Ali imran suresi Sahife 51,ali imran suresi Sahife 69, en-am suresi sahife 127, enbiya suresi 33. Sahife, fatır suresinden bir ayet, yunus suresi sahife 217, mümtehine suresi sahife 549 dan alıntı ayet-i kerimeler yazılmış. Bunlar ne için okunuyor? Neye faydalıdır? Bu konuya dair sorular almaya başladım. Bu kitap nasıl bir tertip üzerine hazırlandı bilgilendirebilır misiniz? Eğer malumatınız varsa cevaplarsanız memnun oluruz. Allaha emanet olun. Selam ve dua ile. Yufesta Şibenza - Facebook

*******

Ve aleyküm selam kardeşim;

Kusura bakmayın; sorunuz, polemiğe yol açabilecek bir üslup ve muhtevada olduğu için kısalttık. Ayrıca bendeniz halen orada çalışıyor değilim, emekliyim. O bakımdan bunları müesseseye sorup cevabını da oradan alabilirsiniz, diyebilirdim. Çünkü söz konusu risale benim zamanımda basılmadı. Lakin ‘Allah için yardımcı olmak’ babında bazı açıklamalarda bulunmayı uygun buldum. Umarım faydalı olur.

1. Öncelikle hatırlatayım; ismini zikrettiğiniz mûmâileyhle de, o tür linklerle de meşgul değilim; onlara ayıracak, harcayacak vaktim de yok. Ayrıca bu sahada kimin ne dediği, neyi nasıl değerlendirdiği de, bizi hiç mi hiç alakadar etmiyor. Kaldı ki o ve benzeri kıyamet ve kıyamet alametleriyle ilgili mevzular, zaten kuru zâhirî ilimle, ibareyle, akıl-mantık ve kıyas ölçüleriyle bilinebilecek hususlar değil. Hemen hepsi te’villidir, sıhhatli te’vilini (yorum ve açıklamasını) de ancak ehli-erbabı olan zevât yapabilir. Yani bu kapalı meselelerin anahtarı kimde ise, o kapıları yalnızca onlar açıp neyin ve kimin ne olduğunu izah edebilir. Onlar da her şeyi herkese değil, sadece anlatmaya mezun olduklarını anlayabilecek, tabiri caizse o emaneti taşıyabilecek olanlara anlatırlar. Bazan işaretle, bazan delâletle, bazan muktezâ-yı hâle uygun olarak belli ölçüler dâhilinde ifade ederler. Nâdiren, ender kişilere tasrih ve tavzih ettikleri de olur elbette… Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) Hz. Huzeyfe’ye bazı sırları bildirdikleri gibi… Yani bu bilgileri, öyle uluorta ortalık yere saçıp savurmazlar. Vaziyet bu olunca, müşârun ileyhin bu mevzuda ne gibi sıhhatli bir bilgisinin olup olamayacağı herhalde düşünülmeye değer, öyle değil mi? Bunlarla kafanızı-gönlünüzü yormayınız.

2. Evrâd-ı Şerife ve En’âm-ı Şerifeler gibi risalelerin tanzimi de, bu cevlengâhta salahiyet sahibi bulunan evliyaullaha-ricâl-i maneviyeye- mürşidân-ı kirama aittir. Tornadan çıkmış gibi hepsinin aynı tertip üzere olması beklenemez. Ayrıca, böyle olma şartı da yoktur. Her zât kendi tasarrufu çerçevesinde hazırlar. Dolayısiyle her bireri tabii ki farklılıklar arzedebilir. Bunları kafaya takmanın bir manası da, gereği de, faydası da yoktur.

Madem ifade ettiğiniz üzre bu mübarek ve müstesna tasavvuf yolunun yolcularısınız; zikri geçen kitapçığı aldığınız, getirttiğiniz yer de bellidir, o halde bunun nesini soruyorsunuz, nesinden kuşku duyup tereddüde düşüyorsunuz? Demek ki bu yolun müntesipleri için böyle tertip edilmiş, bu düzen münasip görülmüş ve bu tensip üzere basılmış. Bunun müzakeresi, mütâlaası, sorgusu mu olur? Tasavvuf yolunda sadakat, istikamet, itaat, teslimiyet niçin lazım? İşte bu gibi sıkıntılı haller için…

Bu ve benzeri kitapları-risaleleri kategorize edenler, genelde bunları her ne kadar havâs kitapları arasında zikretseler de, bizim için öncelik, bunları vird edinip düzenli bir şekilde (günlük-haftalık vs.) Allah rızası için okumaktır. Yani asıl gaye-hedef odur. Ve Rabbimizin (c.c.) beyanıyla, “Allah’ın bir rıdvânı (rızâsı) ise hepsinden daha büyüktür. İşte bu, asıl fevz-i azıym (en büyük kurtuluş ve saadet) de budur.” [Tevbe suresi, 72]

Yani Allah'ın rızasından olan küçücük bir şey bile ekberdir / en büyüktür. Bütün bu (ayetin öncesinde) sayılan Cennet nimetlerinin hepsinden daha büyüktür. Çünkü her hayrın ve her saadetin / mutluluğun, her şerefin ve her yüceliğin dayanağı odur. Bunun doğrudan doğruya va‘d olunan nimetler dizisi içinde gösterilmemesi dikkat çekici bir şeydir. Allah bilir, bunun hikmeti, her va‘din muhtevasında (içeriğinde) her iki dünya için geçerli olan bir mânânın yatmasıdır, denilmiş. Fakat rivayet olunmuştur ki; Allah Teâlâ, Cennet ehline, "Râzı oldunuz mu, hoşnut musunuz?" buyuracak… Onlar da, "Ey Rabbimiz, nasıl olmayız ki, bize başka kullarından hiç birine vermediğin nimeti verdin." diyecekler. Bunun üzerine buyuracak ki, "Size bundan da büyüğünü vereceğim.", "Bundan daha üstün ne olabilir?" diyecekler. İşte o zaman Allah Teâlâ buyuracak ki; "Size rıdvânımı helâl kılacağım ve artık size sonsuza kadar hiç gazap etmeyeceğim." [Bkz. Elmalı’lı, Hak Dini Kur’an Dili, ilgili ayet tefsiri]

Binaenaleyh gerek Kur’an-ı Kerim, gerek Evrâd-ı Şerife ve En’âm-ı Şerifeler şunun bunun için değil, öncelikle rızâ-yi ilahi için okunur. Bunun yanında tabii ki Hz. Mevlâ’dan meşrû olan her nevi dünyevi-uhrevi isteklerimiz de talep edilebilir… Neticesi de yine muhakkak ki O’ndan beklenir. O, nasıl dilerse öyle olur. İster bu âlemde verir isteklerimizi-hacetimizi, isterse ahirete tehir eder bunların mükâfatını... O, onun bileceği, onun takdir edeceği bir husustur.

Bize düşen, yapmamız gereken, Rasûl-i Zîşân Efendimizin (s.a.v.), “Ey rahmet edenlerin en merhametlisi olan Allah’ım! Sen’den sıhhat, âfiyet, emânet(e riayet), güzel ahlâk ve ‘kader’e râzı olmayı istiyorum.” dualarını sıkça yapmak… Sonra da, sonuç nasıl tecelli ederse etsin, buna râzı olmaktır. Öyle, ‘istedim-okudum, okuttum da olmadı, bana hacetlerim verilmedi, kısmetim açılmadı, hastalığım şifa bulmadı, duam kabul olmadı’ gibi isyan kokusu olan kaal ve hallerden uzak bulunmaktır. 

Go to top